5 Harfliler: Kendi Nefesimizi Açıyoruz
Aksu Bora
Kimsenin önyargısı, bariyeri yok birbirine karşı. Herkes aynı amaç uğruna birbirine çok yakın duruyor. Tam bir “kafadar” grubu bu. Ayrıntılarda kaybolmamanın sırrı da bu herhalde.
1. Kimsiniz siz, üç harflilerle bir ilişkiniz var mı?
Hem var, hem yok! Sitenin adını kadın kelimesinin neredeyse ayıp sayılması üzerine, cinlere “üçharfli” diye hitap edilmesine istinaden koyduk. Bayan/kız/kadın ayrımından yılanlar için… Sitenin ana kadrosunda sekiz kişi kadarız, dışarıdan katılımcılarla beraber yirmiyi çoktan geçmişizdir. Çağla yazarlık, editörlük yapıyor, bir de hala öğrenci. Duygu fotoğrafçı. Kiraz, tarih alanında doktora çalışmasını sürdürüyor. Zeynep makine mühendisinden bozma yazılımcı. Oşu yazıyor, çeviriyor, basıyor. Nigar haberci. Feride şimdilik öğrenci. Deniz bir kadın örgütünün yayınlarından sorumlu.
2. Siteniz müthiş. Çok geniş bir konu ve malzeme yelpazesi!.. Kadın gündemini takip etmek derken, bununla ilgili bir şey miydi kast ettiğiniz?
Kadın gündemi derken bir kadının gündemine girebilecek her şeyi kastediyoruz, bu konuda da çok inatçıyız. Konu kısıtlamamız asla yok, içeriğin tek ortak noktası kadın düşmanı olmaması, nefret söylemi içermemesi. Zaten siteyi biraz da bunun için açtık – Kadın sitesi dendiğinde kullanılan en yaygın kategoriler Evlilik / Güzellik / Sağlık / Magazin. Koskoca hayat bu dört kareye bölünebilir mi? O yüzden biz kategorileri olabildiğince geniş tutmaya çalıştık: Görsel / Haber / Video / Yazı ve son olarak çapkın gözlüler için Arzu Tramvayı var. Eski gazete haberlerinden, seyahatnamelerden ve filmlerden sürekli alıntılar yapıyoruz ayrıca. Zamanında gözden kaçmış ya da göze zaten hiç batmamış ayrıntıları toparlıyoruz bu kaynaklardan.
Yazıların yorumlarla zenginleşmesine, ana yazar kadrosu haricinde gelen yazılara da çok mutlu oluyoruz.
3. Evlilik, güzellik, sağlık ve magazin sizin sitede de önemli yer tutuyor ama beş harfli olunca, dünya başka türlü görünüyor gibi! Dünyaya beş harfliler gözünden bakarken, ayrıntılara gösterdiğiniz dikkat ve aynı zamanda onların içinde boğulup gitmemeniz… Bunu nasıl beceriyorsunuz, nereden besleniyorsunuz? Mesela bir araya gelip konuşuyor musunuz yazılar üzerine?
Kiraz: Yazarlar arasındaki sürekli iletişim sağlayan e-posta grubu çok iyi işliyor. Ayrıntılar orada yakalanıyor, ya da zaten yakalanmış halleriyle gruba sunuluyor. Bazen ufak eklemeler yapılıyor bunlara, biri bambaşka bir yerden bakıyor. Bazı yazılar bu süreçten geçerek son haline geliyor. Bu grupta ilginç bir durum var, bahsetmeye çok değer buluyorum. Herkes birbirine çok yakın, oysa bazılarımız bir diğerini şahsen tanımıyor bile. Buna rağmen kimsenin önyargısı, bariyeri yok birbirine karşı. Herkes aynı amaç uğruna birbirine çok yakın duruyor. Tam bir “kafadar” grubu bu. Ayrıntılarda kaybolmamanın sırrı da bu herhalde. Herkes ayrıntıları görebilecek ama büyük resmi de unutmayacak denli alarm durumunda yazıyor yazıları.
