Kadına Biçilen “Doğal Durum” Trajedisi: Annelik

baby_doll

Elif Kutlu

Henüz küçük yaşlarda kız çocuklarına verilen oyuncak bebekler onlar için hoş görünse de aslında bu, zaman geçtikçe artacak bir tehlikenin ilk sinyalidir. Bu, kız çocuklarına dayatılan annelik duygusundan başka bir şey değildir. Daha küçük yaşlarında onlara anlatılmak istenen bir şey vardır: “Toplumsal cinsiyet denilen şey seni anneliğe mahkûm etti küçük kız. Büyüyeceksin ve o kutsal mertebeye, anneliğe ulaşacaksın.”

İktidar politikalarının toplumsal cinsiyetle ilgili ürettiği/yinelediği her politika bu duyguyu besler. Kız çocukları küçüklükten itibaren anneliğe alıştırılır ki –zaten bir gün anne olacağından- durumu benimseyebilsin. Fakat bu durum aynı zamanda onu eve bağlayan/köleleştiren ve onun bedeni üzerindeki –dış- hâkimiyeti sağlayacak durumu beraberinde getirecektir. Çünkü iktidar, toplumsal cinsiyet politikalarıyla, onları anneliğe alıştırmayı çoktan planlamıştır. Hazır potansiyel varken alıştırmak gerekir: “Kadın = Anne”. Sahi, kadın demek anne mi demek?

Toplumsal cinsiyet kadını, bedeni ve biyolojik potansiyeli ile özdeşleştirir ve her kadının, kadın olmasından dolayı, annelik arzusu ile doğduğunu varsayar. Yani kadını annelik özelliği ile inşa eder. Oysa kadın için annelik olgusu toplumsal cinsiyet rolünün belirlediği gibi bir “doğal durum” değil, bir seçimdir. Bu seçim kadın için ona dayatılan rollerden çıkabilmenin ön koşuludur. Fakat “doğal durum” olarak algılanan/algılatılan bu zorunlu histen arınmak çok da kolay görünmemektedir. Bunun sebebi ise toplumsal cinsiyetin inşasında iktidarın oynadığı roldür.

Foucault, toplumsal cinsiyeti “düzenleyici rejimin enstrümanı” olarak tanımlar. Çünkü cinsiyetin inşası iktidar, söylem, beden ve bunların düzenlenişi ile ilişki içindedir. Her bir özne temsil edildiği iktidar politikaları tarafından belirlenir. İktidar bu süreçte, bireyi yasalarla sınırlarla, koruyucu açıklamalarla yönlendirir ve inşa eder. Bireyleri kendi yapısına göre/kendi normlarına uygun olarak üretme çabasına girer. Bu süreçte iktidar, toplumsal cinsiyeti –sürekli yineleyerek- inşa eder. Bireylerin yapıp etmelerini denetler. Bu da iktidarın bedeni maddeleştirmesine neden olur. Böylece iktidar toplumsal cinsiyet üzerindeki tahakkümünü maddileştirdiği şey üzerinden devam ettirir.

Tartışılan kürtaj yasası bu durumun göstergesi kabul edilebilir. İktidarın toplumsal cinsiyet politikası İslam üzerinden ilerlediğinden, kadını eve ve anneliğe hapseden bir yapı taşımaktadır. Kadını eve hapsetme politikası “üç çocuk” söyleminin ardından tasarı halindeki kürtaj ve sezaryen yasaları ile devam etmektedir. Bu durum toplumsal cinsiyet konusunda en başa dönüldüğünün göstergesidir. Ana-eksenli süreçten ataerkilliğe geçiş sürecinde kadınlar doğurma ve üreme gibi kendi bedenleri üzerindeki kontrollerini kaybetmiştir. Böylece kadının eve hapsedilmesi/ bağımlı kılınması sürecin doğal sonucu gibi görünmektedir.

Bugün, iktidarın hegemonyası aslında tartışılmayacak ve kadının seçimi/hakkı olan bir şeyi tartıştırıyor: Kürtaj. Bu durum bir yandan iktidarın toplumsal cinsiyet politikalarını beslerken, öte yandan getirilecek yasaklara meşru bir zemin hazırlamaktadır. Kürtajın “günah” olduğu, “cinayet” olduğu, “anneliğe sığmadığı” sözleri şimdiden havada uçuşmaktadır. Bu söylem iktidarın toplumsal cinsiyet politikasını beslemeyi amaçlayan sürecin ürünüdür.

Kadına seçme hakkı sunan bazı görüşler ise yine mevcut toplumsal cinsiyet rollerini beslemekle sonuçlanır. Örneğin; “Kürtaj yapıyorsa başka seçimi kalmamıştır” söylemi. Bu söylemin ardında gizlenen yine kadının o “kutsal annelik” rolünden başka bir şey değildir. Çünkü “kimse isteyerek kürtaj olmaz”, “kürtaj yapmışsa mutlaka tecavüze uğramıştır”, “kim bilir kürtaj yaptırınca nasıl acı çekmiştir, ama başka çaresi yoksa ne yapsın?” gibi sözlerle ortaya çıkacak şey, yine kadının seçim şansının sıfırlanmasıdır. Düşünülemeyen şey, kadının kendi potansiyelini kullanmak istememesidir. Yani kadın bedeninde bu potansiyeli taşıyorsa “seçme hakkı yoktur” söylemine takılan bir sürece ulaşılır.

Hali hazırdaki yasalarda bile erkeğin izni olmadan kürtaj yapılmamaktadır. Oysa seçim hakkı kadının değil midir? Şu an tartışılan kürtaj yasağı iktidarın politikasından beslenen, yasağı giderek meşrulaştıran ve kadını bir üretim aracı olarak maddeleştiren bir duruma ulaşmıştır. Kadını annelik olgusuna sıkıştırarak onun geleceği ile ilgili plan yapma, kendi hayatı ile ilgili tasarrufta bulunma hakkını elinden almaktadır.

Share Button