Çeşit Çeşit “Bedenim Benimdir” Var
Dilek Şentürk
“Bir gün temizlikten dönerken kürtaj eylemi yapan kadınları gördüm. Asuman’ın da içlerinde olduğunu görünce sevindim ama çekindim, gidemedim yanlarına, gece de televizyonda gördüm onları. İyi ki de gitmemişim dedim kendi kendime. Niye mi? Kocam beni boşardı. Kayınlarım, ağabeylerim, kaynatam, babam, amca dayı, teyze halaoğulları yüzüme bakmazlardı. (…) ‘Bedenim benimdir’ yazıyordu ellerindeki kartonlarda. Aslında yalan da değil, bedenim benimdir elbette. Ama kocama, babama, anneme, komşuma, ‘bedenim benimdir’ dersem bunu nasıl anlarlar, beni ne hale koyarlar bir düşünün hele.”
Merhaba sevgili kadınlar, sizlere anlatacaklarım var. Gün yirmi dört saat ama benim güne sığdırmak zorunda olduğum işler ben diyeyim otuz, siz deyin otuz beş saatlik. Bu sebeple kendimi tanıtma faslını atlayarak diyeceklerimi bir çırpıda söyleyip işlerime dönmem gerekiyor. Zaten adım Ayşe olmuş, Süheyla, Derya, Deniz olmuş, anlatacaklarımı ne kadar değiştirecek ki? Ya da yaşım on sekiz değil de yirmi dokuz, kırk yedi değil de elli sekiz olsa ne fark edecek? Mesleğim var mı yok mu, varsa ne işle meşgulüm, yoksa nasıl doyuyor karnım, diplomalı mıyım, yoksa hiç mi gönderilmedim okula? Evli bekâr, nişanlı ya da boşanmış mı yazmakta medenî halimin karşısında? Bu sorulara verilecek cevabımın o kadar önem arz etmediğini de bildiğimden, hemen geçmek istiyorum anlatacaklarıma. Zaten derdimi anlatırken kurduğum cümlelerden beni tanırsınız “Aaa bizim Sevda değil mi bu?” dersiniz.
Ben ve benim durumumdaki kadınların mağduriyetinin had safhada olduğunu düşündüğümü söylemeliyim önce. Kadın olmasından ötürü her kadına yaşatılan olumsuzlukların üstüne bir de kendimizi ifade edemeyişimiz, sessizliğimiz, güçsüzlüğümüz ekleniyor. Güçlü kadınlara yani kendini ifade edebilen, haklarını bilen, arayan, isyan etme gücü olan kadınlara ulaşamamak, anlayamamak, onlara dâhil olamamak, yetişememektir ikinci mağduriyetim!
Asuman’a giderim ayda bir, iyi kadındır, gittiğim başka evlerdeki kadınlar gibi muamele etmez bana, hiç karışmaz işime, kontrol edip eksik bulmaz. Hatırımı sorar, gönlümü hoş tutar. Günlük işleri kocasıyla beraber yaparlarmış da, beli ağrıdığından ayda bir beni çağırıyormuş. Sanki benim belim çok sağlam! İyidir hoştur ama işin ucundan hiç mi hiç tutmaz. Ne varsa şu bilgisayarında, yazar durur ben silip süpürürken. Odasını toplarken bir gün bir derginin kapağı dikkatimi çekti, kadınlar isyan ediyordu. Fark edince Asuman “al senin olsun, okursun” dedi, aldım. Okumak için fırsat kolladım da günler sonra okumak kısmet oldu. Hiç bir şey anlamadım yazılardan, ilk cümlede kafam karıştı. Allah’ım bilmediğim ne çok kelime varmış! Oysa sabahtan akşama kadar yüzlerce cümle kurup, insanlarla konuşur anlaşırken beni mahcup etmez dağarcığımdaki kelimeler. Zaten insanların çoğu da benim bildiğim kelimelerle kurmakta cümlelerini. Hal böyleyken dergide çoğunluğun kullandığı kelimelerle yazılmış olan