Etiketler: sayı 31
Kadın-Erkek Eşitliği Yanılsaması: Angela McRobbie ile Söyleşi
Çeviri: Biray Anıl Birer
Kadınlar için eşitlik sağlandı mı? Feminizm pek çok amacını gerçekleştirmiş; kadınlar ve erkekler arasındaki bariz eşitsizlikler kaldırılmış gibi görünüyor. Ama gerçekten öyle mi? Goldsmiths Londra Üniversitesi Medya ve İletişim Departmanı’ndan Angela McRobbie araştırmasında bu konuyu inceliyor.
David Edmonds (D.E): Kadın-erkek eşitliği sağlandı mı? Pek çok kişi, eşitlik yolundaki büyük savaşların çoktan verildiğini ve kazanıldığını söylüyor. Bazıları ise feminizmin çok ileri gittiği görüşünde. Goldsmith Koleji’nden sosyolog Angela McRobbie feminizme tepkileri analiz ediyor.
Nigel Warburton (N.W): Angela McRobbie, Social Science Bites’a hoş geldin.
Angela McRobbie (A.M): Merhaba.
N. W: Kadınlar için eşitlik yanılsamasını konuşacağız. Öncelikle bu konuda yaptığın araştırmadan bahsedebilir misin?
A. M: Son 10-15 yılda bir tür kadın-erkek eşitliği yanılsaması oluştu ve ben de bu yanılsamanın oluşma biçimiyle yakından ilgilenmeye başladım. Daha önceki dönemde bir feministin, genç kadınların kesin olarak ayrımcılığa uğradığı ve bariz eşitsizliğin olduğu alanları işaret etmesi daha kolayken şu an farklı bir durum var. Dikkatimi asıl çeken şey, bu durumun nasıl tersine döndüğü. İnsanlar gerçekten kadınların, özellikle genç kadınların bir şekilde eşitlik elde ettiğini düşünüyor. Ben de bir sosyal bilimci olarak bunun üzerine gitmek istedim çünkü ortada şüpheli bir durum vardı.
Teknoloji Eğlenceli Bi Şeydir
Kadınlar Makinesi
Kadınlar Makinesi, “kadınlar teknolojiden anlamaz” önyargısını kırmak, kadınların bilişime olan
ilgilerini arttırmak, bilişim ve teknolojiye hatta bu konularda soru sormaya karşı duydukları çekinceleri azaltmak ve teknoloji, matematik, bilim, mühendislik alanlarına katkıda bulunan kadınları tanıtarak kadınların da bu alanlarda gayet başarılı olduklarını aktarmak için kurulmuş bir topluluk.
Çeşitli disiplinlerden gelen kadınlarız. Konu özelikle teknoloji ve bilim olunca ne yazık ki kaba bir tavırla karşılaşıyoruz. Mecbur değilseniz (yani evde tadilat işlerini yapacak bir erkek yoksa) elinize bir kere bile tornavida değmeden büyümeniz çok olası. Tamir etmek erkeklerin, korumak kadınların işi gibi görülüyor. Hayatımızın neredeyse her yanında olan teknoloji ile de böyle bağ kuruyoruz. Belki komik gelecek ama bir metin belgesini yatay ya da dikey olarak kullanabilmek bile büyük sorun(!) olabiliyor. Kaldı ki bilgisayar söküp takmak, program yazmak, sistem kurmak.. bunlar çok daha büyük sorunlar oluyor. Bu sorulara verilen yanıtın niteliği ya da veriliş şekli sizin bir daha sormanızın önünü kesebiliyor. Eğer çevrenizde duyarlı bir erkek yoksa genelde böylesi sorulara üstten bakan, ‘bunu mu yapamadın’ şeklinde yanıtlar almanız çok olası! Biz öyle değiliz, öyle olmamaya çalışıyoruz en azından. Ne yapacağımızı da oraya gelenlerin ihtiyaçları üzerinden planlamak istiyoruz.
Alınganlığın Bu Kadarı
Burçin Tetik
Çok alınganızdır biz kadın milleti. Öyle biraz falan değil, hep kafamızda kurarız, olmayan şeyler tahayyül ederiz, boşuna üzülür, var olmayan şeylere kızarız. Sevgilimiz olan adamın başka kadınları nesneleştirerek konuşmasından alınırız mesela. Akşam bizimle aynı yatacağa girecek olan kişinin, metroda yanımızda otururken arkadaşıyla yan koltuktaki kadınla alakalı fantezilerini anlatmasına alınırız. Üstelik hem kendi adımıza, hem diğer kadınlar için, hem de bazı bazı insanlık adına alınırız. Dedim ya, hep alınganlıktan işte.
