Etiketler: dergiden

Kişisel Bir Macera

mezura

Şaziye Silen


Beslenme meselesi ile ilgili kişisel dileğim, bu meselenin, cam tavanlarla çivili yataklar arasında sıkışmış kadınların her cepheden üstüne yıkılan “kişisel sorumluluk/kişisel tercihlerin bedeli” kılığında değil de, cinsiyet eşitsizliğini gören bir büyük resimde nereye müdahil olunması gerektiğini veya olunabileceğini işaret eden bir çerçevede gündeme gelmesi.


 

Bu yazıyı eskiden iyi vakit geçirmenin önemli öğelerinden biri olan “ne yesek” sorusundaki heyecanlı beklentinin, yerini son yıllarda nasıl sıkıntılı bir çaresizliğe bıraktığını, kişisel bir macera ile paylaşmak için yazdım.

Mesainin düzenlediği günlük hayatımda yemekle ilişkim, hafta içi günlerinde büfede ekmek olup olmadığına bağlı olarak; “pideci çorba da getirir mi” ile “bu akşam da kahvaltı yapılabilir bence” arasında değişiyordu. Son üç dört yıldır ise “beslenme” çevresinde çeşitlenen tuhaf bir performans sorunu daha hayatıma girdi, sanıyorum benzer hayatlar yaşayan herkesinkine de.

Share Button

Araf: Toplum Annelerinin ve Hayat Memurlarının Genç Kızlara Karanlık Nasihatleri

pamukprenses

Melike Koçak

Erkek kendi istediği, dilediği yola gidebilecek -ki bu bir araf dahi olsa o bunu tercih edebilecek- hep “ıssız”, hep “kaybeden”, hep “yalnız”, hep “yabancı”, hep “yeraltı insanı”… olacaktır. Kadınlarsa trajedilerin başkahramanı, cezaya ve cefaya mahkumgillerdir!

Bugün, sinema ve edebiyat anlattıklarına, gösterdiklerine dair alışıldık/bilindik algıları altüst etmediğinde söz ya da görüntü güdük ve cılız kalmaktadır. Beden, kimlik, toplum, cinsiyet, toplumsal cinsiyet vb. üzerine söz alan, bunlarla kendisi hesaplaşmadıysa sineması ya da edebiyatıyla toplumun tıkır tıkır işleyen totaliter çarkına yağ sürecektir. Oysa bedenin, aklın, eylemlerin eril ve baskıcı iktidarlarca kontrol edilmeye, denetim altına alınmaya çalışıldığı Türkiye toplumunda kadın ve erkeğe dair söylenecek her söz hazırkalıp zihniyetleri tedirgin ve rahatsız etmelidir -artık-.

Share Button

Mutfağa Saklı

kitchen_photoburst

Gülşah Seydaoğlu

Yedi yıldır annesini görmemişti. Annesinin evine üvey evlat olarak yeniden kabul edildiğinde 11 yaşındaydı… Üç yaşındayken anneannesi ile bu evden gönderilmişti… Güzeller güzeli annesi, başına bir iş gelmesin diye orta Anadolu’nun bozkır kentlerinden birinde suskun, dingin, sade bir adamla erkenden evlendirilmiş, 14’ünde çocuk gelin, 15’inde çocuk annesi olmuştu. Annesinin evlendiği adamın dinginliği, karıncayı incitmeyen naifliği ve sadeliği, ufuksuzluğa uzayıp giden sarı, kuru, çorak bozkırın ürkütücü sessizliğini, renksizliğini bir o kadar da iddiasızlığını taşıyordu.

Share Button

Bir Yanım Öbür Yanıma Düşman

Meral Akbaş

Nedir kustuğun?

“bunu kimseye söyleyemiyorumm”

Söylesen eğer, kim anlayacak seni?!


Kasıklarımda mağara gibi büyük bir yara.Doğurmakla öldürmek arasında uzun ince bir ip.

Delirmekle yemek pişirmek arasında kısa kalın bir kalas.

Gidip geliyorum.

Gidip geliyorum.

Her adımda b-i-r-ş-e-y eziyorum.

Şimdi o şeyi üzerine kusacağım.