Çağla: Siteye arada kozmetik yazıları yazdığım için hemen üzerime alındım, mini bi not düşmek isterim! Mesela onları “Feministiz ama o çeşit de içeriğimiz olsun, eksik kalmayalım” düsturuyla yazmıyorum, konuya hakikaten düşkünlüğüm olduğu için yazıyorum. Bir de onun arkasında belki yirmi senelik bir moda dergisi zehirlenmesi var: “Bu ürün olmadan hiçsiniz” vs. – Endüstrinin en büyük silahı, o yaratılan yetersizlik hissi. O yüzden yazıların adına “güzellik” dememeye çok dikkat ediyorum. Okuyanların bunlara mutlaka ihtiyaçları olduğunu filan değil, bunun hayatta eğlenceli olabilecek bir fazlalık olduğunu hissettirmeye çalışıyorum. Makyaj ve güzellik endüstrisiyle acayip çok problemim, kızgınlığım var, aslında onların da yazısı yazdıklarım… diye düşünmek isterim.
Nigar: Evlilik, güzellik, sağlık ve magazin ve daha “kadın kategorisi” olarak kalıplaşmış her konuda okuyacağım bir yazı türü var aslında; kendimin okuyacağı, arkadaşlarıma anlatmak isteyeceğim konuları seçiyorum, o şekilde yazmaya çalışıyorum. “Güzel olmaya çalışmakla” ilgili bir derdim yok mesela, sorun bu kategorilerin bir arada veriliş şeklinde ve hem üslup hem içerikte inanılmaz derecede kıt olmalarında. Çağla’nın söylediği gibi seneler boyu gazete-dergi okuya okuya neyi istemediğim konusunda gözüm keskinleşti ama yine de yazarken bazen elimin ezberlediğim kalıplara gittiğini farkediyorum -bir makyaj malzemesini veya kıyafeti hangi sözcüklerle tarif edeceğim konusunda örneğin- onun da tek çözümü daha çok yazmak galiba. Ben 5Harfliler ekibinden doğrudan olmakla birlikte diğer kadınlardan alıyorum ilhamın büyük kısmını – hem arkadaşlarımdan hem de tanımadığım kadınların fotoğraflarından, çektikleri vidyolardan, tweetlerinden, yazılarından.
Oşu: Bariz birşey söylüyor olacağım ama bence bahsinin geçmesi önemli. Hepimiz ailelerimizle olan ilişkilerimizden, güncel olaylar üzerine ettiğimiz muhabbet ve tartışmalardan oldukça besleniyoruz bence. Soruda sıralanan kategoriler ekseninde, arkadaşlarımın aileleriyle yaşadıkları çatışmalardan ve onları mutlu etmeye çalışma hikayelerinden çok etkilendiğimi buraya not düşmek isterim kendi adıma. Sonra bunları 5harfliler grubuna taşıyıp onlarla düşüp kalkmak, alıp vermek insanın gözünü açıyor tabii.
Zeynep: Açık söyleyeyim, 5Harfliler olmasa ayrıntılarda boğulup gitmeye çok müsaitim. Gün içerisinde mail grubundan bir şeyler gelince kafam açılıyor, beni bu aralar ayakta tutan çok şeyi kendi aramızdaki konuşmalarımızda buluyorum. (İş gereği sessiz sakin, çıtır çıtır klavye seslerinden başka pek bir şeyin duyulmadığı bir ortamdayım, mesai sonrasında da eve gelip çayımı demliyor, kedimi seviyorum. Böyle durağan bir hayatım var.) Hal böyle olunca bu grup bende yaz vakti hafif gölgeli bir balkonda demleniyormuşum gibi hisler uyandırıyor.
