Etiketler: sayı 21
Affedememek
Emel Uzun
Affetmek üzerine düşünmek, kendini önceleyen kederi cağırıyor, biraz kekremsi bir tad bırakıyor insanın ağzında telaffuzdan hemen sonra. Bir yutkunmak bir de derin nefes almak gerekiyor boğazdaki yumruyu cıktığı ve her an tekrar cıkmak icin bekledigi kuytuya gönderebilmek için. Her zaman bu kadar kolay değil tabii. “affettim” dedikten sonra ne oldu, neden benim basıma geldi, neden ben haklıydım da o nasıl haksızdı, nasıl affeden ve affedilen roller bu kadar ayan beyan döküldü ortaya, (hak ölçülebilen, derecelendirilebilen birsey mi ki?) ya giden kalabalık ve gürültülü bir soru silsilesini cağırıyor. İsin yoksa nasıl affettiğinin zihinsel dizgesine bak varsa bir meşru nedenin onu bul çıkar sonra kendini yeniden ikna et affetmiş olmak için.
Mekanım Kadınlık Olsun
Ayşegül Sönmez
“Bakmanın cinsel politikası çerçevesinde şekillenmiş olan bu öğeler, bakışın belirli bir sosyal örgütlenmesinin sınırlarını çizer, bu da cinsel farklılığın belirli bir sosyal düzenlemesini yerleştirir. Kadınlık hem koşul, hem de sonuçtur(…)”
Renoir’ın yaptığı loca resimlerinden Manet’nin Musique aux Tuileres‘sine, Monet’nin park manzaralarına kadar pek çok tablo, burjuva erkek ve kadınların vakit geçirdikleri alanı kapsar. Griselda Pollock’un ünlü makalesi Modernlik ve Kadınlığın Mekânları‘nın konusu da bu alandır. Ya da alansızlık.
Pollock şöyle yazar: “Modern sanatın temel direkleri olarak benimsenmiş kanonik eserlerin çoğunun bu alanla, cinsellikle ve cinselliğin bu biçimiyle, yani ticari alışverişiyle uğraşması çarpıcı bir olgu. Picasso’nın Avignonlu Kadınlar‘ına kadar tablolarda işlenen pek çok genelev sahnesini ya da bir başka formu, sanatçı yatağı sahnesini düşünüyorum.
Devleti Affetmek ve Travma Üzerine
Melek Göregenli
“Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı tercih ederim” –Ulrike Meinhoff- ya da “Parçalanmış bir hayatın hikâyesi ancak parçalar halinde anlatılabilir” –Rilke-“
Utanç, devletin canını yaktığı her insanın ilk duygusudur; kolay kolay adı konulamayan, aynada her kendiyle bakıştığında hissettiği, her hatırladığında gözlerini kendinden ve herkesten kaçırmasına yol açan. İnsan, devlet her canını yaktığında hele yalnızsa daha da çok utanır. İnsanı, devletin şiddeti karşısında yapayalnız olduğunda utandıran, acı veren, faille arasındaki mesafedir. Bu mesafeyi yaratan acı çekene “mağdur”, çektirene “fail” denmesiyle başlar belki de. Can yakanı tanımamak, ona hiç dokunmamış olmak, can yakanla canı yananın belki de hiç göz göze gelmemesini sağlayacak olan, bu ilişkinin, kişisel olmaktan çıkıp, “mağdur” ve “fail” ilişkisine dönüştüğü o hukukun terimlerinin benimle onun arasına girdiği yerde başlıyor, tam orada iktidarın en zalim hali olarak politikleşiyor.
Affetmek mi?
Saime Tuğrul
“Af ölüm kamplarında öldü” (Jankélévitch 1986: 50)
Yahudi asıllı Fransız düşünür Vladimit Jankélévitch “Pardonner?” adlı kitabında, bu cümle ile bazı suçların affının zorluğunu, hatta imkânsızlığını haykırarak, ‘affı reddetme hakkını’ talep ediyordu (1986: 58).
Yazar, Nazi ölüm kamplarında ölenlerin adına yaşayanların affetmesinin mümkün olamayacağını vurgulayarak, suçlunun affedilebilmeyi isteyebilmesi için, öncelikle hiçbir çekince koymadan, suçuna bahaneler bulmadan, suçluluğunu kabul etmesi gerektiğini belirtiyordu (Jankélévitch 1986: 55).
Bu eserin çağrışımları ile affa ilişkin akla ilk gelen temel birçok soru ortaya çıkar: Affın anlamı nedir? Suç ve af arasında ilişki nasıl belirlenir? Selâmet, barışma, pişmanlık, kefaret ödeme ile bağları var mıdır? Hangi koşullarda af mümkündür?