Edebiyattan Hayata: Yazarak Dönüşmek
Sezer Ateş Ayvaz
PEN Kadın Yazarlar Komitesi olarak; Müge İplikçi, Nazan Haydari, Nalan Barbarosoğlu, Karin Karakaşlı, Özlem N. Yılmaz ve Sezer Ateş Ayvaz, 2007 Eylül’ünde buluştuğumuzda bir dizi etkinlik planlamıştık. Edebiyattan hayata- kadın yazarlarımıza bakmaya, dillerini, yapıtlarını görünür kılmaya ihtiyaç duyuyorduk. Bu yolculuk, toplumsal tarihimizi, kadın yazarların ilham verdikleriyle yeniden kurmaya, belleğimizi diri tutmaya doğruydu. Bir çok cephede mücadeleyi gerektiren bir hayatın içindeydi kadın yazarlar ve her dönemde, hayatlarını zorlaştırıp, yokuşlara süren yazma edimini var etmeye çabalamışlardı. Eril içerik, kadın yazarları, edebiyat kanonu içinde ya görünmez, ya da güçsüz kılmak istemişti. Hem hayatlarına, hem de yapıtlarına dikkat çekmeliydik.
Güzin Dino, Nezihe Meriç etkinliklerini Sevgi Soysal, Nezihe Meriç, 12 Mart Edebiyatı dosyalarını gerçekleştirdik.
Sonra, 17 Nisan’da Bilgi Üniversitesi’nde Fatma Aliye, Şair Nigar, Nezihe Muhiddin, Güzide Sabri ve Suat Derviş’le buluştu serüvenlerimiz. Üstelik yalnız da değildik: Şirin Tekeli, Ayşegül Baykan, Zehra Toska, Yaprak Zihnioğlu, Serdar Soydan ve Melike Koçak, yazarlarımıza, kadının toplumsal belleğine, konuşmalarıyla ışık düşürdüler. 17 Mayıs’ta yine Bilgi Üniversite’sinde Peride Celal, edebiyatı ve hayatıyla, dilimizi ve belleğimizi güçlendirdi.
Bu buluşmalar boyunca, zihnimde, şöyle bir düşünce dolaştı durdu: Her insanın bir hayatı var, iyi kötü, zengin yoksul, uzun veya kısa. Sadece bir hayatı var. Suat Derviş’in de bir hayatı vardı. Tıpkı, Fatma Aliye, Nezihe Muhiddin, Şair Nigar, Güzide Sabri gibi. Oysa bir hayat daha olmalıydı. Bir hayat daha: Mücadelelerini daha uzun soluklu kılacak, güçlükleri aşmada daha şanslı olabilecekleri, daha çok gülebilecekleri, bir hayat daha…
Çünkü edebiyata bıraktıkları sözler ne kadar derin, ne kadar kapsamlı ve ne kadar ihtişamlı olursa olsun, kadınların hayatları, tamamlanmamış olduğu duygusunu veriyor, insana.
Çünkü henüz açılacak bir yol için ilk adımları onlar attılar. Daha pek çok adım gerekiyordu bastıkları toprağın yol olabilmesi için. Toprak, yabancıydı, bu adımlara.
Bugün, onları ne kadar anladığımızı, geçtikleri zamanların yükünü, yüreklerindeki çelişkileri, kapıldıkları rüzgârların esintisini, ne kadar hissettiğimizi zannedersek zannedelim. Kimi kez hayretle, kimi kez sitemle, çoğu kez de öfkeyle, kabullenmekte zorlandığımız bir gerçek var: Kendi hayatlarının sahibi olamayışları. Kadınlar, ne kadar iradeli olurlarsa olsular, hayatlarının, istediklerince sahipleri olamıyorlar, çok zaman…
Bu gerçek, geçmişin kadın yazarlarına bakıldığında, çok daha net, acıtıcı bir biçimde çıkıyor karşımıza.
Burada, onlara ve yönelişlerine dudak bükmek yerine, bir gerçekliğin ayırdına varmamıza katkı verdiklerini ve bize yüzyıllarca değişmeyen ancak dereceleri değişen bir patriarkanın, toplumsal cinsiyet rejiminin dayattığı koşulların acımasızlığını terennüm ettiklerini görmemiz gerekir. Evet, kadın yazarlar, buna rağmen, hayatlarının içinden süzülen bir sözün sahibi olabilmeyi bilebildiler. Farklı bir duyarlık, yeni bir dil’le var olabilmek için mücadele ettiler. Hem kendileri, hem de diğer kadınlara adına. Çünkü yeni bir dünyayı yaratmanın, kendi dillerini oluşturmaktan geçtiğini anlamışlardı. Yoksa bugün, anımsayamazdık onları. Edebiyatın ve toplumsal tarihin, erkek egemen yazımına rağmen, bugüne konu olabilecek gücü, direnişi gösterebildiler.
Bir PEN Kadın Yazarlar komitesinin durmayacak. Diğer yazarlarımıza gelecek sıra; kadın yazarlarımızca oluşturulmuş gökkuşağını görmeye, görünür kılmaya çabalamaya devam edeceğiz; Leyla Erbil, Tomris Uyar, Füruzan, İnci Aral…ve diğerleriyle…
Her biri, ayrı bir kavşakta, deneyimleri, sözcükleri ve hayatlarıyla, yazarak dönüşmemize katkıda bulunanlara selam olsun, adını andıklarımız ve anamadıklarımıza…