Velev ki Tercih!

İsmigül Şimşek

Bırakalım “heteroseksüellik” düşünsün, kendi varoluşu tercih mi yönelim mi.

Şu yazıyı kaleme alma fikri, daha doğrusu fikri bile değil, karşı konulmaz heyecanı, bir facebook tartışması sırasında ortaya çıktı. Zaten bir süredir hayatta karşıma çıktıkça, “ay öyle değil o işler anacım” diye düzeltegeldiğim ama tembellikten oturup da yazamadığım bir şeyken, şimdi böyle somut somut karşımda görünce, bir de sıkıcı ofis saatlerinde, bana çalışmamak için en az camdan dışarı bakmak kadar geçerli bir sebep verince, bir baktım bedenime sirayet etmiş bile yazının paragraf maddeleri.

Mevzu, başlıktan da bir bakışta anlayabileceğiniz üzere, “tercih mi, yönelim mi” ikiliği. Aslında şu anda şu cümlenin kuruluşundan, mevzunun yanısıra kendi durduğum yere dair de ipucu verdim. “İkilik” diyerek belli ettim pozisyonumu. Bir çok okur için uzun uzun cümleler kurmaya gerek kalmadı. Yine de açıktan söyleyeyim: Ben bu ikiliğe sıkışmayı reddediyorum. “Tercih mi, yönelim mi” tartışmasının kendisini anlamsız, sıkıştırıcı, daraltıcı, küçültücü, doğruya ve/veya işe yarayana götürmesi imkansız, zaman kaybettirici, saptırıcı, bunaltıcı ve sıkıcı buluyorum. Şu kadar sıfat sıraladım, asla “politik olarak yanlış” gibi laflar etmedim, öyle ifadeler kullanmadım, aslında bayağı bayağı öyle düşünsem de büyük kelimeler kullanmadan dert anlatabilme isteğinden. Bu yazıyı başka bir gün yazsaydım, bambaşka bir dili olurdu, kesin. Bugün böyle, ne yapalım.

Tercih mi yönelim mi? Tercih mi yönelim mi? Tercih mi yönelim mi? Benim cevabım pek tatlı: “Ay bilmiyorum da ilgilenmiyorum da aşkım! Hem tercih hem yönelim, ne tercih ne yönelim.” Üstelik son derece politik.

Ne yapacağız bu bilgiyle? Bu bilgiye kimin, neden ihtiyacı var? Bu soruyu kim sormuş ilk, biz niye sormaya devam ediyoruz? Sormakla kalmıyor, iki, sadece iki, yalnızca iki, sonsuz içinden altı üstü iki cevap arasında sıkışıp can havliyle birini savunuyoruz. Neden?

Şimdi bu yazı Amargi’de yayınlanacak olduğuna göre, sıfırdan bağlam aktarmaya gerek olmayabilir; ancak yine de yapmak isterim: Bu soru yeni bir soru değil; uzun yıllardır sorulup sorulup cevaplanan, Türkiye LGBT hareketince ve diğer, birbirinden öğrenme kültürü olan hareketlerce üzerinde uzlaşılmış, sahiplenilmiş, literatüre yerleşmiş cevabı “yönelim” olan bir soru. Elbette başka sesler var, ancak ben genel geçer bir kabule itiraz etmek için kaleme alıyorum bu yazıyı. Peki, kim, niçin yönelim diyor, aslında biliyorsak da yine de birlikte bir bakalım: LGBT hareketinin özneleri; yönelim demek, kişiyi eyleminden sorumlu kılmaktan çıkardığı için diyor. Teorik ya da bilimsel bir yerden değil, politik bir yerden yani. Sorumluluk almamak potansiyel cezanın (ya da bazen mükafatın) önüne geçiyor çünkü. Kısacası bir varoluşu, kişinin iradesinden bağımsız açıklamaya yarıyor; ki hesap sorulabilir olmaktan çıksın. “Tercih değil, yönelim” ısrarında, “o zaman tercihinin sonuçlarına katlanırsın” cümlesine karşı bir ön savunma var. Öte yandan “tercih” diyen kim? Var mı öyle bir muhatap? Yoksa aslında böyle örgütlü bir yapı ya da güç yok mu hiç, muhatap alınacak? Hatta tercih diyen –ben sistematiğine hiç rastlamadım- tek tek bireylerin çoğu, kulağına öyle çalındı diye, ya da hiç düşünmeden, ya da belki de o sırada ağzından tercih çıkarken bir önceki konuşmada yönelim demiş, farkında bile değil olarak diyor; cahilce, niyetsizce veya şuursuzca. Zira “tercih”in hiç teorik, bilimsel, politik argümanı yok. Yok yani, fiilen yok. “Tercih, çünkü…” ile başlayan cümleler duymadım ben hiç bunca sene. “Yönelim, çünkü…”yü onlarca kez duymuş, okumuş, bugün sıkıntılı bulsam da zamanında söylemiş olmama karşılık. Kısacası, birinin şuursuzluktan birinin de politik bir kaygıyla dendiğini düşünüyorum.