4. Bu yazdıklarınızdan grubun havasını hisseder gibi oldum, çok hoşuma gitti! Kozmetikti, modaydı, “klasik” kadın mevzularına girmekten korkmuyorsunuz ve bunların nasıl cinsiyetçi, kadınları ezen şeyler olduğu hakkında konuşmak yerine, işte o “fazlalığı” görüyorsunuz. Bunun için malzemeyle baya içli dışlı olmak lazım tabii, sizin de dediğiniz gibi. Siteye her girişimde bana öyle geliyor ki, siz popüler kültür üzerine konuştuğunuz kadar, kendiniz de popüler kültürün üreticileri olarak varoluyorsunuz. Feminist bir popüler kültür mümkün mü?
Zeynep: Popüler kültürü çaya atılan şekerin yüzeyde bıraktığı tabaka gibi görüyorum ben biraz. Kitlenin kültüründe ne varsa, köpüğünde de onun izleri var. Dolayısıyla ‘Feminist bir popüler kültür mümkün mü’ sorusunun cevabı da feminizmden ne anladığınıza, ne beklediğinize, kadına bu toplum içinde ne kadar yer verebileceğinize göre değişir. Özet geçeceksem, mümkün. Yakın zamanda mı? Muhtemelen değil. Bu grubu popüler kültür üreticisi olarak düşünmeyi hiç akıl edememişim ama aradığınız böyle bir şeyse biz elimizden geleni yapıyoruz. Bir şeyi de eklemek isterim: Açıkçası 5Harfliler’e eklemlendiğimde, kadınlar hakkında, kadınlar için ne yazabileceğimi hiç bilmiyordum. Şimdiye kadar sitede harcadığım vakit keşif gezisi gibi geçti – eminim bu konuda benim gibi hisseden yazarlarımız da vardır. Bir önceki soru ile ilgili olarak misal, ucubeymişim gibi değerlendirmeyin ama ömrümde makyaj malzemeleri ile ilgili yazı okumuş değildim. Üniversite yıllarımda FHM ve Cosmopolitan’ı karşılaştırmalı okuyup yerlere yattığım tek bir sefer oldu, o kadar. (‘Cinsiyetlere dayatılanlar’ diye şu dergileri alıp okur, başka hiçbir yere dayandırmadan tez yazabilirsin çok rahat.) 5Harfliler bana nihayet kadınlığımı yaşatıyor, sağolsunlar.
Kiraz: Çok güzel, ufuk açan bir soru bu. Feminist bir popüler kültür mümkün elbette. Kadınların sıkışıp kaldıkları dünyaların yeniden ele alınması gibi düşünebiliriz bunu. Eve, mutfağa, kıyafet dolaplarına, makyaj masasına sabitlenmiş kadın resmini bu mekânları terk etmeden yeniden ele almak mümkün. Feminizm bu resmin dışına mutlaka çıkmak, dahası ortaya yepyeni bir resmi koymak gibi düşünülüyor, özellikle Türkiye’de. Öyle olması gerekmiyor. Burada anlatılması, halleşilmesi gereken kadının o mekânlara mahkûm olmadığı zeminini ve hissiyatını oluşturabilmek. Bunu oluşturmanın en kestirme yolu da ancak popüler kültürden geçiyor olurdu.
