Sandık
Bir Dew, Av ve Xwin Hikayesidir

Meral Akbaş
Kısacık bir cümle bazen: “Söyle bakayım nasıl bir öyküydü?” Bildiğim şey hikâyesi, anlatacağı olana kat’a sorulmaya bir sorudur bu! Bu kadar kesinlikle sorulan bir soru cevaplanmaya mahkûmdur çünkü. Sorulduğu andan itibaren iki tarafı birbirinden uzağa iten bu soruyu soran, cevabı bildiğini sanır çoğu zaman; ama işte bir de karşı taraftan dinlemek ister zaten bildiğini. Hele az önce aynı şarkının sözlerinde buluşmuş üç kadından biri müziğin sesini kısıp sorduğunda bu soruyu yakın gibi duranın aslında ne uzak olduğu birden görünüverir. Sertab Erener, Aynur Doğan ve Ayşenur Kolivar sahnede beraber Kürtçe bir şarkı söylemektedir : “… dewo dewo bibe ez te dakim / bejna fitoz peşte bakim / van cahilan ji xewê rakim / van hortikan ji xwê şakim…” Şarkının tam da burasında Sertab Erener durur ve konuşur; “ne güzel söylüyorsunuz işte Sertab, bak Demir de ne güzel vuruyor gitarına… konuşma n’olur!!!” deyiverirsiniz içinizden… ayak sesleri ve işte o ezeli / ebedi “Vatandaş Türkçe Konuş!” emri…
Bizim Arkadaşlığımız Bir Cümleye Sığar mı Hiç?
İpek Gürkaynak
Hepimiz biliyoruz: Dejavu, daha önce yaşamadığı bir şeyi yaşamış olduğu hissine kapılma; bir ânı, zamanı, yeri daha önce görmüş gibi hissetme demektir. Dejavunun tersi neyse, bana ondan oldu! Amargi’nin geçmiş bir sayısı için, kadınlararası dostluk konusunda bir yazı hazırlarken, arkadaşlarıma danışmış ve yazıyı onların görüşlerinden de alıntılar yaparak yazmıştım. Bu kez de –önceki yazıyı anımsamayarak- öyle yapmaya kalkmaz, arkadaşlarıma “bana arkadaşlık konusundaki görüşlerinizi bir cümle ile söyler misiniz?” diye e – posta atmaz mıyım!
N’olacak bu memleketin hali?

İfakatle Fitnat
İ- Fitnat bugün Afitap’la Gözde geldi.
F- Ay ne iyi ettiler.
İ- Hani kahveler Fitnat?
F- Ama kahveleri de hep bana yaptırıyorsun. Hatırım çok birikti valla.
İ- Senin kahvelerin güzel oluyor. Ben evlendiğim zaman Turgut, “”bir kahve yap da içelim,” dedi. Bi düşündüm, mutfağa gittim. Bir kahveye bakıyorum, bir cezveye. Baktı ki ne kahve ne kadın geliyor mutfaktan olmuş kaç saat, kendisi geldi yaptı kahveleri.
A- Seni istemeye geldiklerinde kim yaptı kahveyi?
İ- Kız beni kimse istemeye gelmedi.
Kadınları Anlamak

