Sansasyonel Hormonlu Domates ve Gençliğin Ahlakçılığı Üzerine

hormonlu

Hüner Aydın

Yıkmak istediğimiz ağaca sırtımızı yaslıyoruz; meyvesini yiyoruz ve gölgesinde dinleniyoruz; ama yıkacağız, kesin kararlıyız; yine de meyvesi ve gölgesi üzerinden kurduğumuz pragmatistliğe devam ediyoruz, tabii yıkana kadar!

Nisan ayında BDP Dersim Gençlik Meclisi “Kutsallarımız ve Ahlaki Değerlerimizin Yozlaşmasına ve Sömürgeciliğe İzin Vermeyeceğiz” pankartıyla Dersim’de bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşün akabinde bir basın açıklaması yapıldı ve iki birahaneye saldırıldı. Roştîya Asmê Dersim LGBTİ oluşumunun, saldırılar için “kadın garsonlara yönelik, seks işçilerine yönelik” gibi ifadelerle basında çıkan haberlere karşılık olarak, eylemin seks işçilerine değil; çete, patron ve pezevenklere yönelik yapıldığını belirttiğini Roştîya Asmê adına Loren Elva açıkladı. Üç ay sonra, 22. LGBTİ İstanbul Onur Haftası kapsamında Hormonlu Domates Ödülleri’nin adayları açıklanırken Genel Ahlaksızlık Özel Ödülü’nde tek aday olarak BDP Gençlik Meclisi gösterildi. Gerekçe olarak da Dersim’deki birahane protestolarında kadın garson çalıştırıldığı için birahanelere taş ve sopalarla zarar verilmesi açıklandı. Loren Elva bunun üzerine Roştîya Asmê adına ikinci bir açıklama yaparak ilk açıklamasını tekrar etti ve ödüle tek aday olarak BDP Gençlik Meclisi’nin gösterilmesini kınadı; Onur Haftası Kurulu’nun gerekçe olarak bunu gösterirken Dersim Roştîya Asmê’nin iradesini çiğnediğini de ekledi. Ardından karşımıza 22. İstanbul LGBTİ Onur Haftası Çalışma Grubu’nun BDP Gençlik Meclisi’ni aday gösterme ve tek aday gösterilme durumu üzerine yaptığı açıklama çıktı. Açıklamada dikkat edilmesi gereken noktalardan biri, LGBTİ hareketinin 20 küsur yıldır homofobi ve transfobiye karşı mücadelenin ötesine geçerek cinsel özgürlük, beden ve emek üzerine politika geliştiren bir örgütlenme olduğunun altının çizilmesi. Hemen ardından yapılan ahlakçılık eleştirisi ve fuhuş karşıtı kampanyanın, doğrudan seks işçilerini hedef almasa da kaçınılmaz ve yine yerelden bağımsız olarak etkisinin geniş bir alanda seks işçilerini mağdur edeceğinin de vurgulandığı görülüyor. Fakat tek aday olarak BDP Gençlik Meclisi’nin gösterilmesi konusunda, Hüda – Par ve Halk Cephesi’yle aynı kategoride yan yana bulunmasının vereceği rahatsızlık ve BDP’yle LGBTİ hareketinin arasındaki yoldaşlığa dayanarak bir hayal kırıklığının ifade edilmesi sebep olarak gösterilmiş; aradaki dayanışmanın daha da artacağı öngörülmüş.

Sonuç: “Hormonlu Domates Ödüllerinde bu yıl tartışmalara neden olan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Gençlik Meclislerine verilecek “Genel Ahlaksız Özel Ödülü” gecede anons edilmedi. Esmeray, “BDP gençlikle oturalım konuşalım” derken, Seyhan Arman “BDP bizimle aynı yolda yürüyen bir örgüttür” diye ekleyip geceyi sonlandırdı.”

