Yerel Seçimler Özelinde Doğal Müttefikler
Sedef Çakmak*
Geçenlerde SPoD LGBT Derneği temsilcisi olarak sadece kadın ve LGBTI hakları üzerine çalışan STKların olduğu bir toplantıda kadınlar ve LGBT’ler lafının sık sık tekrarlandığını duyduğumda bir anlık bir kuşkuya düştüm; acaba kadın hareketi ve LGBTI hareketinden mi bahsediyorlar, o yüzden mi ayırma ihtiyacı duyuyorlar diye. Sonradan ne yazık ki acı gerçeği fark ettim, bireylerden bahsediyorlardı: Kadınlar ve LGBTler… LGBT harflerinin sadece bir tanesinin, gey kelimesinin, doğrudan erkek eşcinselleri tanımlayan bir kelimeye işaret ettiğini düşünecek olursak, geriye kalan lezbiyen, biseksüel ve translar “kadın”ın dışındaki bir varlığa mı düşüyorlar, neden bu böyle diye kendi içimde düşünmeye başladım. Ben bu sorularla o anda tartışılan bütün önemli meseleleri unutup “dünya toz ve gaz bulutuydu”dan başlama ihtiyacı hissettim. İçgüdüsel olarak söz alıp yine yeni yeniden kendimi ifade etmenin gerekliliğini hissettim:
“ben kadınım ve eşcinselim!”
Lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks (LGBTİ) hareketinin kadın hareketi ile doğal müttefikler olduğu söylenegelir. Doğrudur, her iki hareket de ataerkil düzenden az çekmemiştir. Kadının üzerinde fütursuzca kurulan beden politikalarının ucu her zaman kadın eşcinseller ve translara olduğu kadar erkek eşcinsel, translar ve intersekslere de dokunmaktadır. Her iki hareket de ahlâk, namus gibi kavramların nasıl masum canların en iyi ihtimalle hayatlarını zindana çevirdiğine, en kötü ihtimalle de onları ölüme sürüklediğine bizzat şahit olmuştur. Birey olmayı geçtim, insan yerine konmak için bile nasıl her gün mücadele verildiğini yaşamıştır, görmüştür.
Aslında feminist hareket LGBTİ hareketine çok şey katmıştır, lgbti kısaltmasının “g” yerine “l” harfiyle başlamasının arkasında hareketin içine sinmiş bir feminist perspektif vardır. Aynı perspektif bir blok halinde anlaşılması pahasına kendisine LGBTİ der ve “eşcinseller” diye genellemekten alıkoyar, keza ataerkil anlayış eşcinsellerin içinde kadınların olabileceğini aklına getirmez. Hareket içinde kadınların karar mekanizmalarında yer almaları diğer karma gruplara nazaran çok daha kolaydır, bunda da feminist anlayıştan beslenen kadınların harekete erken yıllarda dahil olmasının ve yine bu anlayıştan beslenen erkeklerin yeni kurdukları iktidar alanlarını korumayı seçmek yerine bunu sürekli sorgulamalarının önemi büyüktür. (Hareketin ortalarında ortaya çıkan queer tartışmalarının etkisi ise başka bir yazının konusu olmayı hak etmektedir.) Tabii ki ataerkil düzenden arındırılmış bir alan yoktur, fakat bu düzenin her daim eleştirildiği ve kınandığı bir alandır lgbti hareketi, tıpkı feminist hareket gibi. Sırf bunun için bile nefes alınabilecek bir vaha gibidir.
