“Bırak Bu Kadın Meselelerini”

Şehlem Sebik

Hande Çayır ile “Yok Anasının Soyadı” Belgeseli Üzerine

Yok Anasının Soyadı (Mrs. His Name) Ekim 2012’den beri Suç ve Ceza Filmleri Festivali, Akbank Sanat Kısa Film Festivali, Filmmor Kadın Filmleri Festivali gibi festivallerde gösterilmiş, uluslararası akademik iki konferansta (Amerika ve Prag’ta) bildiri olarak sunulmuş, önümüzdeki günlerde de 16. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde ve Documentarist’te gösterilecek bir belgesel film. Yönetmen Hande Çayır, kendi hikâyesinden yola çıkarak kadınların evlilik nedeni ile değişen soyadlarını, evliliği ve kurumların birey üzerindeki etkisini bu belgesel ile tartışmaya açıyor. Hande Çayır’la belgeseli, kişisel alanının politik olma sürecini ve deneyimlerini konuştuk.
Biraz kendinden bahseder misin?

1982 yılında Eskişehir’de doğdum. Sabancı Üniversitesi mezunuyum. Babamın tanımlanabilir bir meslek seçmemdeki ısrarları ile Ekonomi okumaya başlamıştım ama içim kabul etmedi, tiyatro kulübündeydim, önce Kültürel Çalışmalar programına geçtim ondan sonra da Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı programından mezun oldum. Çeşitli yerlerde çalıştım. 2008 yılında evlendim. 2010’da Bilgi Üniversitesi’nde Sinema ve Televizyon yüksek lisans programına başladım. 2012 yılında da mezun oldum. Yedi sekiz yıl kadar tiyatro ile uğraştım. Şimdi de doktora ve iş hayatı devam ediyor. Evlilik bitti.

Evlilik kurumuna nasıl bakıyorsun? Başlangıçta kurumsal olarak mı bakmıştın evliliğe?

Severek ve isteyerek evlenmiştim, evlendiğim kişi ile birlikte oyun oynayacağız gibi hissediyordum. Evliliğe başlangıçta şu an baktığım gibi bakmamıştım, oyun gibi bakmıştım. Ailelerin bir arada yaşamayı ancak evlilik kurumunun onayı ile kabul edebilmeleri durumu da vardı. Ama benim için problemli bir şey gibi görünmüyordu. İyi filmler yapacağımı, kocamın, gösterim sonrasında çiçekler ve çocuklarımızla beni bekleyeceğini hayal ediyordum. Bu süreçte kurum olarak bakmıyordum.

Nasıl bir deneyim yaşadın?

Mesela o dönemde, arkadaşlarımla şu an geçirdiğim kadar vakit geçirmiyordum. Bu o kurum içerisine mi girince oldu yoksa kendiliğinden mi oldu bilemiyorum. Düzenli aile yemekleri ile belirli bir çemberin içinde sanki bir döngü yaşıyordum. Kocamı kendi yapacağım şeylerin daha önünde görüyordum; sanki olağanüstü mutlu yuvamıza dönüşü bekliyor gibiydim gün içindeki uğraşlarım devam ederken. Birbirimizin hayatına müdahale etmememize, çok geleneksel bir evlilik yaşamamamıza rağmen çevreden gelen etkiler de oluyor. Mesela klasik bir koltuk takımı almak yerine evi başka eşyalarla dekore ettiğimde “sanatçı evi böyle oluyor yani” gibi eleştiriler, neden benim özel alanımın evlilik kurumunun içerisine girdikten sonra saldırıya açık olduğunu sorgulamama neden oldu. Sanki bir “normalleştirme/düzenleme/sizin adınıza biz daha iyi düşünürüz” durumu vardı ve ben de bu dünyanın küçücük bir aktristiydim. Ailelerden “müdürünüz gelse evinize ne diyeceksiniz?” gibi yorumlar almıştık, sanki ben hayatımı ben için veya biz için değil de yılda bir defa eve gelme ihtimali olan birine göre düzenlemeliymişim gibi bir kanı vardı. Evlilik kurumunun içerisinde olup aynı zamanda kendi beklentilerinize göre yaşamaya çalışmak bir anlamda eleştiri odağı olmanızı da sağlıyor galiba kimi zaman. Bunlar beni incitmişti.