Oşu: Mümkün olmaz mı? Belki bazı 5harfli arkadaşlarım bana katılmayacak ama bence zaten var. Yalnız, gölgelerde yaşıyor. Bizim muhabbetlerimiz, sancılı yaşayışlarımız içersinde zuhur eden gündelik işler, ilişkiler, sıradan laflamalar, tepkiler, topluluklar varoldukça popüler feminist kültür üretimi de vardır. Burada ne kültürü ne feminizmi tekil olgular olarak anlamamak lazım tabii. Şöyle bir durum var; yaşanılan öyle zor hayatlar, çıldırtan haksızlıklar var ki feminizm sürekli müdafaa ya da atak hallerine sıkışıp kalabiliyor (en azından insanların belleklerinde). Haliyle hem uğraştığı meseleler ve öncelikleri, hem de dili daha sınırlı ve ağır olabiliyor. Halbuki bizim kendi aramızda yaptığımız muhabbetler, kurduğumuz ilişkiler yani görünenin, yazılanın arkasındakiler çok daha farklı alemlere, binbir çeşit alana yayılıyor ki bunlar bahsettiğiniz ‘klasik’ iç bunaltabilen kadın mevzularını da ‘klasik’ olmayan şekillerde geniş geniş kapsıyor. Aslında hepimiz farketmeden de olsa, onları yeniden ‘bizce’ üretiyoruz; kendi nefesimizi açıyoruz. Hepimiz derken de sadece kendini açıkça feminist olarak tanımlayan kişileri kastetmiyorum. Eğer öyle olsaydı feminizmi sadece entelektüel bir fikir ya da uğraş kalesine kapatmış olurduk ki hiçbirimiz böyle düşünmüyoruz diye ümit ediyorum. 5H sanırsam bu farklı halleri görünür kıldığı, onlara kendince bilinçleme motoru taktığı için ve siz bu harika soruyu sorup yazıya geçirdiğiniz için artık resmi olarak bir popüler feminist kültür üreticisi A.Ş. UnLTD.
5. Unlimited ha? Aslında siteye bakınca bu iddianın pek de yersiz olmadığını düşünebilir insan: hem “dibine vurma” anlamında sınırsız (nedir o Şeker Kız Candy yazısı?!) hem konu çeşitliliği açısından (Arzu Tramvayını biraz daha zenginleştirmenizi bir okurunuz olarak bekliyorum, geçerken belirteyim!!).
Aslında popüler kültür ürünleri ile dalga geçmek yeni bir şey değil (Murat Belge’nin “Kahır Mektubu” yazısı galiba 1996 tarihli) ama sizin yaptığınız bunun ötesine geçiyor: Her şeyden önce, dalga geçerken Şeker Kız Candy’nin ruhunuzda açtığı yaraların farkındasınız, o dalganın içinde biraz hınç da var- siz kendini bütün bunların “üzerinde” zannedebilenlerin kuşağından değilsiniz bir defa. Dolayısıyla, bu ürünlerle ilişkiniz farklı; onlar size dokunmuş, dokunuyor, siz de onlara. Böyle olduğu için zaten, geçerken bakıp dalganızı geçip yolunuza devam etmediğiniz için, sanki o “fazlalık”tan bir şey yapabilirmişsiniz, yapabiliyormuşsunuz gibi düşündüm. Peki, bunu sizden başka yapanlar var mı sizce? Mesela, Umutsuz Ev Kadınları dizisini Türkiye’ye Hatice Meryem uyarlıyor, onun yaptığı işi feministçe bir popüler kültür üretimi olarak değerlendirebilir misiniz? Yahut Bambaşka Biri ile I will Survive arasındaki farkı bize hatırlatırken, Demet Akalın’ın “Adın Neydi, Hatırlamadım” tavrını bir tür pop feminizm olarak görür müsünüz?
Çağla: Ben üzerimde etkisinin çok olduğunu düşündüğüm, bütün lise yıllarımı serviste radyo programını dinleyerek geçirdiğim Ayça Şen’in aktif gazete yazarlığı yaptığı dönemde daha çok röportaj yapmamasına hala yanarım. Onun o müdanasız, ne düşündüğünü çat çat söyleyen hali röportajlarında da aynen vardı çünkü. Efsanevi Yeşim Salkım röportajı, Ajda röportajında o an sormaya cesaret edemediği dünyanın en matrak sorularının da notunu düşmesi… Radyoda insanları takır takır telefonda işletirken kimsenin aklına onu kadın olarak yaptığı asla gelemezdi mesela, o kadar da yetenekli. Bir yandan isteksiz ve tembel öğrenci görünümündeydi de, dilini rekabetle acılaştırmasına pek gerek kalmamış diye düşünür acayip heyecanlanırdım. 15-16 yaşlarımda yapabileceklerime dair bütün fikirlerimi değiştirdi Ayça Şen. Komedyen ve yazar olarak bende yeri çok ayrı.
