Beden Politikaları
Kılıfı Bol Diyarlardan Hikâyeler
Ayten Kaya Görgün
Oturduğum yerden hep kadınları görüyorum. Genç, yaşlı, kapalı, alımlı, kendi kendine konuşan, kendinden geçmiş, kendini adak diye adamış, adanmış kadınlar… Beli bükülmüş, mis kokulu, çiş kokulu, çikolata kistli kadınlar gelip geçiyor önümden, sabahtan akşama dek, haftanın beş günü.
Büyük bir hastanenin kadın hastalıkları ve doğum kliniğinde çalışıyorum. Yoo hayır, doktor değilim. Nerede bende o disiplin, o zekâ?! Ben kayıt memuruyum. Kliniğe gelen kadınlar ilk beni görür, TC numaralarını bana söylerler. Kimliklerini elime aldığımda nedense önce bir geçmişte kalan yüzlerine bir de karşımda bekleyen hallerine bakarım. O kısacık kayıt anında iki fotoğraf arasındaki uzun soluğa dokunur çekilirim.
Kadın doğumda çalıştığımdan beri halkımız beni akil kişi beller. Akıntısı, kaşıntısı, kanaması, söküğü, dikişi, pişiği, sarkması olanı, çişini tutamayanı, orgazm olamayanı beni arar. Bu sabah da güne öyle başladık.
Mustang filmine dair bir feminist okuma denemesi: Feminist filme sızan erkek bakışı
Ülkü Özakın
Bu yıl Fransa adına Oscar adayı olan ve Karadeniz’in bir köyünde geçen Mustang filminin artı ve eksilerini, feminist açıdan ele alan bir yazı yazmaya çalışacağım. Öncelikle ben filmi aşağıda paylaşacağım sorunlu noktalara rağmen genel olarak beğenenlerdenim. Çocuk yaşta, görücü usulüyle yapılan zoraki evlilikler, hala bu ülkede en büyük sorunlardan. Bu konuyu, genç kadınların ağzından, filmin ana teması olarak sunan bir filme çok ihtiyaç vardı.
Bir düşünelim, 1990’lardan önce çocuk olan hangimiz, ilkokul biterken sokaklardaki koşmaların “artık büyüdün kızım” sözleriyle sona ermesindeki şoku yaşamamıştır. (Böyle diyorum çünkü artık çocuklar mahalle aralarında sokakta oynama durumunu bile yaşayamıyor.) Cinsiyet farkını hiç önemsemez sandığım babamın anneme, bana iletmesi için söylediği “sen söyle, artık genç kız oluyor, bisiklete şortla binmesin bundan sonra” sözlerinin, bedenin özgürlüğünden, bedenin utancına geçişin zamanının geldiğini bildirmesini, o kırılmayı unutmak kolay değil. Mustang filmini izlemek bana o zamanları yeniden yaşattı. Erkeklerin bakışlarındaki tehdit edicilik, eskaza birinin hoşuna gidersen, istemeye gelmeyi düşünebileceğini, kendi ailen için geçerli olmasa da böyle bir gerçeğin olduğunu bilmek kız çocukları için önceki yılların çocukluğa ait coşkusunu nasıl da yok eder, tekrar hatırladım. Bir yandan ailelerin çocuklarını kötülüklerden korumaya çalışması da anlaşılmaz değil. Cinsiyet farkı konusu kolay çözülecek bir konu olmaktan hala çok uzak. Bu film o kırılma dönemine, kızların bakış açısından, her tür özgürlüğün ayrımcı biçimde kısıtlanması olarak bakıyor.
Maviliklere Koş Martı, Koca Derya Arkanda!
