Bir kadın yaşamöyküsünü belgelemek

Bişeng Özdinç

“Dünyaya iki kez bakmayı öğrenmeliyiz”
(Bir Hint Atasözü)

Ben aşağıda anlatılanları tarih kitaplarından ya da belgelerinden edinmedim. Tarihsel belgeler ve kitaplar geçmişimiz hakkında her şeyi söylemiyor. Geleneksel tarih büyük olaylara ve tanınmış insanlara odaklanmaktan, ötekilerin yaşam deneyimlerini kaçırma eğiliminde. Oysa ki tarih çemberimizi çevirdiğimizde kendi ailemizde, topluluğumuzda, bizden yaşlı olanların deneyimlerinde ve yaşayan canlı belleklerde ne çok şey görüyoruz!
Kuşkusuz kendisi hakkında söylenenler yanında, onu görebilmeyi ve kendi öyküsünü kendi ağzından, kendi sözcüklerinden dinlemeyi çok isterdim. Ne yazık ki geçmişe gidemeyiz. Ama hayatlarımızın bir ucuna değen ve hep değmeye devam edecek olan bu deneyimler hakkındaki bilgimizi hiç olmazsa yaşayan bu canlı belleklerden taşıyabilelim. Sormak yetiyor işte!
Yaşam hikâyelerini sonsuza değin kaybetmek yerine, bize anlatılanların kaydedilmesi bile ‘düşüncelerin’, ‘duyguların’ ve ‘gerçeğin’ karışımı olan bir tarihin ölmesini engelleyecektir. Bir yaşam bedensel olarak sona erdiğinde, hatıraların da unutulmaya yüz tutulduğu koca bir tarihimiz var. Ama sözlü tarih hatırlamamız, öğrenmemiz ve şükran duymamız gereken bir geçmişi koruyor. Geçmişe ait yeni görünümler, pencereler açıyor. Her zaman birileri için geride okunan ve yeniden yaşama getirilen birşeyler kalabiliyor böylelikle. Sözlü tarih güçlendiriyor. Ne kadar farklı kadın yaşantıları olursa olsun okuduklarımız, ortak bir takım duygular yakalamak mümkün oluyor.

Kendi yaşamlarımızın yıldızıyız

O, Hakkari’de ilk resmi nikâhı olan kadın! Bu nikâh bir kadın ve bir erkeğin birbirlerine duydukları aşka dair yapılmış! Zamanın belediye başkanı sormuş: “Kim bu şehirde resmi nikâhı kabul eder?” Akla gelen tek isim Sabriye ve Sait Çetin olmuş…

Bir gün Vali’ye Ankara’dan bir yazı gelir. Kadınlara medeni hakların verilmesi konusunda ülke çapında çalışmalara başlandığına dair! Vali de hemen Belediye Başkanı’nı arar. Resmi nikâhla ilgili olarak örnek teşkil etmesi için Hakkari’de girişimde bulunmasını ister.

“O dönemler hiç kimsenin nikâhı yok. Belediye Başkanı geliyor. O zaman diyorlar Hakkari’de tanınmış kim var… Sait Çetin o zamanlar Hakkari’de en tanınan kişilerden biri… Arkadaşları da bize uymaz, bizim aileler sorun yapar, ama ‘O yeni evlenmiş’ diyorlar… Karısını da çok sever… Kesin kabul eder… Onlar teklif ediyorlar, o da kabul ediyor”.

Hakkari’de ilk defa bir kadın Belediye binasının merdivenlerini bir nikâh yapılsın diye çıkıyor…

“İlk defa bir kadın böyle Belediye’ye, Vali Konağı’na gidiyor… Ayşe Yenge’yi de alıyorlar yanlarına öyle gidiyorlar; korka korka… Acaba karşılarına ne çıkar… Belki kandırıldılar… Her şey olabilir o dönemde… Okuma yazma yok ki!”

Küçük parmağını mürekkebe batırdıktan sonra, kendisine gösterilen yere dokunduruşu onu artık resmi nikâhlı bir kadın yapıyor! Başkan’ın kendisine yaptığı öneriyi sevgili eşine bir akşamüzeri armağanı olarak vermek isteyen Sait Çetin, kendisinden sonra birçoklarına cesaretiyle öncülük etmiş oluyor böylelikle!

“Onlar bu nikâhı yaparak Hakkari’de diğer insanlara öncülük yaptılar aslında”.

Öyle rivayet ediliyor ki 1930’larda dünyaya geliyor Sabriye Çetin. Sait Ağa’nın torunu, Fuat Ağa’nın ve Hacı Nesibe’nin kızları. İki anneden olan dördü erkek, altısı kız, on kardeşin en büyüğü. Çocukluğu, yaşamının sadece 14 yılı, o zamanların en güzel evlerinden olan iki katlı bir toprak evde, kalabalık bir ailede geçiyor. Güzeller güzeli Sabriye. Evlenmek isteyen çok oluyor. Ama en çok karşı komşularının oğlu Sait Çetin gözlerini alamıyor Sabriye’den… 1944 yılında, yani daha 14 yaşında, Hacı Abdurrahman Bey’in oğlu, beş erkek kardeşin ortancası Sait Çetin ile evlendiriliyor.

