Permakültür Gözüm Açıldı
Sema Aslan
Mimar Yasemen Güreşçioğlu, emekli olduktan sonra dünyayı gezme hayalleri kurarken tanıştığı permakültürün etkisiyle her şeyi bir kenara itip, sonraki kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakmak isteyenlerin safına geçmiş. Datça’da bir grup permakültür emekçisiyle birlikte pek çoklarımıza neredeyse ütopik gelecek bir yaşam sürüyor; doğadaki yerini bilen ve bu yeri tevazuuyla kabullenen insanların arasında, kimilerine göre çiçek çocuklar gibi, kimilerine göre şehirli acemiliğiyle, kimilerine göreyse tam da olması gerektiği gibi, doğayı hatırlayarak ve dinleyerek yaşıyor.
Siz, permakültürü hem teorik olarak biliyorsunuz hem de uyguluyorsunuz. Nedir permakültür?
Permakültür bir tasarım bilimidir. Tasarım da öğeleri ilişkilendirmektir nihayetinde. Permakültürün amacı, sürdürülebilir bir sistem kurmak. Sürdürülebilir bir sistemin en önemli aşaması dışarıya olan ihtiyacı azaltarak eldeki kaynakları çeşitli şekillerde tekrar üretmek ve kullanmak. Kendi kendini yenileyen, onaran ve üreten bir sistem kurabilmenin yolu, buradan geçiyor. Benim anladığım permakültür, aslında bildiğinizi hatırlama hali.
Öyle olması gerekir; toprak yenilenebilir nitelikte diye öğretildi bize.
Öyle, evet. Siz toprağı kendi başına bırakırsanız o kendini yeniler ve üretir. Ama siz onu yönetmek ve endüstriye hizmet eden bir tarım sistemi yaratmak istiyorsanız, bu, bizim bildiğimiz geleneksel sistemle olmaz. Düşünün, elli yıl öncesine kadar gübre, hormon ya da ilaç yoktu ve dünyadaki açlık da bu boyutta değildi. Çünkü kendi kendini üreten ve sürdüren sistemler vardı.
Bağlı olduğunuz bir kurum var mı?
Türkiye’de yok; Türkiye Permakültür Enstitüsü, aslında Avustralya Permakültür Enstitüsü’ne bağlı bir yapı. Bir dernek kurma niyetimiz var fakat ne zaman sonuç alırız, bilmiyorum. Türkiye’de permakültüre gönül vermiş birçok insan var ama.
Siz nasıl gönül verdiniz permakültüre?
Ben mimarım. Yurt dışında da yurt içinde de epeyce gezerek çalıştım. Bu sayede hem mesela Türkiye’de pek çok yer görme şansına eriştim hem de gittiğim yerlerde, yerel halkla çalışıp, onları tanıma fırsatını buldum. Bu süreç, hayatımı çok etkiledi. Bir kere insanların bu mevcut düzende kendi barınaklarını yapamayacak kadar aciz bir duruma getirilmiş olması, beni çok düşündürdü. Kurtlar kuşlar yuva yapıyor ama biz insanlar yuvamızı yapamıyoruz. Burada bir akıl tutulması var bence. Doğal yapı teknikleri üzerine çalışmaya başladım ben de. Bu süreçte de permakültürle tanıştım. İnsanı aciz bırakmayan bir sistem bulmuş oldum. Aslında sivil mimarinin çok önemli bir bölümünü mimarsız mühendissiz, halk zaten üretiyor. Biz sanıyoruz ki, insanların hepsi rezidans hayaliyle yaşıyor. O yüzden yıllardır “Yasemen, bildiğini unut” şeklinde yaşıyorum. Bu, zor bir hayat aslında. Çünkü tam emekli olmuşum, dünyayı gezme hevesiyle planlar yapıyordum… Fakat fark ettim ki gezip tozmak çok zor değil oysa benim bir sorumluluk almam lazım. Yanlışları fark edip, bunlar yokmuş gibi yapamazdım. Sonuçta, içinde rüştümü ispat ettiğim bir dünyadan ayrılma kararı alarak Datça’ya yerleştim. Benim gibi büyük şehirlerden gelmiş arkadaşlarımla yaptığım konuşmalar neticesinde bazı adımlar attık. Çünkü permakültürün küçük ya da büyük arazilerde, kırsalda ya da kentte çok kalıcı çözümler önerdiğini gördük ve çok heyecanlandık. Permakültür gözüm açıldı!
Biz nereden başlayabiliriz?
Permakültür Türkiye’de tohum halinde bir hareket. Ama sağlıklı bir tohum. İlk önerim, permakültür tasarım kursuna katılmanız yönünde. Bu, dünya standartlarında verilen bir eğitimdir ve bütünü algılamanızı sağlar. Tamamen teknik bir eğitimden söz ediyor olsam da insani boyut her zaman çok önemlidir. Permakültürü öğrenir ve uygularsınız; verimli sonuçlar alabilirsiniz fakat bilginizi ve ürünü paylaşmıyorsanız anlamı olmaz. Biz bugün mülkü hiçbirimize ait olmayan on bir dönümlük bir arazi üzerinde Gelemer Permakültür Projesi’ni sürdürüyoruz. Ankara’da yaşayan, arazisini kullanmayan ve kısa vadede de kullanmayı düşünmeyen biri, permakültür uygulamalarımız için kullanma izni verdi bize. Arazi üzerindeki ikiz evde kalıyoruz, her biri en az on beş gün süreyle çalışan gönüllülerimiz oluyor, birlikte çalışıp üretiyor, birlikte yaşıyoruz; iki yıl içinde çok ciddi sonuçlar aldık. Yaşamı iyileştirmeye çalışıyoruz. http://datcakolektifi.blogspot.com adresine de taşıyoruz çalışmalarımızı.