Bu meseleyi sorgularken kafa karıştırıcı noktalar olduğunu görmemek elde değil. Eğer sebep, belirtildiği gibi birahanelere, kadın garsonlara yönelik saldırılarsa Roştîya Asmê’nin iradesini çiğnemek İstanbul gibi bir ablamıza yakıştı mı? Eğer asıl sebep ahlakçılık ise tek aday gösterilme açıklamasında adı geçen, düşünülmüş ama BDP’nin yanına yakışır mı canım hiç denilmiş oluşumlardan Halk Cephesi’nin bu ödülü BDP Gençlik Meclisi’nden daha çok hak ettiği söylenebilir (kampüslerden sesleniyorum, vallahi öyle!). Ha, BDP ile aramız iyi, buna gücenmezler dedik, ödülü de Gençlik’e verdik ki kırgınlığımızı anlasınlar’vari bir açıklamaya karşılık olarak akıllara şu geliyor: Ser sera, ser çava denilmesi mi bekleniyordu BDP’ten, başım gözüm üstüne? Kaldı ki Gençlik – Parti – Partî arasındaki farkları göz önünde bulundurmak gerekir. Bu yüzden yapılan açıklamalarda ve yorumlarda kullanılan dilin Gençlik’ten bağımsız bir şekilde BDP üzerinden oluşumunun da sağlıklı bir değerlendirme getirisi olamayacağını belirtmek gerekli. Örneğin BDP’nin ve HDP’nin LGBTİ hareketine gösterdiği anayasal desteği, Gençlik’in alanlarda göstermediğinden bahsedilebilir ve bu bir hayal kırıklığı olarak öne sürülebilir. Loren Elva’nın tek kınadığının LGBTİ Onur Haftası Komisyonu olmadığı, belli yerlerde seks işçilerine yönelik saldırılarda ve eylemlerde bulunan BDP Gençliğinin de kınamaya dahil olduğunu belirtmekte fayda var. Neticede partikülarist bir tavırla terazinin dengesini koruyamamanın kimseye hiçbir getirisi olmayacaktır.

“Bırakınız Hormonlu Domates Ödülü bu kez de BDP Gençlik Kolları’na gidiversin, Yurtsever Gençlik bunca yıldır yaratılan birikim ve değerin ağırlığına uygun olarak genel ahlakçı yapısını bir sorgulayıversin.” feryadının, okunacak esami potansiyeli de, bulunduğu çıkarımla yok sayılmamalı. Loren Elva’nın da açıklamasında belirttiği gibi Gençlik’e uzak ve Gençlik’in uzağında olmayan biri olarak şunu söyleyebilirim: Ahlakçılığa beden sömürüsü, yozlaşma, metalaştırma gibi kılıflar geçirildikçe mücadelenin neferlerinin de samimiyeti sorgulanmaya devam edilecektir. Bu, çok da şaşılacak bir durum olmamakla birlikte, sorgulanan samimiyet için gösterilen gerekçenin de şaşırtıcı olmaması gerekiyor. Fuhuşa karşı’lık, seks işçiliği olmasa daha güzel olur’culuk beden sömürüsüyle, cinsel metalaşmayla, yozlaşmayla açıklanıyor. Oysa bugün, belirtildiği gibi, LGBTİ mücadelesinin geldiği noktada seks işçiliği politikası, yasal istekler, hak talepleri gündeme geliyor. Bir mücadelenin (LGBTİ hareketinin), kendi / esasi / asıl, öncül ve birincil görülen mücadele (Kürt hareketi) içinde kavranabildiğinin, desteklenebildiğinin beyanı verilirken teori – pratik çatışmasına, derin çelişkilere mahal vermek, kitlenin ideolojik temel ve samimiyet konusunda soru işareti yaratması demektir. Karşılaşılan ilk teori – pratik çatışmasının bu olmadığını hareket içinde ne yazık ki görebiliyoruz. Partî konusunda bir örnek verecek olursak: Kadının özgürleşmesini, kadının kurtuluşunu, jineoloji’yi konuşuyoruz fakat dağa çıkmanın, bekâreti güvence altına aldığını duyan yüreklerin “namus – bekâret” algısına su serpiliyor ve ses çıkarmıyoruz. Geleneksel erilliği arkamıza alıyoruz ve bir yandan da bunu yıkmaya çalışıyoruz. Karşı argüman olarak geliştirilebilecek olası “bir anda yıkılacak bir şey değil”ler için argümanı tekrar etmekte fayda görüyorum: Yıkmak istediğimiz ağaca sırtımızı yaslıyoruz; meyvesini yiyoruz ve gölgesinde dinleniyoruz; ama yıkacağız, kesin kararlıyız; yine de meyvesi ve gölgesi üzerinden kurduğumuz pragmatistliğe devam ediyoruz, tabii yıkana kadar!

Böylece söylemler, esamisi okunmayan, içi boşaltılmış bir sembolikliğe ve pelesenkliğe doğru yol alıyor. Haliyle yaratılan hayal kırıklıklarını, hormonlu domates kofluğunda tadıyoruz.