Zozan Çetin
Ne zaman bir yalnızlığa düşsem ve ‘olmayacak galiba’ sesleri yükselse içimden, fersah fersah uzağımda ya da yanı başımda öyle bir gökkuşağı beliriyor ki, kelamlarımdaki kara siliniyor. Satırlara not düşecek güzellik kaldı mı derken deli bir kuş fısıldıyor kulağıma: “Daha bitmedi, yol uzun, haydi…” Bu öyle bir haydi ki, dünyayı sırtlayacağım da silkeleyeceğim tüm kötülükleri gibi geliyor bana. O fısıltı bazen bir şarkı oluyor, daha gidecek çok yolumuz var diyor; bazen bir şiir oluyor, uçuşu unutmamayı tembihliyor…
“Başka Konu mu Kalmadı?”: Orgazm, Kürtaj, Utanç ve Suskunluk
Burçin Tetik
“Kızlı-erkekli” (aslında kadınlı-erkekli elbette, ama yakın geçmişe böyle kazıdık bu ismi de şimdilik, diğer pek çok kavrama yaptığımız gibi!) ev tartışmaları patlak verdiğinde, bu evlerde yaşayan öğrencileri ve genç insanları savunan çoğu kişi o evlerin “aslında nasıl da cinsellikten uzak alanlar” olduğunu anlatmaya girişmişti: Bir kadın ve erkeğin aynı evde bulunması ille de cinsellik mi demekti; bu adamların aklı fikri de başka şeye çalışmıyordu canım, gençlerin arkadaşça aynı evde eğlenmesine tahammülleri yoktu; hem arkadaşlık nedir bilmezlerdi zaten onlar, bir kadınla bir erkeğin arkadaşlığını akılları almazdı; ayrıca bizim kızlarımız iffetliydiler, aynı evde kalan kadın ve erkekleri cinsellikle bağdaştırmak hep o bağnazların işiydi, bizim çocuklarımız öyle şey yapmazlardı, ancak o sapık adamlar öğrenci evlerini cinsellik yuvası zannederdi işte, o da kendileri hiç kadın-erkek arkadaşlığı yaşamadığından tabi; tabii tabii, pek tabii!! Savunulacak asıl şey, her reşit insanın istediği cinsten ev arkadaşları olabilmesi ve istediği kişiyle cinsellik yaşayabilmesi olacakken, kadınlı-erkekli evler, koskoca bireylerin cinsiyetsiz ve cinselliksiz çocuklara dönüştürülüp onaylandıkları bir alan haline geldi. Bunu yapanlar da kendini özgürlükçü ve çağdaş addeden insanlar, tabii en çok da aileler oldu.
Yıllar evvel bir arkadaşım acilen ameliyata alınacaktı. Öncesinde doldurduğu formda daha önce anestezi alıp almadığına dair bir soru vardı, ancak arkadaşım doğru bilgiyi veremedi, hayır seçeneğini işaretledi ve ameliyata öyle girdi. Çünkü ilk narkozunu kürtaj sırasında almıştı ve ameliyatı için yanında bekleyen ailesi, genç kadının doktora sağlığı hakkında yanlış bilgi vermesi için yeterli bir sebepti. Tanıdığım başka bir kürtaj geçmişi olan kadın ise, yine ebeveynlerinin hastane odasında olması yüzünden rahmindeki kist için ameliyata alındığında bile medikal geçmişini anlatamamış, hastalığıyla doğrudan bağlantısı olabilecek bu bilgiyi, sağlığını tehlikeye atmak pahasına da olsa saklama zorunluluğu duymuştu. Ailesinin haberi olmadan evden çıkıp kliniğe giderek kürtaj olan ve akşam hiçbir şey olmamış gibi eve gelip hayatına devam eden genç kadınlar ise artık şaşırmadığımız, hayatımızın rutin bir parçası; bazen yakın arkadaşlarımız, bazen kendimiz. Bu kadınların hepsinin sayılı okullardan mezun, yüksek eğitimli insanlar olduklarını, birçoğunun yurtdışında yaşadığını, hatta bazılarının iletişim kuramadıkları ailelerinin kuşaklar boyu kolejli olduğunu söylesem ne değişir? Belki bizi yutan tabularımızın ne ekonomik bağımsızlıkla, ne eğitimle, ne de tırnak içinde “batılılaşmış” olmakla iyileştirilebildiğine işaret edebilir ancak.
Kıskaçta Bir Kadınlık Hikâyesi: Kürtaj
Hazal Atay
Kürtaj meselesi hep tatsız ve can sıkıcı bir şekilde gündeme geliyor. Biz kadınlar bu meseleyi konuşmaktan kaçındıkça, bu konudaki gündemimizi, taleplerimizi kendimiz belirlemedikçe, sözümüzü kuramadıkça, erkek iktidar bize başka kürtaj hikâyeleri yazıyor. Bu hikâyelerse çoğunlukla onların dünyasına ve çıkarlarına uyarlanmış şekilde, korkunç, trajik, günah, yanlış oluveriyor. Gelin bu yazı, tatsız ithamlardan, dinî polemiklerden ve can sıkıcı kısıtlamalardan uzak, basit bir kadınlık hikâyesi olarak kürtajı ele alan bir yazı olsun. İçinde biraz feminist mücadele, bolca kadınlık ve mümkün olan en az şekilde erkekler ve devletler olsun.
