Göbek Bağımızda Yazılı*
Zeynep Ceren Eren
Göbek deliği annemizin hatırasıdır.
Ninelerimiz mezarsız.
Bize ninelerimizi anlatın.
İki bacağımızın arasını.**
Venüs. En sıcak gezegen. Kendi ekseni etrafında, güneş sistemindeki diğer tüm gezegenlerin aksi istikamette döner. Hem sabah yıldızı hem akşam yıldızı. Venüs. Bir tanrıçanın adını taşıyan tek gezegen. Roma’nın Venüs’ü, Yunan Afrodit istemeden, zorla Ares’le beraber olduğunda mı başlamış kadersizliğimiz? O yüzden mi doğurduklarının adı Korku, Dehşet ve Uyum?
Babası Arnavut’un ‘Neden erkek değil de kız?’, ‘Kedi doğsun kız doğmasın!’ diye karşıladığı bir bebek: Nereye doğacağına bir türlü karar verememiş, İstanbul’un karanlık ve derin sularının orta yerinde, hem göbek bağından kurtulmuş doğarken, hem de sıkı sıkı bağlanmış kendinden önceki kadın atalarına ve kadim aile sırlarına. Ne de olsa ‘Bir ailede bir kişinin gördüğünü yedi göbek ötesi görür.’ Ve biz gördüklerimizi bir lanet gibi taşırız.
Kadın atalarımız. Onların yüzü suyu hürmetine olan bitenler. Onlar ‘güç verdi de ayağa kalkabildik.’ ‘Lekeler, hastalıklar, izler, kusurlar’ ile bağlandığımız kadın atalarımız. ‘Lekeleri, hastalıkları, izleri, kusurları meziyetten mi sayıyorsun a aptal?’ diyene karşılık ‘Kusurlarımız meziyetlerimizdir esasında, kusursuzluk var olmamaktır bir bakıma.’ cevabını verenler. Bu cevapları bir dövme gibi vücudumuza nakşetmiş, kuşaklar öteden bize seslenen, bizi biz yapan kadın atalarımız. Venüs’ün gizli sakinleri.
Bize hem isyan etmeyi, hem idare etmeyi öğreten kadınlar. Hem yük taşımayı, hem yükten kurtulmayı. Boynumuza dünyanın, kadınlığın en zarif tasmasını takan atalarımız. İşte onların hikayeleri var, Şebnem İşigüzel’in Venüs, Bir Aile Tarihçesi, Bir Yaşamöyküsü romanında. Hikaye anlatıcımızın kısacık hayatının içinde çoğalan başka hayatlarda, Şekina, Zühre, Nergis ve daha nicesi var. II. Abdülhamit saltanatıyla başlayıp 2. Dünya Savaşı zamanlarına kadar uzanan Venüs’ün anlattıkları aslında bu zaman diliminin fersah fersah ötesine geçiyor. Ve bütün o tek hikayeler bir oya gibi incelikle, zariflikle bağlanıyor birbirine, kadınlığın o tek hikayesine dönüşüyor yavaş yavaş.
‘Ama ben erkek cinsine mensubum. Bir kadın ölene kadar ebeveyniyle yaşamaya mahkumdur. Ebeveynleri ölmüşse cemiyet ona kocasından, ağabeyinden, kardeşinden, olmadı eniştesi, dayısı, amcası, dış kapının mandalı kuzeninden ebeveyn tayin eder. Kadın ona şikayet edilir, onun iznini alır . Bre ne sıkıcı şey, iyi ki kadın doğmamışım.’ deyip arsızlık edene kusmuğunu buyur eden Şekina’nın hikayesi: ‘Erkek cinsinin aşağılamaları içimdeki kadınlığı kabarttıkça kabarttı, kabaran kadınlığımın küçük dilime değmesiyle…’ Allah’ın kadınların susmasını buyurduğunu söyleyene, ‘Hangi Allah?’ diye soran, Cennet’in yerini yanlış tarif edenleri ‘Cennet insanın iki bacağının arasında ve ağzının içindedir.’, ‘Zevk cennetin göbek adıdır!’ diyerek düzelten cesur Şekina’nın hikayesi.
Ve Nergis’in. Hiç ağlamamış Nergis’in. ‘Fesuphanallah derler ki, ömrü boyunca çile çekip ağlamayanın gözünden düşen ilk damla, şayet bu yeryüzünde çok çile çektiyse ve buna rağmen susup şimdi Allah’ın hikmetiyle ağlıyorsa yakut, güzel günler görmüş de şimdi ağlayacağı tuttuysa yeşim, sudan bir sebeple sırf ağlamak nasıl bir şeymiş diye merak edip ölmeden önce gözyaşı dökmeye niyetlendiyse, elmas olarak düşermiş.’ diyen Nergis. Ömrünün sonu bir yakut tanesi olan Nergis.