“Babamlar ve annemler birbirlerine yakın oturuyorlarmış… Birbirlerini her gün görüyorlar dolayısıyla… Ve çok seviyorlar… Her iki aile birbirine çok yakın… Annemle babam arasında en az 13 yaş fark var… Ama aslında babam evlendiğinde 30 yaşında bile değilmiş! O zamanlara göre geç bir yaş bile… Babam ailenin büyüğü olduğu için aileden sorumlu oluyor, o yüzden daha geç evleniyor”

Çok çabuk büyüyor. Büyümek zorunda kalıyor. Gözlerini kapatıyor. Açıyor. Ve sonra bitiyor çocukluğu! Büyümüş gibi oluyor!

“Annem, bizim büyük Ayşe Yenge vardı, onu çok dinlermiş, onun yaptıklarına bakarmış… O da çok saygın bir kadındı… Ayşe Yenge çok yavaş yürürmüş… Annem de o kadar küçük yaşta evlenmişki! Herkes anneme ‘Bak sen bu eve gelin geldin, Ayşe Yenge’nin yolundan git, onun gibi yol ol,’ demiş, örnek vermek için, nasihatte bulunmak için… Ama annem o kadar küçükmüş ki bunu idrak edememiş, herhalde demiş bu yavaş yürüyor, ben de onun gibi yavaş yürüyeyim demiş… O bir müddet böyle yavaş yürümüş, sonra ona sormuşlar, ‘Sabriye neden böyle yavaş yürüyorsun?’ O da demiş ‘Ayşe Yenge’nin yolundan gidiyorum işte’ Sonra babam açıklamış ona aslında bunu demek istemediler sana diye… Onun davranışlarını, huyunu al demek istedik demişler”

O zamanların evleri çok kalabalık… Tüm kardeşler, eşleri, çocukları, halalar, amcalar, herkes beraber, iç içe yaşıyor… Böyle kalabalık aileleri yönetmek evin büyük erkeğinin sorumluluğunda. Her şey erkekten sorulur, erkek karar verir! Sait Çetin ve Sabriye Çetin ailesinde ise durum çok farklı! Her şeye birlikte karar veriyorlar. Çevresindeki kadınlara da en çok bu konuda yol gösteriyor. Kadınlar hep imrenerek bakıyorlar ona!

“Eşi ticaretle uğraşırdı; bütün malı mülkü o yönetiyordu, para ondaydı.. Ama bir eve ne gerekiyorsa söz sahibi Sabriye’nindi… O zamanların evleri bir köy nüfusu kadardı… 50-60 kişilik ailelerden söz ediyoruz… Parayla ilgili her şey Sabriye’den soruluyordu… Öyle güzel idare ediyordu ki… Hep derdik ‘Keşke biz de öyle özgür olsak’ diye”…

Hakkari’de eskiden kadınlar ve erkekler aynı mekânı paylaşmaz, aynı yerde yemek yemezler. Ama Sabriye Çetin başından buna karşı koyar. Eşi ise onu öyle çok sever ki asla itiraz etmez bu isteğine… Onların evinde kadın erkek ayrılmaz!

“Şimdi bile kadınlar ile erkekler Hakkari’de çoğu zaman aynı sofrada oturmazlar. Ayrı ayrı yemek yerler geleneklerden dolayı… O, o zamanlarda bile eve gelen her erkek misafirle aynı sofrayı paylaşırdı ve asla yadırganmazdı bu durum. Hiçbir erkeğin sofrasından da kalkmamıştır ve bize de çok örnek oldu. Bir gün hatırlıyorum, onlara yemeğe gitmiştik. Erkek kardeşlerinden birisi de oradaydı, tam hatırlamıyorum hangisiydi, dedi ki bize, erkeklere ayrı sofra hazırlattır… Hiç unutmam o bakışını, dedi ki o da, ‘Ayrı yemek istiyorsan sen tek başına ye, biz düzenimizi bozamayız,’ … Tüm kadınlar ve erkekler birlikte yedik… Çok cesur bir kadındı”…

Elli yıllık yaşamında beşi kız, ikisi oğlan 7 çocuk sahibi olan Sabriye Çetin ailesine çok bağlıdır.

“Öyle güzel sözleri vardı ki… Az ve öz konuşurdu zaten… Bir gün kardeşlerine şöyle dediğini duydum: ‘Onlar kabuk, biz ise cevizin içiyiz… Onlardan bize ne’…”

Simsiyah karası gözlerine eşlik eden uzun kirpikleri kalbinin ve dilinin sesini yansıtır… Kocaman kalplerin kocaman bir öyküsü Sabriye… Sessiz… Ahenkli… Akan… Derin… Gözlerine bakıldığında bu sözcükler okunur adeta! Bir de sol yanağındaki ben’i çok güzeldir. İnce belli, uzun boyludur. Saçları dimdik yürüyüşünde asil asil salınır…

“Bir topluma girdi mi herkes ayağa kalkardı onun güzelliğini görmek için… Onu merak ederlerdi… İnce çorapsız, boyasız, topuksuz ayakkabı ile çarşıya asla gitmezdi”…

“Her zaman yerel kıyafetler giyerdi… Kendine giydiğini çok yakıştırıyordu… O yerel kıyafet onun üzerinde nasıl duruyordu Allah’ım! Çok zevkliydi… Hep kadifedendi elbiseleri… 45 yaşlarında vardı onu ilk gördüğümde… Hayran kalmıştım.”