Aroma Arar
Geçenlerde şu yeni nesil, başkahramanı kadın olan polisiye dizilerden birini izliyordum. Dizide yine bir “dahi adam flörtöz olur” modellemesi, şu sürekli çapkınlık performansında yakışıklı-orta yaşlı-çapkın tiplemelerden birinde can bulmuş ve tabii ki başkahraman kadın polisimizi “sempatikliği” ile taciz edip duruyordu. Diziyi omzumun üzerinden henüz izlemeye başlamış bir erkek arkadaşım, o an çok keyif aldığım, kadının bu zeka küpüne cevabı yapıştırdığı sahne ile ilgili şöyle bir yorum yaptı: “Ya adam ne güzel açık açık ne istediğini soyluyor. Bu kadının yaptığı gösterip vermemek de nedir? İstiyor mu istemiyor mu? Alice de bana aynısını yapıyor işte. Benimle olmak istemiyorsa, söylediklerini neden söylediğini anlamıyorum.”
Sayı 33
Ayça Örer – Fotoröp
Amargi’den
Feminist Tartışmalar
- Ne Olacak Bu Memleketin Hali (7)
- Feminizm Yeni Bir Safhaya Evrilirken – Berrin Sönmez
- Eşitlik Olmadan Empati Olur mu? – Gülizar Aytekin
- Aşkta Kimse Hükümdar Değil – Lauren Berlant, Michael Hardt
- Politik Bir Kavram Olarak Aşk – Emine Ayhan, Nilgün Toker
Dosya: Arkadaşlık: Seçilmiş Yakınlıklar
Jacoba Felicie Vakası
Ülkü Özakın
Komşum anlatmıştı, 20 yaşındayken rahminde tümör olduğu ortaya çıkmış. Doktorlar ümitsiz konuşunca bir kadına gitmişler. Kadın, “süt ve maydanozu kaynatıp bir ay boyunca her gün orana koy, ama sakın ha bana geldiğini kimseye anlatma” demiş. Komşum bunu uygulayınca kanamaları geçmiş. Doktor kontrolüne gittiğinde ise tümörün yok olduğu ortaya çıkmış. Doktor, ne yaptın kime gittin diye, sıkıştırsa da, komşum kadını koruyup söylememiş. Yoksa kendisini iyileştiren kadının ceza almasına neden olacaktı.
Kocakarı ilacı diye küçümsemeye yönlendirildiğimiz yöntemlerin büyük bir kısmı aslında kadınların binlerce yıldır kullandığı, tarihten gelen birikim.
Cadılar, Kocakarılar ve Doktorlar: Jacoba Felicie Vakası
Ülkü Özakın
Komşum anlatmıştı, 20 yaşındayken rahminde tümör olduğu ortaya çıkmış. Doktorlar ümitsiz konuşunca bir kadına gitmişler. Kadın, “süt ve maydanozu kaynatıp bir ay boyunca her gün orana koy, ama sakın ha bana geldiğini kimseye anlatma” demiş. Komşum bunu uygulayınca kanamaları geçmiş. Doktor kontrolüne gittiğinde ise tümörün yok olduğu ortaya çıkmış. Doktor, ne yaptın kime gittin diye, sıkıştırsa da, komşum kadını koruyup söylememiş. Yoksa kendisini iyileştiren kadının ceza almasına neden olacaktı.
Kocakarı ilacı diye küçümsemeye yönlendirildiğimiz yöntemlerin büyük bir kısmı aslında kadınların binlerce yıldır kullandığı, tarihten gelen birikim.
Osmanlı’da Feministler
Aynur Demirdirek
19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak ağırlıklı olarak İstanbul’da ve Selanik gibi büyük şehirlerde yaşayan üst ya da orta sınıftan kadınların bir bölümü, Avrupa’daki hemcinsleriyle hemen hemen aynı zamanlarda eğitim hakkından başlayarak kadınlık için talepte bulundu, çeşitli amaçlarla dernekler kurdu, bir mücadele yürüttü. Kamusal alana çıkmaları kendi içlerinde ayrı bir tartışma yaratan Müslüman kadınlar da, diğer dinî ve etnik aitlikleri tanımlı gruplardan kadınlar da toplumsal yaşamın öznesi olmak istediler. Batı’daki birinci dalga feminizminin taleplerinin çoğunu (eğitim hakkı, ikinci sınıf görülmeye karşı çıkma, yaşama alanlarının genişletilmesi, ev dışında çalışma yaşamına katılma gibi) özgül koşullarının bilincinde olarak dile getirdiler. Modernleşme sürecinde kendileri hakkında düşünerek yer aldılar. Bu kadınlardan özellikle bir bölümü ‘feminist’ bir dil geliştirdi, kadınların ‘hukuk’unu anmaktan ve aramaktan hiç vazgeçmedi. Osmanlı modernleşmesi sürecinde, özgürlük ve hak arayışlarını erkek destekçilerinin aracılığı olmaksızın kamusal alanda doğrudan dile getiren bu kadınların varlığı sır değilmiş ama 1980’lerin sonuna kadar, bu öncü kadınların varlığından haberimiz yoktu.
Bir Sır Hazinesi Olarak Kadınsal Taktikler
Ayça Örer
Kadınsal taktikler denilen şeyin “Kendini açıp saçma el âlem önünde” diskurunun rafine hali olduğunu söyleselerdi, sanırım şu boşa geçen seneleri harcamazdım. “Öküzün önde gidenisin!” yerine “Bugün kalbimi çok kırdın canım” demeyi meziyet sayanlarla masaya oturalım. Erkeklerin bizim yüzümüzden bir türlü vakıf olamadığı gerçekleri bir ucundan tutma zamanıdır.
O’nlara bu’nlara şu’nlara
Hatırladıkça hâlâ yüzümü al al eden şirretlik vakalarıyla beraber dünyanın en masum insanı olmadığım aşikâr. Buna rağmen salon kadını duruşumu bozmadığım anları düşündükçe kendimi “nasıl oldu da sesini çıkarmadın a zırtapoz ezikliğim” demekten de alamıyorum.
Misal, geçen aydan.
Doing doing…
Facebook’ta bir vesileyle “arkadaş” olmuşuz, dört cümlede bakmışsın samimiyiz. Hemen siz aşılmış, sen’e ulaşılmış, sürekli yanıtsız geçen sohbetlerde “Ayça???” diye ayarımız bile var.
N’olacak bu feminizmin hali?
Emine Ayhan & Aksu Bora
Aksu: Nancy Fraser’in şu “baştan çıkarma” hikâyesine ne diyorsun? Hain neoliberal kapitalizm tarafından kötü yola sürüklenen feminizm hikâyesine?
Emine: Öncelikle Fraser’ın üslubunu semptomatik, bu üslubun içerimlerini ise sorunlu buluyorum. Feminizm gibi toplumsal bir hareketin politik-ekonomik bir uğrak olarak neoliberalizmin “odalığı” olduğu, ona “hizmet ettiği,” “ekmeğine yağ sürdüğü,” onunla “tehlikeli ilişkiye girdiği,” “endişe verici bir dansa” tutuştuğu (M, 18), onun tarafından “baştan çıkarıldığı,” “ağzına bir parmak bal çalındığı,” hatta “iğfalcilerin eline düştüğü” (M, 18) gibi son derece dramatize bir dil dünyası bu. Sanki Fraser tarihsel durumlardan değil de, biri iyi (kadın-feminizm) diğeri kötü (erkek-neoliberalizm) iki kişi arasında geçen bol ayartmalı ve hastalıklı bir aşk hikâyesinden bahsediyor. Söz konusu kişileştirici ifadelere eşlik eden alarmist ve sansasyonel ton da ayrıca dikkat çekici: “kaygılıyım,” “kaderin cilvesi,” “ikisi -feminizm & neoliberalizm- arasında gizli bir benzerlik mi var acaba?” (M, 19); “kötü bir zamanlama” (M-13), vs. Ortada basit bir üslup meselesinden öte, yazarın tarihsel durumları anlamlandırma biçiminde temel bir zafiyet olduğuna işaret ediyor bu ton.