Neden kadınların ömrünün sonu bir yakut tanesi? Neden içleri bunca gözyaşı? Neden akmaz bu gözyaşları? Neden mi? ‘Bre çünkü analarının sırlarını, babalarının sırlarını, erkeklerin sırlarını, cemiyetin sırlarını ve kendi sırlarını mezara kadar götürmek üzere eğitilmişlerdir.’ Sırları koruyan kadınların bıçak açmaz ağızlarını. Ya da ancak bıçak açar kadınların ağızlarını…(1)
Kadınlar muhafızlığını yapar aile sırlarının. İçine doğdukları sırlara, kendi sırlarını katarak, kimi zaman sırları açık edip kurtularak, kimi zaman kilitlere bir kilit de kendileri vurup iyice sıkılaştırarak yaşarlar. Sessizce, açıkça, mırıldanarak, yüksek sesle, gözlerini kapatıp, doğrudan gözlerinin içine bakarlar sırların. Kendi sırlarının. Başkalarının sırlarının. Ortak sırlarımızın daha çok, kadınlık sırlarının.
Bu sırlar ki kadınlığın en berrak halinden başka da bir şey değildir en nihayetinde! (2) Ölümcül sırlarımız. ‘İhanet, yasak aşk, onay görmeyen merak, umutsuz eylemler, zorunlu eylemler, karşılıksız aşk, kıskançlık ve reddedilme, intikam ve öfke, başkalarına ya da kendine zulmetme, kabul edilmeyen arzular, istekler ve düşler, kabul edilmeyen cinsel ilgiler ve hayat tarzları, plansız gebelikler, cesaretin kaybedilmesi, öfke nöbetleri, bir şeyin eksik kalması, bir şeyi yapamama, ihmal, istismar ve daha neler neler…’ İşte bunlar kadınlık durumuyla ilgili sırlardır, kadınların bunları sarıp sarmalamaya, gözlerden uzak tutmaya, sessizde korumaya, bir ömür bekletmeye, kendinden sonra gelene devretmeye erkeklerden daha çok ihtiyacı vardır. Utanç ve ayıp, kadınlığımızın mayasıdır.
İşte Venüs’ün o yüzden bir kahramanı yok; kitabın kahramanı kadınlık halleri. Uzaktan, yakından, tanıdık tanımadık o hallerimiz. Yaşamasak da bildiğimiz. Ortak hallerimiz. Ortak suçlarımız ve hayallerimiz. Bizi göbek bağlarımız bağlıyor birbirimize. Kadınların alnında değil, belki de göbek deliğinde yazılı kader.
Ama kadere razı olmaya değil, sırları paylaşmaya çağırıyor bu kitap: anlatmaya, haykırmaya, ağlamaya, boynumuza asılanları mezara kadar götürmemeye çağırıyor. Ninelerimizin, kadın atalarımızın, cadıların elleri karnımızda. ‘Dilinden bülbül, kalbinden katil’ olanların sırları varsın onlarla kalsın.
Hadi ifşa edelim ne varsa. Sonra da hem ‘şeytanlı’ hem ‘melekli’ tarafımızdan öptürelim.
* Bu yazı kitaptan alıntıların marifetiyle yazılmıştır. Tırnak içinde kullanılan italik cümleler kitaptan alınmıştır veya kitaptan esinlenilerek yazılmış cümlelerdir.
** Bu yazı ailemizde ölümü bir ‘sır’, ömrünün sonu bir yakut tanesi olan Melek Hanım için yazılmıştır.
(1) Bir şiir hatırlatıyor kendini. Barış Yıldırım’a teşekkürler.
Kadın Ağzı
musluk açık kulağında metal sesi suların
uzaklara bakıyor ağzını bıçak açmış bir kadın
kapasa yaklaşacak
en son çocukken güldüğü yüzüne dolunayın
durduk yerde patlayan kahve fincanları
yüzünü yıkadığı çocuk gözlerinin içinde
akşamında öldüğü çözülmüş bir bulmacanın
ayaklarını altında toplamış
bir aşiret gülümsüyor ağzında cam kırıklarının
musluk açık bastıramıyor suyun sesi dışarıda kümelenmiş bakışları
cebinde üç bin yıllık trajedi azalarak gelmiş bu yolları
azala azala artmış, şaşkın:
kendini astı ariadne
kendini astı eurydike
ilaç içti özlem
yerine öldü saadet
adı neydi Batmanlı kadınların
meskeni tren garları bir gamla sevdiği hayatın
takati hiç olmamış bir gitmeye dargın
musluk açık, eksik dişleriyle bir kadın
gülümsüyor ekmeğini yalnızlıkla paylaşmanın
musluk açık kulağında altın sesi suların
birikmiyor metal havzasında havsalası akmanın
bir kadın çekip yüzüğünden vurdu aşkın
musluk açık nereye nereye aktı kapkara kanım
işte uluyor orta yerimde yığılı ifşasız şifasız sırtlan dişli acılarım
(2) Yazarın kendisini tutamayıp Kızlar Manifestosu’nu kaleme alıvermesinin sebebi de bu gibi gözükmektedir!