Şimdi bu lgbti hareketi, elinin hamuruyla, son derece “erkek erki” bir alandan taleplerde bulunmaya başladı. “Gettoları değil, şehrin tamamını istiyoruz” diyen lgbtiler ve örgütleri yaklaşan yerel seçimlerle ilgili türlü çalışmalarda bulunmaya başladı. Gezi direnişi bazı lgbtilere güç ve özgüven verirken bazılarımıza da kendi şehrimize sahip çıkmanın ne kadar önemli olduğunu öğretti. Tabii ki her hareket geçmişten getirdiği deneyimlerle büyür ve gelişir. LGBTİ hareketi de 90ların başından 2000lerin ortasına kadar “acaba benim yaşadıklarımı yaşayan başkaları var mıdır?” anlayışından kendisine benzer hislere sahip olan kişilerle bir araya gelerek örgütlenme yoluna gitmiştir. Yalnız olmadığını anlayan ve inisiyatiflerini kuran aktivistler 2000lerin başından itibaren de temel insan haklarının korunması için taleplerde bulunmaya başlamıştır. LGBTİ hareketinin siyasi alanda şu zamana kadar yapıp ettikleri çoğunlukla TCK süreci, yeni anayasa yazımı, nefret suçlarının yasalaştırılması gibi genel politikaya yönelikti. LGBTİ hareketi için 2007 genel seçimlerinin çok önemli bir yeri vardı, bu yıl bizim ilk defa meclise girme şansı yüksek olan politikacıların ağzından “eşcinsellerin yaşam hakkı” lafını duyduğumuz bir yıldı. 90lı yılların sonunda yerel seçimlere katılan Demet Demir’in transseksüel kadın kimliğiyle ÖDP milletvekili adayı olduğu yıldı. 2009 yerel seçimlerinde Belgin Çelik’in transseksüel kadın kimliğiyle Beyoğlu muhtar adayı olması bu süreçleri izlemişti. Her ne kadar hareketin desteklemiş olduğu bu adaylar seçimleri kazanamamış olsa da bunlar ve bu yazıya sığdıramadığım diğer siyasi faaliyetler hareketin evrimi için göz ardı edilemeyecek deneyimlerdi.
Yeni Anayasa yazımı sürecinde LGBTİ hareketi TBMM’de hali hazırda bulunan partilerin hangileriyle ittifak yapabileceğini, hangileriyle yapamayacağını daha net bir şekilde gördü. Hakkın verilmeyen, kazanılan bir şey olmanın bilinciyle, Gezi’nin de vermiş olduğu özgüvenle daha önceden yapılamamış şeyleri gerçekleştirmeye başladı: İstanbul özelinde tüm LGBTİ oluşumlarının ve bireysel aktivistlerin destek verdiği LGBT Siyasi Temsil ve Katılım Platformu’nu kurdu. Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği’nin (SPoD) organize etmiş olduğu Siyaset Okulu’na katılan İstanbul’daki ve diğer şehirlerdeki örgütlenmelerle birlikte LGBTİ-dostu kentler için taleplerini yazdı. Platform’un da Siyaset Okulu’nun da ortak amaçlarından biri olan, LGBTİlerin yerel seçimlerde aday adayı olmalarına teşvik edilmesi aktivist bireyleri de bu yönde kendi kararlarını vermeleri için cesaretlendirdi. Bu seçimlerde hareketin içinden gelen 3 aktivist İstanbul Beyoğlu, Beşiktaş ve Şişli Belediye Meclisi Üyeliği için CHP’den aday adayı olurken, 3 aktivist Kadıköy, Beyoğlu ve Şişli Belediye Meclisi Üyeliği için HDP’den aday oldular. İstanbul dışında da Ankara’da 2 aktivist HDP Çankaya Belediye Meclisi üyeliği için HDP’den aday olurken Mersin’de de bir aktivist Yenişehir Belediye Meclisi Üyeliği için BDP’den aday olmuştur. Daha birkaç yıl önce heteroseksüel politikacılardan medet uman LGBTİ hareketinin kendi içinden bu kadar çeşitli Belediye Meclisi üyesi adayları ve aday adayları çıkarmış olmasının değeri göz ardı edilemez. Bu 9 arkadaşın 6 tanesinin kadın olması da beni yazımın başlangıcında yaptığım noktaya geri döndürmektedir.
Ataerkil düzende yaşamış olmanın getirdiği ortak sıkıntılar bütün kadınları, kendini kadın-erkek diye tanımlamayanları, eşcinsel, biseksüel ve trans erkekleri de etkilemektedir. Bu ortak sıkıntılar için güç birliği yapılması kadar heteroseksist anlayışın yıkılmasının hedeflenmesi de gereklidir. Çünkü heteroseksist anlayış, LGBTİlerin ve kendilerini bu tanımlarla kısıtlamayanların özne olmaları önündeki bir engeldir, buna sırt çevirmek bir grubun özne olmasının önemsenmediği anlayışını doğurmaktadır. Yanlış anlaşılmalar da sonunda karşılıklı gereksiz kırgınlıklara dönüşmektedir.