Demet Akalın ise “giderli şarkı” konsepti üzerine bir imparatorluk kurdu, “sitemkar, dediği dedik, ama gene de evlilik deyince bütün akan suların durduğu kız” diye bir tipin çivilerini yerine oturttu gerçekten. Bu aşkta kaybeden, çok akıllı, kurnaz ama gene de kendisini yerine oturtacak adamı bekleyen genç kadın tipi sadece müzikte değil, genel olarak bayağı satıyor galiba. “A, aynı benim gibi” makamından bayağı yutturuyorlar. Ama o “aynı benim gibi bak, o da aşktan dertli” edebiyatı öyle olmanın doğru ve tercih edilir olduğuna dair devamlı bir onaylama aslında. Matraklığı, espri yeteneğini tamamen romantik ilişkilere harcamayı öğütleyen, insanı çok rahatsız eden bir tarafı var bu “modern ama işte gene bizden” kadın tipinin. İyi tamam bizim gibi de, başka bir şey olmak için hiç mi bir isteği yok? O kadının yok sanki. Demet Akalın’ın evreninde kendi başarılı şarkıcılık kariyeri bile saçma kalıyor neredeyse. Elde ne güç varsa o aşk meşk pijamalı muhabbet düzleminde yansın bitsin başka şeye de kalmasın istiyor, üzülüyorum öyle düşününce. Bir yandan bir kadın olarak Demet Akalın’ın onaltı yaşa kilitlenmiş hali benim bayağı komiğime gidiyor, valla ne yalan söyleyeyim seviyorum. Televizyondaki siyah beyaz Türkan’a “gene öptürmedi bak” diye çıkışmasını bayağı komik buluyorum, Akalın’ın evreninin beni bir kaç seneye hurdaya çıkaracağını bile bile gülüyorum. Bu da benim dramım olsun.
Oşu: ‘Kendini bütün bunların üzerinde’ sanmak, entelektüel ‘cool’un içinde debelenmek tehlikeli bir durum. Rehavet çöker, sorgulamayı bırakıp ağbilik taslarsın anca. Umarım bu dediğiniz gibi bir kuşak olayıdır (ben o kadar iyimser değilim sanırsam). Bahsettiğiniz dalga geçme ve hınç aslında bir yandan onları sahiplenmeyle geliyor herhalde. Çocukluğumun yarısı babaannemle Marimar, Manuela falan seyrederek, babannemin konken partilerine, altın günlerine giderek geçti diyebilirim. Bunlarla ne kadar dalga geçsem de bir yandan bayılıyorum. Manuela’ya nasıl ihanet edebilirim? Ya da; Manuela’ya bir de ben ihanet edemem . E ne yapacağım? O yaraları yalamam lazım. En nihayetinde kendi ufak tefek tarihine dalıp dipten kum çıkarıyorsun. Önemsizmiş gibi gözüken bu tür şeylere sahip çıkınca, aslında siyah-beyazlı, altlı-üstlü, şanlı tarihli altın varaklı bir dünya görüşünün temeline nasıl kazık attığını görüyorsun. Geri dönüştürme mantığı burada da işliyor. Sadece tüketen, ya da tüketenlere yukardan bakan olmayıp, onunla oynamaya evirip çevirmeye alan açıyorsun. Esasen çabalıyorsun. Unlimited derken, yapmaya çalıştığımız bir şey olarak söyledim. Özyıkım olmadan olmuyor ve bu da uçsuz bucaksız, zorlu bir şantiye alanı gibi.