Onu güzel olarak hatırlatan bir de kalbi vardır… Paylaşmayı seven, dayanışmacı, sevgi dolu… Herkesin dert ortağı, akıl hocasıdır… Bildiği her şeyi öğretmek ister…

“Her şeyi sana öğretirdi ama yine de seçimi sana bırakırdı… Her şeyi öğrenebilirdin, danışabilirdin ona… Bak iyi budur, kötü budur… Sürekli bizlere kesinlikle okumamızı salık verirdi… ‘Ne yapın ne edin, okuyun,’ derdi. Etrafında okuyan insanlar vardı ve bu çok etkilemişti onu. O yüzden çocuklarının da okumasını, bizim de okumamızı çok isterdi… İleri görüşlüydü”…

“Insanlar Sabriye’yi hatırlarken genelde hep şöyle söylerler: ‘Allah razı olsun Sabriye’den, bunu bana öğretti, buna sebep oldu’ … Ben hep bu sözleri duydum insanların ağzından”…

“Sıkıntılı oldum mu onun yanına giderdim. Hemen anlardı benim sıkıntılı olduğumu… Öyle güzel karşılardı ki! Mesela ben bir derdimi ona söylediğimde hep iyi tarafından bana yol gösterirdi. Çok gençtim o zamanlar. Beni de kırmazdı, ama taraf da tutmazdı”…

Çok saygı görür… Çok sevilir çünkü o çok saygı duyar herkese…

“Bir misafir onların evlerine gittiğinde illa ki minder koyacaklardı misafirin altına. Çok değer verirdi herkese. Kadınlarla arası çok iyiydi. Medeniyeti çok severdi. Gerici değildi. Hayatımın yedi – sekiz yılında onu tanıdım ama hiç unutmadım. Anne gibiydi. Allah hem ruh güzelliği hem fiziki güzellik hem de akıl güzelliği vermişti. Bütün güzellikler ondaydı.”

“Asla kötü konuşmazdı. Asla onun sesini yükselterek konuştuğunu duymadım. Bağırarak konuşanları hemen ikaz ederdi. Bir topluma girdiğinde herkes yediden yetmişe ayağa kalkardı saygıdan. Yavaş konuşurdu… Asla toplumda kimseyi bozmazdı, kenara çeker uyarırdı. İnsanlara yol gösterirdi. O hep kalbiyle konuşurdu”

En çok yalan söylenmesine kızar. Yalanı hiç sevmez! Başka da sevmediği birşey yoktur…

Ailesi bu fotoğraflardan haberdar değildir yakın zamana kadar. İlk kez anne ve babalarının bu kadar genç yaşta çekilmiş fotoğraflarını gördüklerinde çok duygulanırlar.

“Bizim haberimiz yoktu bu fotoğraflardan… Görünce tabii çok şaşırdık… Bizde fotoğrafları vardı ama bu kadar genç yaşta çekilmiş fotoğrafları yoktu… Babamızı da öyle siyah saçlı görmemiştik”…

On dört doğum yapmış, yedi çocuk büyütmüş. Kırgınları barıştırmış, kavuşamayanlara elçi olmuş. Kadınların hep ayrı bir yeri olmuş hayatında. Destek olmuş onlara. Yol göstermiş. Çok değer vermiş, çok değer almış. Neler görmüş, neler geçirmiş! Ama bir başka sevmiş.

“Annem ve babam birbirlerini çok sevdiler… Birbirlerini başlarında taşıdılar”…

“Görücü usülü ile küçük yaşta evlenmişti ama kocasına âşıktı… Kocası da onu çok severdi… Birbirlerine taparlardı”…

Gülen gözleriyle hüzünlü hatıralarda şimdi o. Sözcükler çoğu zaman düğüm düğüm kaldı boğazlarda… Gözyaşlarının akmasına engel olmadı kimse… Ama en çok hissedilen şey ona dair konuşmaları dinlerken o anda, yaşamda bıraktığı özlemdi… Hep konuşmaların ardından derin bir ah çekilmesinin nedeni de buydu sanırım. 1980 yılının ilk aylarında yaşama veda ederken ardında kocaman bir yaşam bıraktı çocukluğumdan beridir anılarıyla kulaklarımı dolduran, merakımı perçinleyen ve bende de büyük bir özlem yaratan…

“Hayatımda en acı günlerimden biri, onun acı haberini aldığım gündür… O benim içimde çok büyük bir yara oldu yıllarca… O benim ablamdı, benim yol gösterenimdi… Onun gülüşünü hep hatırlıyorum… Gözleriyle gülüyordu… Çok mertti, çok görmüştü… Diyebilirim ki onun üzerine bir kişi daha çıkmadı şu Hakkari’de!”…

Share Button