Share Button

Birlik ve Beraberliğe En Çok Muhtaç Olduğumuz Şu Günlerde Kürtaj Yasağı

Aksu Bora

“Dokunulma”nın yeni biçimlerine karşı bizi koruyacak türden bir hak nosyonuna sahip değiliz. Dolayısıyla, artık kendimizi temel haklar söylemi içinde güvende hissedeceğimizi sanırsak, yanılırız. Böyle bir şey yok. Yaşam hakkı da dahil olmak üzere, temel haklar ve özgürlükler yeniden tanımlanıyor.

Kürtaj hakkında değil, kürtaj yasağı hakkında konuşmak isterim. Kürtaj hakkında konuşmak zor. Hele ki “mücadele” ve “hak” söylemlerinden başkasına yer bırakmayan bir siyasi sözce içinde. Kürtajın bir “ne” (bir cinayet, bir Uludere, bir hak,…) olduğu hakkında söyleyecek bir şeyim yok; böyle konuşmayı istemem zaten. Kürtajın böyle kategorik olarak tarif edilebilir “bir” şey olmadığını biliyorum. Kendi deneyimimden, başka kadınlarınkinden…

Share Button

“Her Şey Para”, “Hürriyet – i Şahsiye”ye karşı

Ceyda Karamürsel

Ekmek almaya dahi gücü yetişmediği sorgu raporuna not düşülmüş Zekiye’nin annesi olan Zehra; on dört yaşındaki kızı saraya satılmış, kendisi fahişelikten Trabzon’dan sürülmüş Emine; on iki yaşındaki kızı Müzeyyen’i zaten hizmetçiliğe göndererek geçimini sağlamakta olan dul Penbe için para her şey. Evvelinde kendileri de cariye olup her nevi akrabalık ilişkisinden ve sosyal güvenceden yoksun yaşlanmakta olan Çerkez Sıdıka ile Zenciye Şirin için para her şey.

Evvelki sene. Hocamla oturuyoruz, kahve içiyoruz. Ben İstanbul’dan, Başbakanlık arşivinden Philadelphia’ya yeni dönmüşüm, eli dolu dönmüşüm hem de. Heyecanla Üsküdar’da fakir göçmen kızlarını ailelerinden ‘türlü desais ile’ alıp koparan, sonra da oraya buraya, bilhassa Mısır’a satan Tophaneli üç kadından bahsediyorum kendisine. Kadın kadına bunu nasıl yapar? Hocam ‘kadın kadının pezevengidir’ diyor. İnsan insanın kurdu, kadın kadının pezevengi.

Share Button

Bir Köpek Yaşamıydı Senin Yaşamın Dilberciğim

peridecelal

Nihan Bozok

Bu beli bükülenleri sevelim, bir canlar onlar.

Buz gibi giysileri, delik eteklikleri

Hiç dikkat ettiniz mi, nice yaşlı kadının

Tabutları küçüktür çocuk tabutu kadar?

Bilge Ölüm…

Charles Baudelaire, Ufak Yaşlı Kadınlar’dan

Üç kadın… Peride Celal’in Üç Yirmidört Saat romanının ana kişileri. Roman bir hasta yatağının başında geçen üç günü anlatır. Bu üç günde kadınlar birbirlerini düşünür, yargılar, gözetir. Bir sevip bir nefret ederler birbirlerinden. Hayatlarını döküp sererler önlerine. Eski defterler açılır, hatıralar canlanır, küsülür, barışılır, nefretler alevlenir.

Share Button

Kürtaj Hak Olursa Karar Kadınlara Kalır mı?

Esra Demir 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘’her kürtaj bir Uludere’dir’’ diye buyurmasının ardından, on haftalık yasal kürtaj süresinin sınırlandırılmasına ilişkin çalışmaların başlatıldığı haberlerini aldık. Erdoğan’ın bu çıkışı üzerine, yaşamın ne zaman başladığına ilişkin tıbbi ve dini bilgiler sandıklardan çıkartıldı. Ceninin insan olup olmadığı, dolayısıyla hak sahibi bir özne olup olmadığı belirlenmeye çalışıldı. Bu hummalı tartışma ortamında cenin üzerine söylenen her sözün, bizim bedenlerimize, cinselliklerimize, hatta hayatlarımıza dokunduğu elbette ki hakkıyla teslim edilemezdi. Belki de işte bu yüzden, biz de varız ve bu kararı biz veririz demek için, “kürtaj haktır, karar kadınların” diyerek ceninin yaşam hakkının karşısına kürtaj hakkımızla çıkıverdik. Böylelikle kürtajı, yani gebeliği sonlandırmak için yapılan cerrahi müdahaleyi bir hak olarak savunmuş olduk.