Amaç alınmak olunca, eh isteyen bir bahane bulup alınıyor. En son tecavüze uğradığına çok alınan bir kadın tanıdım örneğin. Tecavüzcü yakın arkadaşıymış, aralarında etkileşimler eksik olmazmış. Bir gün sevişmeye de karar verivermişler. Başta ben diyeyim heyecandan, siz deyin meraktan, her şey güzelmiş. Sonra sonra karışmış işler, arkadaşlıktan çıkmış iş, sevgililik de olamamış, her şey sarpa sarıvermiş.
Muallim de Olsa Muharrir de…Go Home Feride!
Melike Koçak
“Sinemada da edebiyatta da kaybedenler, ıssızlaşanlar, aylaklar, tutunamayanlar neden hep erkekler? Biz erk’in diline ve bizim için kurduğu “makbul kadınlık”, “makbul yazar kadın / kadın yazar”lığa bir yerde, bir şekilde kendimizi kaptırmış olabilir miyiz? Erkeklik imgeleriyle uğraşırken kendi dilimizi kurmayı, dilin sunduğu özneleşme imkânlarını kullanmayı ihmal etmiş olabilir miyiz?”
“biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil,
eğer bir cehennem varsa, burada, çoktan aramızda; her gün
içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem.
İki yolu var acı çekmenin. Birincisi pek çok kişiye kolay gelir:
cehennemi kabullenmek ve onu göremeyecek kadar onunla bütünleşmek.
İkinci yol riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor;
cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var,
onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek.”
Italo Calvino, Görünmez Kentler
Cinayetler, katliamlar, tecavüzlerin üzerinde teller, mayınlar, genelgeler, yasalar, baskılar, yasaklarla sınırlar çiziliyor, duvarlar örülüyor. Paradigmalar değişiyor, toplum mühendislerince şekillendirilme uğraşı 90 yıldır hiç bitmiyor. Bu kopkoyu, kekremsi cehennemin ortasında aklımız, kalbimiz, bedenimiz, dilimizle sınırlara ve duvarlara karşı koyarken “Güzin ablası kitaplar olan”, “Rahmin kadar konuş” dedikleri “oysa durmadan roman kahramanlarından” “hamile kal”an kadınlar olarak yazıyla ilişkimiz üzerine yeniden düşünmemiz bir tercih değil, zorunluluk sanki.
Kadınların Yazma Serüveni
Neslihan Cangöz
“Kalem simgesel bir penis midir?” Sandra M. Gilbert & Susan Gubar,feminist edebiyat eleştirisinin kurucu metinlerinden The Madwoman in the Attic (i) adlı kitaplarına (1) bu provakatif soruyla başlarlar. Ve devam ederler: “Gerard M. Hopkins belli ki böyle düşünüyordu. Nitekim 1886 tarihli bir mektubunda şöyle yazmıştı: ‘Bir sanatçının en hayati niteliği ustaca icra etme, yapma niteliğidir ki bu erkeklere bahşedilmiş ve özellikle erkekleri kadınlardan ayıran bir yetenektir… [E]rkek vasıfları tanrı vergisi yaratıcı yetenektir”(3). Gilbert & Gubar’a göre 19. yüzyılda “erkek cinselliği, sadece kıyasla değil fakat fiili olarak edebi gücün özü” olarak görülmektedir (4). İngilizce to father fiilinin anlamının vücuda getirmek, icat etmek olmasından hareketle, Gilbert & Gubar, dünyayı vücuda getiren Tanrı gibi yazarın da kendi metnini vücuda getirdiği patriarkal kavramının Batılı yazın dünyasında yaygın olduğunu ve Edward Said’in (ii) de gösterdiği gibi, yazar (ing. writer), ilah ve ailenin babası (lat. pater familias) kelimeleriyle bir tutulan müellif (yaratıcı yazar, ing. author) kelimesinin bu metaforu içerecek biçimde kurulduğunu ifade eder. Onlara göre patriarkal Batı kültüründe metnin yazarı, baba, ata ve kalemleri penisleri gibi üretme gücünün aracı olan estetik patriarklardır. Erkek author aynı zamanda “yazın adamı”dır, kendinin ilahi eşi, her şeyin tek yaratıcısı Allah Baba (Father God) gibi baba, üstat, hükümran ve maliktir.
Adımı Görünce Niye Duraksadınız?
Şebnem İşigüzel
“Alınganlık ve kıskançlık insanın zehiridir,” derdi babaannem.
“Şükür sizde yok.”
Göz ucuyla şöyle bir bakıp,
“Yani pek yok,” deyişi bile aklımda.