ve dolayısıyla benim anlayabildiğim iki yazı vardı sadece. Çok da hoşuma gitti yazılar. Tam benim dilimin ucuna gelen ama demeyi beceremediğim ya da demeye çekindiğim şeyleri, bize yaşatılanları ne güzel anlatıyordu. Dergiyi, içindeki bir iki yazı hariç nasıl okuyamadığımı anlattığımda ”Haklısın Sevda ama üzülme ben de çoğunu iki üç kez okuyunca ancak anlayabiliyorum” diyen Asuman koskoca üniversite bitirip yıllarca devlet memurluğu yapmış bir kadın, o anlamıyorsa ben nasıl anlayacaktım peki? Bu ülkede Asuman gibi kadınlardan daha çok okumuş, daha çok bilen, yani bu dergide benim anlamadığım, Asuman’ın iki-üç kere okuyunca anladığı yazıları yazan, bir kerede anlayabilecek kaç kadın var ki zaten? Kim okusun diye çıkıyor bu sayfa dolusu dergiler? Benim sıkıntım, yol gösterirken kullanılan dilin bana yabancılığı, anlaşılır olmaması. Keşke daha çok yazıyı anlayabilseydim bu dergide. Tamam, paramla alamam belki ama Asuman’dan alır okurum, komşularıma, arkadaşlarıma ulaştırırım. O kadar çok Asuman varken neden olmasın… Birbirimize ulaştığımızda, ezilirken kazandığımız pratik çözümler, hayata tutunma mücadelelerimizle çorbada benim de tuzum olsun diyecek o kadar çok Sevda varken neden olmasın…
Bir gün temizlikten dönerken kürtaj eylemi yapan kadınları gördüm. Asuman’ın da içlerinde olduğunu görünce sevindim ama çekindim, gidemedim yanlarına, gece de televizyonda gördüm onları. İyi ki de gitmemişim dedim kendi kendime. Niye mi? Raşit, yani kocam beni boşardı. Kayınlarım, ağabeylerim, kaynatam, babam, amca dayı, teyze halaoğulları yüzüme bakmazlardı. Asuman iyi kadındır ama onun ve yanındaki kadınların söyledikleri çok korkuttu beni. Korku dediğim şey aslında ailemden, çevremden göreceğim baskı ve dışlanma kaygısıydı. “Bedenim benimdir” yazıyordu ellerindeki kartonlarda mesela. Aslında yalan da değil, bedenim benimdir elbette. Ama kocama, babama, anneme, komşuma, “bedenim benimdir” dersem bunu nasıl anlarlar, beni ne hale koyarlar bir düşünün hele. Bunu Asuman’a söylediğimde uzun uzun ve öyle tatlı öyle güzel anlattı ki, sonuna kadar haklıydı. Hamilelik, doğum ve çocuk bakımı yükünü çekecek olan kadınlarken, bu konuda son sözü söylemek neden kadının hakkı olmasın? Zamanımız, kazandığımız para elimizden alınırken bedenimiz de elimizden alınıyor aslında.
Asuman’a ve arkadaşlarına hak vermemek mümkün mü? Ama ya benim kaygılarım? Kürtajı yasaklayanlara kızmamak, karşı çıkmamak da mümkün değil ki! Benim kaygılarım mı haksız yoksa? Hem bir kadın nasıl bu hakkının elinden alınmasına kızmaz ki! Hangi kadın arzu eder istemediği bebeği doğurmayı! Bizim mahalleli kadınlarla pek konuşur olduk bu konuyu bugünlerde, “Bakamayacağım çocuğu neden doğurayım ki onlar mı bakacakmış, kolaysa kendileri doğursun baksın” diyor bizim kızların çoğu, doğru söze ne denir? Onlar da ‘bedenim benimdir’ diyor ama televizyonda bunu diyenlere kızıyorlar sanki. Asuman’la bizim kızların ”Bedenim benimdir” deyişleri neden aynı olmuyor ki?