Tartışmaların daha ilk günlerinde Aksu Bora, kürtajın hak olarak tarif edilip edilemeyeceğine dair haklı bir soru sormuştu.[i] Çünkü yaşam hakkı, eğitim hakkı gibi bildiğimiz diğer haklar, hiç değilse teorik olarak, istenilen şeyleri korur ve buna göre tanımlanırlar.

Share Button

Benim Bedenim/Bedenim Benim

benimbedenim

Zeynep Direk

“Bedenim benim” diyen kadınlar, bedenlerinde gelişen bir yaşamı desteklemek yerine sonlandırmayı seçtikleri için vicdansızlıkla, zalimlikle suçlandılar. Sanki “benim bedenim” diyenler kürtajı bir diş çektirmeye indirgemişler, henüz insan olmamış bir varlık da olsa, bir kadının birkaç ay sonra kendi çocuğuna dönüşecek bir potansiyeli kaybetmesinin onun için acı bir yanı olduğunu görmezden gelmişler gibi.

Kürtaj tartışmasının iki kutbunda da haklar söylemi bulunuyor. Kürtaja karşı olanlar kutbunda, rahme düştüğü andan itibaren ceninin hayat hakkı olduğu savunulur. Kürtaj, insan haklarına aykırıdır, çünkü bu operasyon bir kişinin yaşama hakkını ortadan kaldırır. Cenin kişi ise, kürtajla varlığının ortadan kaldırılması cinayettir. Bu durumda, yasaca onanan ve sistematik bir biçimde yapılan kürtaj, başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da dediği gibi “katliam” olarak adlandırılabilecektir. Buna karşın kürtajın serbest olmasını/kalmasını savunanlar kutbunda ceninin bir “kişi” veya “insan” sayılabileceği öncülünün doğru olmadığı kabul edilir. Hamileliğin ilk haftalarında fetüs bölünen ve çoğalan bir hücreler öbeğinden ibarettir.

Share Button

Annemin 12 Eylül’ü

Emel Uzun

Onca yıldan sonra önemli tabii sembolik de olsa 12 Eylül’ü konuşabiliyor olmak ama o değil de, annemin 12 Eylül’ünün hesabını kim soracak? Örgütlü değil, bu işlere hiç girmemiş, hapis, gözaltı olayı yok… Resmi kayıtlara geçen bir şey yok… Onu anlatan, hatırlayan da yok zaten. Annemin hesabı ahrete mi kalıyor?

Her şey iyi hoş, herkes tartışıyor, konuşuyor; 12 Eylül’ün hesabı sorulacak, sorulamaz, yok sorulur da böyle olmaz, bunlara mı kalmış sormak, benim çocuklarım bana bir şey sormaz, beni de yazın ben de soracağım sesleri çıkıyor ağızlardan. Onca yıldan sonra önemli tabii sembolik de olsa bunu konuşabiliyor olmak ama o değil de, annemin 12 Eylül’ünün hesabını kim soracak? Örgütlü değil, bu işlere hiç girmemiş, hapis, gözaltı olayı yok… Resmi kayıtlara geçen bir şey yok… Onu anlatan, hatırlayan da yok zaten. Başvuracak resmi bir makam olmadığına göre, annemin hesabı ahrete kalıyor. Ama o kadar da sessiz kalmasın, anneme yakışmaz. Dilim döndüğünce ben bir ses vereyim istedim. Annem anlatsa komik olurdu, komik anlatır o hep. Ama ben anlatınca, bir de tabii anlatılan anne olunca biraz acıklı oluyor. Kaçınılmaz.

Share Button