Akabinde kuzenimin ayaklanıp, “Ne yani ben alıngan mıyım? Ben kıskanç mıyım? Onlar benden daha alıngan, onlar benden daha kıskanç,” deyişi bile… Öğle ışığının doldurduğu huzur dolu evin salonunda bir gün bütün bunların hatıralarımız arasına karışacağını düşünürken o sırada ne yapmakta olduğumu bile nakşetmiştim zihnime: Babaannemin yün çilesini sarmasına yardım ediyordum. Ellerim gövdemden uzakta iki yana açılmış, bilmeyene nasıl tarif edilir bilemediğim şekilde, bir o tarafa bir bu tarafa sadece biz kadınların bildiği bir ritimle salınmaktaydı. Yün çilesinin geçip giden zaman gibi hızla tostoparlak yumağa doğru akıp gidişini izlemekteydim. Ellerimin yumuşakça dönüşüyle sarılmakta olan yün çilesinin konumuzla alakası şu: Kuzenimin bir sonraki fevri çıkışı, “Zaten ben yün çilesini iyi saramadığım için ona sardırıyorsun!”
Çokuz, hassasız, üstümüze gelmeyin incinir ve de incitiriz
Pınar Ögünç
Çoğunluk kelimesinin en mühim özelliklerinden biri çokluğu işaret etmesidir. Çoğunluk çoktur. Çok olmak başlı başına güçtür, siyasi iktidarlar çokluk üzerine inşa edilir. Hangi buluşturucu nedenden kaynaklanırsa kaynaklansın, yalnızlık hissini emdiği, bir güven membaı olduğu için kalkandır. Psikolojik bir kalkan olduğu kadar, söylemeye lüzum yok, kavgada da kalabalık olan taraf kazanır. Teker teker de gelmezler üstelik.
Çoğunluk çok hindir. Nicelik bakımından üstünlüğün toplumsal ve siyasi bir iktidara dönebilmesi için, normal koşullarda karşısında az kalana atfedebilecek bir hasleti de gasp eder.
Duygular Siyaseti ya da Birbirimizin Ciğerini Bilmek
Gülsüm Depeli
Kimlikler dönemeci sonrası toplumsalı tanımlamada artık yeni bir kavramlar seti kullanıyoruz. Tarihin birikmiş bütün eşitsizliklerini ve baskılarını tanıyarak önlerinde utanç ve sorumlulukla eğilmeye gayret ediyoruz; Kürtler, Türkler, Aleviler, Ermeniler, Kadınlar, Başörtülü Kadınlar, Eşcinseller, özür sırasında kimseyi atlamamaya çalışıyoruz. Özür dilemek bir adım; bu yolla ulus-devlet programlaması sonucu ‘özne’liğimize nakşedilmiş ulus-kimliğini reddetmenin ve sökmenin, özgürleştirici, politik yollarını üretmeye çalışıyoruz… Öte yandan kim olarak özür dilediğimizi sorduğumuzda, görüyoruz ki birçoğumuzun tanımlı kimlikleri, Türk-Sünni Müslüman-Erkek-Heteroseksüel olarak çerçevelenen hegemonik gövdeye demirlemiş değil genellikle: Çoğunlukla bizler zaten Kürt, Ermeni, Alevi, Kadın, Eşcinseliz.
Jin, yaşam, tutsaklık
Çağla Karabağ
“Kadın filmi” denildiğinde akla birbirinden farklı şeyler geliyor: kadın yönetmenlerin çektiği filmler, ticari sinemanın kadın izleyiciye yönelik olarak ürettiği melodramlar, kadına ilişkin sorunları ele alan filmler ve son olarak feminist teori ve pratiğin birikimiyle çekilen ana akım sinemaya alternatif filmler.
Anneke Smelik (2008, s. xii) “feminist” filmleri, “cinsel farklılığı bir kadının bakış açısıyla sunan ve cinsiyetler arasındaki asimetrik iktidar ilişkisine dair eleştirel bir farkındalık sergileyen filmler” olarak tarif ediyor. Buna göre kadın yönetmenler tarafından çekilen her filmi feminist film kategorisi içinde düşünemeyeceğimiz gibi, kimi erkek yönetmenlerin filmlerinin ataerkil ilişki biçimlerine eleştirel bir şekilde yaklaştığını ve meseleye kadının konumundan baktığını söyleyebiliriz. Ben Jîn’i (Reha Erdem, 2013) bu çerçevede ele alıyor ve eril şiddete eleştirel biçimde yaklaşan, “kadın bakış açısına” sahip bir film olarak görüyorum.