Eğer TV ekseninde düşüneceksek, Umutsuz Ev Kadınları’na birkaç kere bakmaya çalıştım, ne yalan söyleyim olmadı. Cık. Bir Çocuk Sevdim hiç fena başlamadıydı gerçi sonra fena saçmaladı. Kuzey Güney’de Kuzey’le Ali’nin arasındaki ilişki tüm homoerotik tonajlarıyla bayağı başarılıydı. Müzikte 90’ların Türkçe popu şimdiki pop üretiminden daha bereketliydi sanki (10’lu yaşlarda şimdi eril bir dili olduğunu düşünsem de Nazan Öncel dinleyerek büyümek çok önemliydi bence). Amaaa türkülere bakmak çok acayip kafa ve gönül açıyor. İnsanın var olduğunu düşündüğü köşeli edep adap kurallarını çötank diye çökertiveriyorlar. Türkü dediğin herkesin dilinde, zaman aşımına uğramıyor üstelik (belki de bu yüzden).
Zeynep: Çağla Ayça Şen’den bahsetmiş, ne iyi etmiş! (Öte yandan ben Ayça Şen’in sesini ilk duyduğumda kazık kadardım. Daha küçükken, ailemden gizli aldığım mizah dergilerinde karşılaşıyorduk onunla, Ayça Şen Başkan diye bir köşesi olduğunu hatırlıyorum. Şehir dışında bir enstitüde oturmamız ve radyo, televizyon gibi kitle iletişim araçlarına oldukça bozuk yayınlarla erişebilmemizin neticesinde, benim büyürken ufkumu açan herkes bir şekilde dergilerden, kitaplardan, gazetelerden tanıdıklarım.) Ergenliğe bir türlü giremediğim ve kızların artık köşelerde buluşup kendi aralarında fısırtılı muhabbetler ettikleri dönemde ise hayatımı renklendirenler Ramize Erer ve Piyale Madra idi. İkisini de çizgileriyle ayrı ayrı çok severim, onlar gibi olmak istediğim ve çizimlerini taklit ettiğim günler dün gibi aklımda. Kafamda da birçok soru yaratmışlardı, sağolsunlar.
Türk yapımı Umutsuz Ev Kadınları’nı hiç izlemedim, bilmeden etmeden konuşmayayım. Amerikan versiyonunun bir iki bölümünü izlemiş ve sevmemiştim. Ayak oyunları, politik ve dolaylı davranışlar, kulisler, entrikalar vb. gibi kadın için biçilmiş iktidar mekanizmaları bana deli gibi sıkıcı geliyor. (Kınıyormuşum gibi olmasın, stratejik davranışları faydasız ya da gereksiz olarak değerlendirmiyorum. Sadece gerçekleştirmesi aslında basit olan şeyler için neden bu kadar çok takla atmamız gerektiğini düşünmek, başımı ağrıtıyor.)
Demet Akalın’a gelecek olursak, inşası sürmekte olan feminizm algımda kendisinin henüz bir yeri yok. İşlerini değil ama kendisini görmeyi seviyorum, “gerçekten, gerçek hayatta öyle midir, Demet Akalın sadece bir persona mıdır” diye hiç düşünmemiş olduğumu da yeni fark ettim.
Kendi kültürümüzle dalga geçebilirim belki ama üstüne çıkıp kafasına basarak poz verebileceğimi sanmıyorum. Oşu çok güzel açıklamış. Ekleyebileceğim tek şey, benim açıkladığı şeyleri yapmaya aslında mecbur olduğum. (Hayatımı birileri filme alacak olsa, maymun belgeseli diye millete yutturabileceğimiz kadar materyal var: eğitim öğretim hayatım erkekler arasında geçti, dangozluğu birinci elden, yaşayarak, bir parça da içselleştirerek öğrendim. Yine, sorduğunuz soru sayesinde üzülerek fark etmiş olduğum bir şey daha var, o da pek fazla kadın rol modelimin olmamış oluşu. İyice küçükken, kendime örnek aldığım karakterler hep erkek veya bir şekilde “delikanlı” olarak sıfatlandırılabilecek kadınlar. “Doğru düzgün” bir insan olmayı başarmışken, aynı anda “kadın” olarak kalabilmiş karakterler değiller yani, biraz erkekleşmişler hep. Artık yavaş yavaş çocukluktan çıkarken beni en çok yaralamış olan şey de naçizane, sanırım bu karakterler olmuş.