“Kürdistan serin bir kelimedir” diyor Mehmet Said Aydın. Diyorum, korkarım ki Kürdistan bizi sevmeyecek. Kürdistan’da -Kürdistan’ın bir kısmında, aşina olduğumuz kısmında-, demişti bir arkadaş gülerek, kimse içki içmeyecek; biraz tartışıp gülmüştük. O serin kelimenin beni hiç sevmeyeceğini bir kez daha tedirginlikle düşünmüştüm, elbette ki çocukça. Şimdi ağzı bozuk, içkiye düşkün ve mesleğini seven bir seks işçisi olduğumu varsayalım ve o serin kelimeye dair hayal kırıklığımı düşünelim (empati de artık bayat bir kelimedir ama). Gençlik’e göre yoz hayatımda, sömürülen bedenimle Kürdistan’ı dinliyorum varsayalım, gözlerim de kapalı. Diyeceğim ki senin de çalıştığın işte emeğin ve bedenin sömürülüyor, bu da benim emeğim bu da benim bedenim, emek benim beden benim, sömürtürüm ulan kıtıpiyoz! Namuslu işlerdeki beden, emek sömürüsüyle bir tutamadığınız mesleğimi rahat bırakın. Cinsel sömürü diyerek ahlakçılığınızı örtbas ediyorsanız yoz hayat dediğinizi bin kere öpüp başıma koyarım. Karşı olduğunuz sistemin namuslu, saygın meslekleri sizin olsun! Derim. Üstüne bir de Derya Alabora gibi basarım çığlığı: Orospuyum ulan

Bir hayata yozlaşmış tanısı koymak için görülen ve duyulandan daha fazlası gerekir. Üstelik herhangi bir şeye yoz tanısı koymak için yozlaşmama kriterleri ve sınırları içinde, çemberin dışına çıkmadan hareket etmekten de daha fazlası gerekiyor. Kaldı ki şunları da sorgulayabilmemiz gerekli: Bu tanıyı hangi cüretle yaşayışlara, ilişkilere, insanlara koyuyoruz? Yoz olmayan hayatın çizilen sınırları kimin yozluk anlayışı etrafında şekilleniyor? Cevabını bildiğim bu soruyu niye soruyorum? Belli bir otoritenin diliyle konuşmak, onu tutturmak dilimize, belli bir yerden sonra plak olmamıza sebep oluyor. Otoritenin ve otoriter fikrin dokunulmazlığı genç iliklere bu kadar işlediği sürece tedirginlikler ve hayal kırıklıkları bitmeyecektir. Beraber hürlüğünün düşünü kurduğumuz o coğrafyada, senin güzelliğin benimse -yozlukla- çirkinliğim mi olacak? Bunlar da görecelidir, diyorduk değil mi? Sistemin dilindeki estetik anlayışını reddediyor fakat yozlaşma kavramını o dile hiç mi hiç uzak olmayan bir anlamla alıyoruz. Her şeyden önce kolektif bir özeleştiri gerekiyor. Bunca çelişkiyi doğurmayan ama sürdüren, kolektif özeleştirinin yoksunluğudur. Özeleştirinin varlığı, Gençlik içinde yadsınamayacak kadar önemli fakat gözden kaçırılan bir nokta, özeleştirinin var oluşunun bireysel özeleştiri ağırlıklı olduğudur. Gerekli görülen şeyin kolektif özeleştiri olduğunu söylemekle birlikte kolektivizmin sınırları içinde gerçekçi ve objektif bir özeleştirinin mümkün olup olmadığının da söylenmesi gereklidir.

Meletî’de, dedemin kırmızı toprakla sıvadığı damında Şîro Çayı’nı seyrederken güneşi topuklarımda hissediyordum ve bu bahsi geçen düşünmeler henüz başlamamıştı. Şimdi bunları düşünürken, topuklarımı kırmızı toprakla sıvalı o damın yakmasını istiyorum çünkü o an sadece iki düşüncenin ikileminde oluyor insan: Topuklarını kurtaracak, aşağıya inecek, çayı daha can yakmayan fakat pek de cazibeli bir manzara yaratmayan vakitlerde izleyeceksin ya da topukların tolerans kazanana kadar sabretmeyi göze alıp Şîro’yu seyredeceksin. Oysa şimdi İstanbul – Ankara arası otobüs yolculuklarında göreceli yozluğu düşünüyorum. AŞTİ’yi, planlanmamış bir şekilde Louvre Müzesi zannedip metrodan peronlara geçiş kısmında boylu boyunca koştuğumuz yoz arkadaşlık ilişkilerimi düşünüyorum.

Seni, “Bana ağız tamburası çalma” diye paylayıvermesinler istiyorum hevale heja, tu zanî? Onur Haftası Komisyonu’nun yaptığını yapıyorum varsay; hayal kırıklığımı ifade ediyorum, aramızdaki samimiyete dayanarak. Fakat komisyonla aramızda bir fark var, sana üzerinde uzun uzun tartışabileceğimiz bir gerekçe gösteriyorum. Bir fark daha: Propagandist bir dille, sen’li konuşuyorum ne yazık ki, ama samimiyete dayanarak!

Share Button