Şuursuzluğa lafım yok, pek tatlı; ancak eğer tercih denmesi şuursuzluktan değil de şu şu şu amaçlarla diyen çıkacaksa, hem bugün hayatımızda fiilen öyle bir karşılığı olup olmadığına gerçekten bir baksın derim, hem de böylesi bir politik kaygıyla hareket etmeyi sakıncalı bulduğumu eklemek isterim.

Bağlamı aktardıktan sonra… Bu “tercih değil, yönelim!” ısrarında ne sakınca var? Şu sakınca var efendim: Bilmiyoruz, uydurmayalım. Bilemeyiz. Bilmeyelim de zaten. Gerek yok.

Açalım.

Birincisi, tercih ve yönelim denen iki olguyu, birbirinden tamamen ayırmış oluyoruz birinin üzerinde tepinirken. Halbuki gerçeklik öyle değil. Her şeyden önce, tercih ne demek, yönelim ne demek? Tercihlerimiz yönelimlerimizden bağımsız mı? Yöneldiğimiz şey, o şeye yöneldiğimiz ana kadarki hayatımızdaki tercihlerimizden bağımsız mı? Doğuştan gelen, insana ait bir özün ve insan doğası denen şeyin varlığını reddeden, varoluşçu bir yerden söyleyecek olursam, bütün yönelmeklerimiz aslında birer tercihler yumağının bir dizi sonucundan birisi ve aynı zamanda yeni tercihlerin nedeni değil mi? Ya da tersinden, bütün tercihlerimizi yöneldiğimiz ya da yönelmediğimiz şeylerin etkisiyle yapmıyor muyuz? Sınıfça, toplumsal cinsiyetçe, milliyetçe, onca, bunca, şunca belirlenirliğimizin yanına, evet tüm bu etkisi kocaman değişkenlerin yanına, yönelimimizi eklemek zorunda değil miyiz tercihlerimizi tanımlarken? Özcesi, yönelim ve tercih kendinden menkul iki olgu değil ki iki cevaptan birine sığınalım?

İkincisi; yukarıda bahsettiğim böylesi bir politik kaygıyla hareket etmeye dem vuran bir yerden, korkuyla siyaset üretmeyi çok sakıncalı buluyorum. Yani, karşıtımız üzerinden belirlenmeyi kabul etmek, “tercih değil, yönelim” demezsek başımıza gelecek olan felakete önlem almaya çalışmak, paranoya ve felaket senaryosu yüzünden sürekli şemsiye açık gezinip aslında yaz olduğunu görememek ya da yazı bizzat inşa etmemek/edememek, sürekli savunma pozisyonunda olmak, durumu izah etmeye çalışmak, izah etmeyi kabul etmek, izah edilecek bir durum olduğunu kabul etmek, bir takım varoluşların başka bir takım varoluşlardan daha az meşru olduğunu içselleştirmiş gibi davranmak, neden aramak, kendimize neden aramak, varoluşumuza neden aramak… bana zavallı bir siyasetin davranış biçimleri gibi görünüyor. “Velev ki tercih!” (Bu yazıyı yazmaya karar verdiğim facebook tartışmasından hemen sonra, Onur Yürüyüşü’nde taşınmış olduğunu gördüm bu lolipopun, içim hop etti sevinçten.) Tercih ettiğimiz şeyin, eylemimizin (çünkü ölçülebilir olan his değil, eylemdir) sorumluluğunu aldığımız durumda da ibneliğin politikasını yapabiliriz; halel gelmez sözümüze. Feminist olmam tercih, hiç de gocunmuyorum bunun politikasını yapmaktan. Aynı şey değil, farkındayım; ama bir yandan da aynı şey. Bizi sıkıştırdıkları yerden, “so what?” demek. Aslında bu, ikilikler üzerinden düşünme ve korku siyaseti yapma hali, şu tartışmaya özgü olmayan bir alışkanlık: AKP vs Kemalizm; hetero vs eşcinsel, kadın vs erkek… “Şu sözü söylemek şunun anlaşılmasına yol açar, şöyle davranmak böyle algılanmamıza neden olur…” Halbuki bir bilgiye siz vakıfsanız, onu karşı tarafa anlatamama ihtimaliniz yok denecek kadar azdır. Hele bir sakin olalım. Önden cümleler hazırlamayalım. Yukarıdaki ikiliklerin zararı konusunda, sırasıyla çoktan aza, hemfikirizdir herhalde- değilsek de “queer” yetsin imdada, açın bakın Foucault’dur, Butler’dır – oradan yürüdüğümüz yol “yönelim vs tercih”i bombalatır bize bence. Bırakalım “heteroseksüellik” düşünsün, kendi varoluşu tercih mi yönelim mi. Kavgaya dursunlar bireyleri ve akademisyenleri ve teorisyenleri ve politikacıları ve aktivistleri; hayır benimki yönelim, hayır, seninki tercih… Lakin yok böyle birileri. Neden? Çünkü izahat ihtiyaçları yok. Ya bizim? Bizim var gibi görünüyor ve fakat reddetme şansımızdan fazla değil.