Peki, yaşadıklarından sonra evlilik kurumu ve soyadı meselesini nasıl birleştirdin? Nereden aklına geldi kadınların evlendikten ve boşandıktan sonra değişen soyadı?

İlk başta bir iş arkadaşım evlendikten sonra eski soyadını parantez içine alan yazışmalar yapmaya başlamıştı. Kendimi onun hayatını tahmin eder durumda bulmuştum ve bu görünür yapı beni rahatsız etti. Herhalde alışamıyor diye düşünmüştüm. Daha sonra “bir yere gidiyorum yasal ismimi soruyorlar ve söylüyorum” ama içimden önceki soyadımı söylemek geçiyordu. Bunun bana dayatılması beni sinirlendirmişti, eski kocam işlerimi yayımlarken Hande Çayır olarak değil de onun soyadı ile yayımlamamı, onu da yapmıyorsam en azından ikisini birden kullanarak yayımlamamı istemişti, o zaman da baskı hissettim. O arada kalma halinden çok rahatsız oldum; uykularım kaçıyordu iki soyadı kullanmaktan, çünkü bu benim seçimim değildi. Aslında bir anlamda bu rahatsızlık hali ve herkesin “aman ne var bunda” demesi de beni harekete geçirdi.

Peki devletle ilişkin bu süreçte nasıldı? Resmi makamlar evlenirken soyadı konusunda kadınları bilgilendiriyor mu?

Resmi dairelerde çoğunlukla bir tür erkek birliği olduğunu söyleyebilirim. İki soyadını birden kullanmak için bir form imzalamamız gerekiyormuş; ben bunu bilmiyordum. Zaten eski soyadını da tek başına kullanamıyorsun. Bazı arkadaşlarıma erkek memurlar bu formları kasıtlı olarak vermemişler. Devletle ilişkim bu noktada başka bir soyadına geçmemle oldu. Evlenen diğer kişiler gibi nüfus cüzdanımı değiştirme durumu ile yüz yüze geldim. Değiştirmemek için biraz direndim. İki diplomam oldu ve isim karmaşası diplomalara yansıdı. Boşanma sürecinde de faturalar farklılaştı, bazı belgelerde ilk soyadım yer alıyor. Yeni başladığınız hayatta sizin bir evlilikten çıktığınızı belgeleyen evraklar oluyor bunlar, gelip apartman görevlisi sorular sorabiliyor. Bölünme yaşanmaya zorlanıyoruz bir anlamda kadın olarak, toplum baskısını kadınlara bu şekilde hissettiriyor. Boşanma sürecinden sonra, biri bir şey diyecek mi, taciz edilecek miyim gibi şeyleri düşünmeme neden oldu. “Kendimi nasıl koruyabilirim”i düşündürdü bana.

Peki, kişisel olan politiktir meselesi hakkında ne düşünüyorsun? Filmde de ayrı ayrı kadınlar üzerinden örneklerin var ama hepsinin ortak bir derdine temas etmişsin.