Neler yapıyorsunuz burada?
Biz 15 – 16 kişiyiz; her hafta toplandık, gündemimizi belirledik. Bir bostan yaptık mesela, mevcut ağaçların rehabilitasyonunu ve malçlama yaptık, budama yaptık, yağmur hendekleri açtık vs. Permakültürde toprak sürülmez mesela. Çünkü toprağın sürülmesi demek, toprağın yıllarca biriktirdiği en verimli yüzeyinin alt üst edilmesi demek.
Geleneksel olarak da yaptığımız bir şey değil mi toprağın sürülmesi?
Yanlış bir uygulama. Fazla üretime dönük bir tarım anlayışından kaynaklanıyor bu. Mikroorganizmaları sürekli alt üst ederek onların kurduğu yaşamı sürekli sabote ediyorsunuz. Oysaki tarım onların desteğiyle verimli bir hale geliyor. Önce mevcut olanı, yani yaşayanı yaşatmak gerekiyor ki bu bir permakültür prensibidir. Bu prensiplere göre davrandık hep. Mesela bir yerde kurt varsa, kurdu dışarı çekecek başka bir bitkiyi daha dışarıda bir bölgeye ekmek gibi. Ağaçtan çık, gel burada beslen dedik. Birbirini destekleyen bitkileri bir araya getirdiğinizde zaten hiçbir böcek de çok ciddi bir tahribata yol açmıyor. Biz şimdi mesela birçok ürünü bunları da kurtlar, kuşlar yesin diye bırakıyoruz. Fakat eskiden de böyle değil miydi? Hatırlıyorum, dedem kiraz ağacındaki tüm kirazları toplamazdı, “Bunları da kuşlar yesin,” derdi.
Permakültürü kentte nasıl uygulayabiliriz?
Permakültürde aslında gerçekten hiç yeni bir şey yok. Bildiğimizi hatırlıyoruz sadece. Bir dönümlük arazide de, küçük bahçenizde de, apartmanda da permakültür uygulayabilirsiniz. Balkonunuzda yiyeceğinizi yetiştirmekten tutun, bütün binanın organik atıklarının o binaya tekrar gübre, yakıt ya da yeniden kullanılan kullanım suyu olarak dönmesini sağlayan örneklere kadar… Elinizde mutlaka kaynaklarınız oluyor. Mesela bahçenize zarar vereceğini düşündüğünüz rüzgâra karşı rüzgâr perdesi görevi görecek ağaçlar dikerken, öte yandan küçük bir rüzgâr tribünü koyarak evinizdeki lambayı da yakabilirsiniz. Yani sorun olarak gördüğünüz şeylerin aslında çözüm olabileceğini görmeniz gerekiyor.
Peki, iki yıl içindeki ne gibi sonuçlar aldınız?
Çok bariz bir şey: Nisan ayı sonuna doğru iki yağmur hendeği açmıştık; tüm yaz, hiçbir sulama yapmamamıza ve çok kurak bir yaz geçmesine rağmen, yemyeşil kaldı arazi. Malç yapıyoruz; ağaçların çevresine koruyucu bir tabaka yapıyoruz aslında. Hem organik maddeyi çoğaltıyorsunuz böylelikle hem de ağaç kökünü hep nemli tutmuş oluyorsunuz. Yağmur suyunu mümkün olduğunca tutmanız lazım. Yağmur hendekleri ve göletlerle suyu tutmaya çalıştık biz de. Mesela ağaç adaları yaptık: Çukurlar açtık ve içlerine talaş, badem kabukları, herkes ne atıyorsa onu alıp doldurduk. Sonra da üzerlerini örttük. Etraflarına da ağaçlarımız diktik. Yaz boyunca sadece o ağaç adalarını suladık; arazimiz hep yeşil kaldı. Düşünsenize, on bir dönüm araziyi sulamak yerine sadece on tane ağaç adasını suluyorsunuz. Bu teknikle ayda bir kere sulama yapmanız yeterli oluyor.
Toprak üzerindeki bitki arttıkça da daha fazla su tutmuş oluyorsunuz çünkü bitki kökleri de su tutar. Bitkilerin büyümesiyle zamanla gölge olacak, gölge sayesinde toprak daha az kuruyacak ve giderek, giderek gözle göremeyeceğiniz milyonlarca canlı türü çıkacak ortaya. Toprak, doğa tekrar canlanacak. Bir ormanı düşünün. Ormana hiçbir şey yapmazsınız, orman büyür, canlı kalır, milyonlarca canlıya da ev sahipliği yapar.
Hiç ürün aldınız mı?
Bostanımızdan aldık. Hatta kendimize dışarıdan yeşillik almayı yasakladık!