Şimdi geriye dönüp bakınca, ne olmak istemediğimi net olarak bildiğimi anlıyorum: Toplumun kadına kıza itelediği bir sürü şey olmak istemiyormuşum. (Daha o zamanlar “erkeğin yancısı, yardakçısı ve kölesi olmak” diye değerlendirdiğim bir rolün nesini isteseymişim gerçekten?) Keşke ne olmak istediğimi de aynı netlikte bilebilseymişim, belki böylelikle kadınlığımı bir anlamda hadım etmekten kurtulurdum. Yani top sakal bırakıp kadınlara dudak bükmedim tabii ama ne kadar olsa cinsiyet üzerine kafa yormak, sonraları epey sancılı oldu. Kadın düşmanlığı içimize sinmişken, kadın bu kadar uluorta bir şekilde hor görülür ve bir kenara itilirken, çıkıp da “ben bunlardan azad ettim kendimi” diyemem- hele ki böyle çapraşık yollardan geçmişken. Bunu diyebilen kadına saygım sonsuz tabii, kuşkularımı hoşgörsün.
Velhasıl, denemeden, amorf şekiller almadan, hamurla oynar gibi oynamadan, iyi yönde gelişmenin bir yolunu göremedim diyerek bitireyim, Oşu’nun kaldığı yere bağlamaya çalışayım. Bir söyle bin ah işit oldu, çok uzattım, pardon.
6. Günün birinde birimiz, birileri, kadın kuşaklarının içinde yetiştikleri “pathos”lar üzerine bir şeyler yazsa keşke! Demet Akalın’lar, Ayça Şenler, Manuela’lar insana ne yapar diye… Yahut da Belgin Doruk’lar, Muazzez Tahsin’ler, Azize’ler… Son bir soru: Çağla’nın Ayça Şen Başkan’ı dinlediği gibi sizi okuyan genç kadınlar vardır muhakkak, yazdıklarınızı konuşan, birbirlerine anlatan… Bu size nasıl bir duygu verir?
Çağla: Eğer okudukları hoşlarına gidiyor ve bir şekilde kendilerini daha az yalnız hissediyorlarsa, samimi söylüyorum ortalığı Gülhane konserine çevirip sevinçten hüngür hüngür ağlarım. 5Harfliler’in tam olarak doğduğu gece ilk konuştuğumuz şeylerden biriydi genç kız ve kadınlara hitap etmesinin bizi ne kadar mutlu edeceği. O geceden bir kaç gün önce süpermarkette bir çoksatan kitap gördüm. Kapağı çocuk/ilkgençlik kitabına benziyor ve ifadesi de tam olarak öyle, ama içeriği yetişkin bir kadının dünyası hakkında aslında, içinde video kameralı şantaj gibi manyak öğeler var. Baştan hakikaten kime yönelik olduğunu anlamadım, düşünürken sonra birden çat diye dank etti: Kitabın kime yönelik olduğu belli değil, çünkü aslında iki tarafa da satmak istiyorlar. Kızları sekiz yaşında ergenliğe sokmaya çalışıyorlar, entrika, dedikodu gibi kadınsı olarak algıladıkları şeyleri de bu anlatıya dahil ediyorlar ki mal satılacak hedef kitle iyice büyüsün, kapılara sığmasın. Bir yandan kadınları da ısrarla çocuksu bir anlatıya çekmek istiyorlar ki o “kendini bulamamış”lık halinden parsayı toplasınlar. Durumu ilk defa o gün öyle düşündüm ve kitaba bakarken markette maydonozların filan da dibinde sessiz bir sinir krizi yaşadığımı, olmayan kızkardeşimi bunları okurken hayal edip çok çaresiz hissettiğimi hatırlıyorum. “Bir