“Özel olan politiktir” mevzusu ile neyse ki üniversite yıllarımda tanışmıştım. Morçatı’daki eğitimlerde de şiddet türleri ile ilgili eğitimlerde de “özel olan politiktir” benim çok sıkı sıkıya tutunduğum bir düşünce oldu. Bu filmi yaparken de özel hikâyelerin aslında neye işaret ettiklerinin çok iyi farkındaydım. Çevremdeki bazı kişiler farkında değildi. Dalga geçenler oluyordu. Belgeselde de örnek var, Asuman Bayrak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidiyor, ısrarla nüfus cüzdanını değiştirmiyor. Değiştirmemek için kocası ile boşanmış ve şu anda aynı evde yaşıyorlar. Bu kadın neden bunu yapıyor? Eski kimliğini kullanmak istiyor. Başka bir sanatçı var, Canan, o mesela soyadını reddediyor. “Ben kocadan da devletten de bunun iznini almak istemiyorum” diyor. Neden bu kadın bunu yapıyor? Fatma Teyze “siz evlenirseniz herkes hayatınıza karışır, evlenmeyin” diyor. Neden böyle söylüyor? Çocukluktan itibaren evlenmemiz ve kocamızın soyadını almamız empoze ediliyor, sevgi sözcüğü veya aşk göstergesi gibi ismimizin arkasına eklenecek bir erkeğin soyadını hayal ediyoruz, öyle büyütülüyoruz. Bu aşamada çözüm önerileri var mesela Ayşegül Yaraman’ın söylediği gibi aile adı kullanılması, kadının da erkeğe soyadını verebilir olması… Aynı şekilde LGBT bireylerin görüşlerine yer veriliyor filmde, bir örnekte mesela, “herkes seni kendin olmamaya zorluyor” yorumu var. Soyadı, babadan da gelse kimileri için bir alışkanlığa işaret ediyor. O noktada devlet ve aileden baskı gelebiliyor. Kapı zilleri mesela çok ilginç, orada herkesin ne kadar aynılaştırıldığını ve hatta belki iktidarın kimde olduğunu görebiliyoruz. Müge İplikçi de yazdı bu konu hakkında.

Filmde ilk başta senin deneyimini izliyoruz, kadınlık üzerine erkekler tarafından kurulan ön yargılı cümleleri duyuyoruz. Kadınların ehlileştirilmesi, kontrol altına alınması gibi… Bu filmi yapmaya isteklendiren şeyler de bu kalıp cümleler miydi? İlk çıkış noktandan biraz konuşalım mı?

Bir birey olarak dinlenmemek, sessizleştirilmek, idare etmek ve arabulmak ile ilgili bir derdim var. Kadınlara yüklenilen rolleri sorguluyordum ve kendi hayatımda da sessiz olduğum haller ile yüzleştim. Kendime dair bir şey söylemek için, sesimin çıkması için aslında bu filmi yaptım. “Bu kadın da bunu yaşıyor” demek için… Bazı arkadaşlarım da “ne var ki canım” gibi tavırlar gösterince derli toplu bir şey yapmak istedim. Benim için bu süreç terapi gibi oldu. Yol içerisinde “ben bunu yaşadım siz ne yaşadınız” diye sohbet ettik.

Filmin anlatım dilinden biraz bahsedebilir miyiz? Filmde klasik bir belgesel yapısı görmüyoruz hatta o yapıyı bozucu bazı sahnelere şahit oluyoruz, bu sahnelerde sen de bir yönetmen olarak bu filmin bir ögesisin aslında, seni kamera karşısında görüyoruz.