Heteroseksüellik’in tırnak içerisinde ve italik yazılışından devamla… Tırnak içinde, çünkü heteroseksüellik de lezbiyenlik, geylik, biseksüellik, translık, intersekslik, aseksüellik,… kadar yoktur. Başka türlü diyelim; lezbiyenlik, geylik, biseksüellik, translık, intersekslik, aseksüellik,… de heteroseksüellik kadar yoktur. Topluca yokuz. Tek tek var iken, topluca yokuz. Zor mu oldu biraz? Olmasın. Tek tek varız, her birimiz hep biricik varoluşlarımızla. Sabit olmayan varoluşlarımızla. Hem yönelim, hem tercih, hem kazak, hem çimen, hem tenis raketi; ne yönelim, ne tercih, ne kazak, ne çimen, ne tenis raketi tarafından belirlenen ve onları belirleyen varoluşlarımız hiç mi hiç sabit değil. Neyden hoşlandığımızı ve arzumuzu isimlendirmeye kalktığımız anda hop değişiveriyor, sabitlemek şöyle dursun. Benim “lezbiyen” oluşum sabit mi ki nedenini bilmeye cüret edeyim? Bir şeye yönelirim (adına yönelim derim); o şeyi deneyimlemeyi seçerim (adına tercih derim); yarın başka şeye yönelirim (adı yine yönelim olur), o yöneldiğim ikinci şeyi deneyimlemek istemem (adı yine tercih olur, edilmemiş tercih), deneyimlemem. Bu böyle gider… Var olmayan, sabit olmayan bir şeyin nedenini aramaya kalkmak da neyin nesi? Ben ille de heteroseksüelim, ille de geyim, ille de lezbiyenim, akışkan arzu filan tanımam, anlamam, benimki sabit diyecek varsa da, şunu görsün isterim: Yönelimleriniz sabit olsa bile, her şeyden önce, yöneldiğiniz şey sabit olmadığı, yani yöneliminizin nesnesi sürekli değiştiği için, yöneldiğiniz şeyin fonksiyonu (bir uzantısı) olan yöneliminiz de sabit olamıyor. Üzgünüm. Ona isim ve gerekçe aramak, onu sabit-miş gibi tanımlamak demek; ancak hakikat bu değil. Kendisi kaypak bir zeminde ve dolayısıyla yok hükmünde ise, nedenini nasıl bilebiliriz o zaman bir varoluş biçiminin?

Kırk kere söylersek olurmuş: Varoluş, varoluş, varoluş… İşte buldum, bence. İlle de politik kaygılarımız varsa (ki olsun, korkuyla güdülmeyen, kendinden emin, kendini kendinden doğru inşa etmeyi odağına alan politik kaygılarımız bence de olsun) ve ille de görünürlük şartsa, heteronormatif düşünce sistemine karşı savaşmanın, alternatif üretmenin bir aracı olarak “durumumuza” bir isim arıyorsak, yönelim-tercih ikiliğine sıkışmayı da reddediyorsak artık; e politika da yapacağız, slogan da atacağız, döviz de yazacağız amenna, bir isim şartsa şu ibneliğimize, ne diyelim o zaman: Varoluş, mesela?

Bu ibnelik benim varoluş biçimim, kendimi ifadem; ne tercihle ne yönelimle açıklamaya kalkıyorum; çünkü açıklamaya kalkmıyorum. Beni açıklama ihtiyacı içine sokmaya çalışan egemeni muhatap almıyorum. Muhatap almamak politik bir duruştur. Temel şeyleri sürekli hatırlamak, akılda tutmak ve varoluşumuzu hatırlatmak politik bir duruştur. Çok fena politik hem de. Zeminimizden kaymamak, egemenin zeminimize gelmesini sağlamak, gelmezse de fırlattığı saldırı oklarının iki zemin arasındaki boşluğa düşüp bize ulaşamaması. Bu arada durduğumuz zeminde kendi yollarımızı, evlerimizi, parklarımızı, yağmurlarımızı ve güneşlerimizi ve dolayısıyla gökkuşaklarımızı, oyun bahçelerimizi, yataklarımızı, seks oyuncaklarımızı, seçilmiş ailelerimizi, dayanışma ağlarımızı, okullarımızı inşa etmek. Bu zemini güzelleştirdikçe izahatin ne kadar yersiz olduğunu hem görmek hem göstermiş olmak.

Muhatap almamak sağlam bir politik duruş iken ben pek tatlı cevabımdayım yine: “Ne bileyim ay, tercih mi yönelim mi? Bilmiyorum da ilgilenmiyorum da tatlım.”

Share Button