alternatif sunmak için bir şeyler yazsan, basacak insan bulamazsın. Kalmışız Migros’un maydonozkenarı kitaplarına yani,” diye düşünmüştüm. Benim çocukluk ve ilkgençliğe hususi bir ilgim var, ilkgençlik yalnızlığının başka türlü bir şey olduğunu düşünürüm. Yaşadığın şey için bir dil geliştirememişsin henüz, hele kadınsan durumun daha da vahim. Olmanın pek hoş kabul edilmeyeceği şeyler listesi var, her gün bir yenisini keşfediyorsun. Neşeli olmak, laf söylemek de bunlardan biri. Ben mizah yazarlığı da yaptım, gülünecek şeyler yazma işiyle içimdeki “esprisiz, nemrut feminist”i barıştırmam uzun süre aldı. Espri olarak başka bir kadının görüntüsü hakkında, ne olursa olsun, kötü bir şey söylememe kararını verdiğim günü ve ertesinde kendimi ne çok kereler tutmam gerektiğini farkedip şaşırdığımı acayip iyi hatırlıyorum. Anlamadan o enstrümana o kadar güzel alışmışsın ki, ortam da hep müsait. Bir feministin en çok duyduğu laflardan biridir herhalde “Sen de şakadan hiç anlamıyorsun canıııım!” Sorunun sende olmadığını, şakanın arızalı olduğunu da anlatamazsın bir türlü. 5Harfliler mizah sitesi değil, hele kadınların da pekala komik olabileceği gibi gerzekçe bir savı kanıtlamak düsturu hiç yok, ama en azından kabullenici ve neşeli bir dili olduğunu düşünmek beni inanılmaz mutlu eder. Mesela siteyi Zeynep’in gençliği keşfetse ve beğense, havalara, havalara uçarım. Gençler bunu okuyorlarsa bize yazsınlar, muhabbet edelim! Metin olsunlar, hayatın manyak müdür yardımcıları ve etek boyundan daha başka şeyler olduğu harika dönemleri de var! Sinsice akıllı ve müdanasız kalsınlar, gerisi gelecek! (Ağlamaya başlıyor)
Zeynep: “Dışarıda bir yerlerde benim gibi başka insanlar da var” hissi o kadar güzel, o kadar aydınlık bir his ki, benim de şu an gözlerim nemleniyor biraz. (İşin ilginç ve güzel yanlarından biri, benim bu siteye uzanan yolda yürürken, Çağla’nın bloguna denk gelmem. Ha, ilk gençliğim değildi tabii, 20’lerimi yarılıyordum nerdeyse. Yine Çağla, Duygu ve Emrah’ın Normaldiya’sı ile ilk karşılaşışım, yine yüzümün gülüşü!) Daha da küçükken hayatımda internet olsaydı, çok daha başka bir insan olurdum- madem şimdi var, önümüzdeki maçlara bakacağız, n’apalım.
Umarım bizi okuyanlar okuduklarını beğeniyorlardır. Umarım bunu zedeleyecek bir iş yapmayız hiçbir zaman, güçlerimizi birleştiririz. (Mini itiraf köşesi: Birilerinin benden ilham aldığını görmek bana biraz da endişe verir sanırım. *Yine hüzünleniyor*)
Oşu: Birilerinin bu siteden ilham alması kadar ilham veren bir şey olamaz herhalde. Ben 5H’yi biraz da seneler içinde bize esin kaynağı olmuş insanlara teşekkür ediyoruz gibi görüyorum. Okuyup da alevlenip, gaza gelip, onlar böyle yapmış biz de şöyle şöyle bir şeyler yapsak, diyenler olsa/varsa mesela voltranlar halt eder yanında.