Benim bundan önce yaptığım işler aslında daha soyut, performansa dayalı çalışmalar… Dolaylı anlatımları daha çok tercih ediyorum. Mesela bir önceki çalışmam “Eye-Then-Tea- Tea/Identity” adında 3 dakika 40 saniyelik bir video idi. Kimileri o çalışmayı çok soyut buldu. Soyadında ise yine kendi soyut dilimi koruyarak derdimi anlatabilecek açıklıkta, daha çok kişi tarafından anlaşılması muhtemel bir çalışma yapmak istedim. Doğrudan derdini anlatan görüntülere de soyut görüntülere de yer verdim. Bir yerde mesela sesler çıkarıyorum. “Mmmm”, “Bzzz”, “Brr” gibi, burada bize her zaman söylenen kalıp cümleler var, “İnşallah”, “Maşallah”, “Allah kabul etsin”, “Bize de bekleriz” gibi… O kalıp cümleleri duyunca bazen sessizleşiyorum, ne diyeceğimi bilemiyorum, ben de kalıp bir cümle çıkartıp karşımdakine veremiyorum. O yüzden bir tepki olarak sesli harfleri çıkarıp sessiz harflerle okumaya çalıştım. Konuşmaya çalışan ama konuşamayan, bir şey söylemeye çalışan ama belki dinlenilmeyen, anlaşılmayan bir kadını ortaya koymaya çalıştım. Çünkü önceki sahnede bana “Hande” diye sesleniliyor “bir şey söyle” deniliyor. Ama benim bir şey söyleyecek halim yok orada. Öyle laflar edilmiş ki, “gemi azıya alıyor kadınlar” , “tabii soyadımızı kullanacaksınız”; bu şu gibi yani, “tabii kullanacaksın soyadımı”, “tabii koyacaksın yemeği”, “tabii geleceksin o saatte”. Bir de, bir grup insan seçip onları analiz edip bir film yapmak gibi değil de, kendimi de belgeselin malzemesi yaparak durumu eşitlemeye çalıştım. Kameranı eline alıp “ötekine” gidince o savunmasız bir şekilde düşüncelerini, filmi yapan kişiye söylüyor veya söylemiyor. “Bana da bir kadın olarak bu oldu” diye çekim sürecinde kendimi de ortaya koyarsam yalnızca gözleyen ve aktaran durumundan da kurtuluyorum sanki. Görüşme yaptığım kişilerin bana da soru sormasını sağladım, onlar da bana kamerayı yönelttiler.

Filmin sana kazandırdığı şeyler, bakış açını değiştiren şeyler oldu mu?

Bu filmi yaparken erkeklere tepkiliydim. Filmin başındaki “bırak bu kadın meselelerini” cümlesine takıldım uzunca. Yok sayma durumu bu tamamen, bu konuları yok sayarsak konu hiç var olmadığı için de konuşacak bir şeyimiz kalmamış oluyor. Röportajları yaparken erkek olmaya dair deneyimleri dinledim. Erkeklerin de üstlerinde yoğun toplumsal cinsiyet baskıları var. Yeterince erkek olamamak, kılıbık olarak nitelendirilmek baskısı var. Anladım onları da. Değişen şeylerden biri bu… Erkeklerden dolayı değil sadece, sistemi korumaya çalışan birçok kişi var.

Soyadı meselesinden yola çıkarak aslında sen bu filmde ulus-devlet, milliyetçilik, hiyerarşi, iktidar ve aile arasındaki bağları da sorguluyorsun. Bu genel çerçeveden bakarak son olarak ne söylemek istersin?

Homojenleştirme çerçevesinde bakıyorum soyadı mevzuuna. Belki bu buz dağının görünen küçücük bir ucu ama gündelik hayatımıza etki eden ve bizi o heteronormativitenin iyice içine sokmaya çalışan bir baskı unsuru. “Bir adam ve bir kadın var aynı evde yaşıyorlar, biz ne yapalım da bu iki kişiyi tek tipleştirelim” gibi bir yaklaşım var soyadlarının evlenince aynılaşmasında. “Bu homojen aile içinden ayrıksı bir birey çıkmasın, bu düzen sürsün gitsin” gibi bir düşünce var. Aslında bu düşünce çok kültürlü heterojen illerde de devletin tek tipleştirmeye maruz bıraktığı, mesela Dersim gibi yerlerde de geçerli. Soykırımla tektiplik geliyor. İktidar hem büyük ölçekte, illeri tek tipleştirerek hem de küçük ölçekte evlerimizin içine girerek soyadlarımızı değiştirebilecek kadar hayatımıza müdahale eder halde…

Hande Çayır kimdir?

1982 Eskişehir doğumlu. Lisans eğitimini Sabancı Üniversitesi Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı programında tamamladıktan sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema ve Televizyon yüksek lisans bölümünden mezun oldu. Yazıları PukkaLiving, Whichcontent, Kaos GL, Kural Dışı, Psikeart, Memlekent ve Radikal İki’de yayımlandı. İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Bilimleri doktora programı öğrencisi. Son beş senedir Whichcontent’te Yayınlar Yönetmenliği yapıyor.

Share Button