Türkiye’de kürtaj 10. haftaya kadar yasal! Bu basit cümleyi her seferinde böyle yazmak gerekiyor; zira yapılan araştırmalar Türkiye’de birçok kadının kürtajın yasak olduğunu sandığını gösteriyor. Bu algı oluşumunda hükümet yetkililerinin söylemlerinin büyük payı olduğu şüphesiz. Ancak bizim de bu durumun farkında olarak hareket etmemiz oldukça önemli; zira bir hakkın talep edilmesinin en önemli ve vazgeçilmez koşulu, o “hak” kavramı çevresinde oluşturduğumuz bilinç ve algı. Şüphesiz ki hakkımız olduğunu bilmediğimiz bir şeyi, talep etmiyoruz. Böylece bizi bu hakka erişmekten mahrum kılmak isteyen erk sahipleri, yasaları değiştirmeye bile gerek duymadan bizi bu haktan mahrum edebiliyorlar. O yüzden, Türkiye’de kürtaj meselesini ele alacaksak, ilk olarak böyle başlamak gerekiyor yazıya. Türkiye’de kürtaj 10. haftaya kadar yasal!
Kadın Düşmanlığı Mısır Kültürünün Bir Parçası
Çeviri: Şadiye Talia
Kahire Üniversitesi öğretim üyesi, siyasetbilimci Hoda Salah ile Informationszentrum Welt tarafından gerçekleştirilmiş olan söyleşiyi yayımlıyoruz. Darbeden önce yapılan söyleşi, Mısırlı kadınların yaşadığı sorunlar ve mücadeleler hakkında fikir veriyor.
Cinsel taciz, devrimden önce bir tabuydu. Şimdi kadınlar Mısır’da bir ahlâkî dönüşümü gerçekleştiriyor. Televizyonda milyonlarca seyirci önünde başlarından geçenleri aktarıyorlar. Geçende bir kabare sanatçısı, programında yarım saat boyunca cinsel taciz üzerine konuştu ve tacizcileri gülünç duruma düşürdü. Mısır’ın kültürünün bir boyutunun da kadın düşmanlığı olduğuna dair bir toplumsal duyarlılık oluşmaya başladı.
Geçtiğimiz aylarda Mısır’da kadınlara dönük şiddet hakkında çok haber okuduk. Siz durumu nasıl görüyorsunuz?
Çok dramatik. Devrimden önce de kadınlara saldırılar oluyordu ama bu yoğunlukta ve bu gaddarlıkta değildi. Önceden kadınlara sokakta sarkıntılık edilirdi, şimdi bıçakla saldırıyorlar. Ağır yaralanan kadınlar oldu. Bu saldırılar bazen spontane gerçekleşiyor ama genellikle devrim karşıtlarının örgütlü şiddeti söz konusu. Kamusal alanın erkeklere mahsus olduğu kabulü, Mısır toplumunun büyük çoğunluğunda kök salmış görünüyor. Ve toplum İslamileştikçe, insanlar kafayı bedenlerle bozuyor. Müslüman Kardeşler ve Selefiler otuz yıldır kadın bedeninin tahrik edici olduğundan bahseder dururlar.
Çeşit Çeşit “Bedenim Benimdir” Var
Dilek Şentürk
“Bir gün temizlikten dönerken kürtaj eylemi yapan kadınları gördüm. Asuman’ın da içlerinde olduğunu görünce sevindim ama çekindim, gidemedim yanlarına, gece de televizyonda gördüm onları. İyi ki de gitmemişim dedim kendi kendime. Niye mi? Kocam beni boşardı. Kayınlarım, ağabeylerim, kaynatam, babam, amca dayı, teyze halaoğulları yüzüme bakmazlardı. (…) ‘Bedenim benimdir’ yazıyordu ellerindeki kartonlarda. Aslında yalan da değil, bedenim benimdir elbette. Ama kocama, babama, anneme, komşuma, ‘bedenim benimdir’ dersem bunu nasıl anlarlar, beni ne hale koyarlar bir düşünün hele.”