Peki, yerel yönetimler özelinden konuşacak olursak, ne gibi şeyler yapabiliriz mesela? Bir çırpıda aklıma gelen birkaç şeyi paylaşmak isterim:
Kadın-dostu kentler kavramının yerleşmesinin gerekliliğine inanıyorsak, kadın adayların sıklıkla düştüğü bir yanlış olarak, her kadının doğurgan, anne, eş olduğu yargısına dayanarak taleplerimizi dillendirmememiz gerekiyor.
Belediyelerce verilecek meslek eğitimlerinin eleştirisinde ataerkil düzenin kadına biçtiği roller kadar, bu meslek eğitimlerine LBT kadınların da kendilerini rahat hissederek katılabilmesinin gerekliliğini ifade etmemiz gerekiyor.
Kreşlerin açılmasını talep ederken, o kreşlere anneleri/babaları LGBTİ olanların çocuklarının, hatta çocukların bizzat kendilerinin LGBTİ olabileceği gerçeğini göz ardı etmeden kreşlerin yapısını inşa etmemiz gerekiyor.
Belediyelerde hukuki ve psikolojik danışma merkezlerinin, acil şiddet hattının açılmasını ve bu danışma merkezlerinin LGBTİlerin ihtiyaçlarına da cevap veren bir nitelikte olmasını dillendirmemiz gerekiyor. Evlenmeye zorlanan, kocasından şiddet gören her kadının heteroseksüel olduğunu varsaymak bu duruma maruz kalan kişilerin ihtiyaçlarını analiz ve talep ederken yanlış yapmamıza da neden olur.
Kadın sığınma evlerinin yanısıra LGBT olduğu için ailesi tarafından evden atılan/şiddet gören kişilerin de sığınma evlerine ihtiyacımız olduğunu söylememiz gerekiyor. Eşcinsel/trans/interseks olduğu için zorla evlendirilmeye, tedavi edilmeye, bedensel müdahaleye ve fiziksel/psikolojik şiddete maruz kalanlar sadece kadınlar olmamaktadır. Mevcut kadın sığınma evlerinde ise lbt kadınların da kendini güvende hissettiği bir ortamın yaratılmasının gerekliliğini ifade etmeliyiz.
Evde bakım hizmetlerinin yaşlı LGBTİ bireyleri de kapsaması için uğraşmalıyız.
Yoksulluğun sadece göç eden heteroseksüel bireyleri değil, kimliği sebebiyle göç etmek zorunda kalan LGBTİ bireyleri de vurduğunu unutmamalıyız.
Ulaşım sorunundan bahsederken otobüse bindiği andan itibaren şoföründen yolcusuna herkesin üzerine diktiği bakışlarla toplu taşımaları neredeyse kullanamayan duruma gelen trans kadınları da unutmamalıyız.
Güvenli sokaklar dediğimizde sadece aydınlatılmış sokaklar değil, canları pahasına sokakta çalışan seks işçisi trans kadınların da güvenliğini göz önünde bulundurmalıyız.
Bu ve bunun gibi talepler hepimizin hayatlarını çevrelemiş olan ataerkil sistemle daha güçlü bir şekilde baş etmemize olanak sağlayacaktır. Doğal müttefiklik durumundan üstümüzdeki ölü toprağını silkip aktif ortaklık durumunu geçmişte çeşitli durumlarda olduğu gibi bu yerel seçimlerde de tekrardan yakalamamız gerektiği aşikârdır. Bu noktada sanki daha fazla birbirimize dokunmaya, buluşmaya ve konuşmaya ihtiyacımız varmış gibi hissediyorum. Memlekette her örgütün gündemi aşırı yoğun olmakla birlikte, kısıtlı enerjimiz ve zamanımıza rağmen bir araya gelmelerimizin çok değerli olduğu inancını taşımaktayım. Sonuçta ortak noktalar çok, bu sebeple KaosGL’nin yıllardır ifade ettiği gibi: “Eşcinsellerin özgürlüğü heteroseksüelleri de özgürleştirecektir.”
*Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SpoD) Yönetim Kurulu Üyesi
Bu makale Amargi Yerel Seçimler Özel Sayısı’ndan alınmıştır. Derginin tamamı için lütfen tıklayınız.