Merhaba sevgili kadınlar, sizlere anlatacaklarım var. Gün yirmi dört saat ama benim güne sığdırmak zorunda olduğum işler ben diyeyim otuz, siz deyin otuz beş saatlik. Bu sebeple kendimi tanıtma faslını atlayarak diyeceklerimi bir çırpıda söyleyip işlerime dönmem gerekiyor. Zaten adım Ayşe olmuş, Süheyla, Derya, Deniz olmuş, anlatacaklarımı ne kadar değiştirecek ki? Ya da yaşım on sekiz değil de yirmi dokuz, kırk yedi değil de elli sekiz olsa ne fark edecek? Mesleğim var mı yok mu, varsa ne işle meşgulüm, yoksa nasıl doyuyor karnım, diplomalı mıyım, yoksa hiç mi gönderilmedim okula? Evli bekâr, nişanlı ya da boşanmış mı yazmakta medenî halimin karşısında?
Temize Havale
Bircan Polat
Adını tanrıçalar katına ister Venüs ister Afrodit olarak yazdırmış olsun, kimine göre ideydi kimine göre fiziksel görünüştü ama herkes için meseleydi güzellik.
ABD’li oyun ve bağımsız film yönetmeni Neil Labute, güzellik meselesini üçlemeden oluşan oyunlarıyla didiklemiş; güzelliğe, öğrencilerin, plaza insanı “biyonik yöneticilerin” ve işçilerin gözüyle bakmıştı. Üçlemenin son oyunu olan “Zorla Güzellik”, Kent Oyuncuları tarafından sahnelenirken, güzelliğe bir de başka gözden bakmaya davet ediyorlardı. “Belki de güzellik diye bir şey yok. Belki de güzellik bir efsane, toplumsal bir dayatma, başımızı döndüren bir büyü. Peşinde koştuğumuz, gerçek olmayan bu şey…”
İktidar ve Kadın
Fatma Tuğcu
“Ana karnındaki yumurtayla ilgilenen toplum, doğan çocukların yüzlerine bile bakamaz.” Simone DE BEAUVOİR
Bu toplumun ve devletin yüzlerine bakamayacağı tek kesim çocuklar değildir elbet. Bu toplum ve iktidar kadınların da yüzlerine bakamaz. Çünkü istatistiklere vuran her kadın cinayetinin ardında sorgulanmamış ön yargılardan, kanıksatılmış toplumsal bellekten beslenen, devletin tüm kurumlarıyla çözümsüz, hantal kaldığı sarmal bir sistem yatmaktadır.
Bu yazının konusu, iktidarın “hümanist” maskesinin altında yatan ideolojidir. Kapitalizm, en tutulan toplumsal yapı olduğu zaman cinsellik kapitalizm tarafından biçimlendirilmiş, denetim altına alınmış, istismar edilmiş ve bastırılmıştır.
Kürtaj ve Uludere: Sömürerek Öldürme ve Yaşatmadan Öldürme
Emine Ayhan
Egemenin pervasızlığı ise, kurucu özelliklerinden olan tanrısal hesap sorulamazlığından, mutlak karar vericiliğinden kaynaklanır. Bu yüzden, egemen devletin, geçici hükümetlerin seküler veya muhafazakâr yönelimlerinden büyük ölçüde bağımsız olan teolojik/ilahi boyutunun kristalleştiği bir “bilgi paylaşımı” olarak değerlendirmek gerek bu ve bunun gibi önerme ve sözceleri.
Bu ülkede hükümetler, anayasa tartışmaları, darbe eleştirileri gelir geçer ama egemen devletin hiç değişmeyen şiddet ve denetleme pratiklerine eşlik eden “parıltılı” önermeleri, sözceleri kalır hafızalarda; hayatla ölümün kıyıcı bir ironiyle yan yana geldiği bu sözcelerden en unutulmazı “Hayata Dönüş” idi. Başbakanın “Her kürtaj bir Uludere’dir” önermesi “Hayata Dönüş” sözcesiyle yankılanarak bize bu ülkede hiç değişmeyeni hatırlatıyor, unutturmuyor.