Gayriresmi Nisa Tarihi
Saklama Kabı
Ayça Örer
Cam mı, plastik mi? Annesine göre cam, teyzesine göre plastik.
Oysa o neredeyse altı yıldır, “tapır” kapların esiri. Su şişesi, soğan saklama kabı, peynir saklama kabı, ekmek saklama kabı, zeytin saklama kabı, turşuları suyunda saklama kabı, şerbet kabı, kurabiye kabı, isterse el işlerini de koyabileceği ama daha ziyade sandviçlerini koyduğu beslenme kabı, çöpleri toplama kabı, çöpleri atma kabı, salataları kurutma kabı, salataları süzme kabı, salataları bozmadan saklayan sera kabı.
Ekmek tahtası, silikon pişirme tepsisi, ayran yapma aparatı, el rondosu, erzak kutusu. Bunlardan da vazgeçemez.
Buzdolabını açtığındagördüğü irili ufaklı rengârenk kaplarla içine bir huzur doluyor ki, bu huzuru Himalaya eteklerinde otuz yıldır çakraları çalışsın diye bekleyen rahipler bile yakalamamıştır.
Mesela, kapağındaki kilidi sayesinde marulu marul, havucu havuç, tereyi tere gibi saklayabilen kutuyu eline alıp açtığında ona göz kırpan yeşillikler, “Bir de bizi dert etme, bak iyiyiz işte, burası tam bize göre” diyor.
Kadınların ve dünyanın en eski sorunu “Yemekleri saklamazsa ölecek” derdinin çözülmesinden memnun, eve gelip ayakkabılarını fırlatıp, terlikleri ayağına geçirdiğinde her şey kendinden olacakmış emniyeti veren histen ölesiye mesut.
Dehşetli bir kariyer hikâyesi
Ayça Örer
Garip ama gerçek. Merdivende oturan iki kadın, bir tuval gibi duruyor karşıdan. Şirketin sorumlu koordinatörü Emel ve şirketin temizlik sorumlusu Aslı. Emel’in üzerine tam oturan gri takımı, merdivende bile pot vermiyor. Aslı’nın güzelim yüzünü örten şapkası merdivende de komik.
Onları bu halde gören falanca kişi neler yazabilir. Aslında hikâye basit, ikisi de biraz evvel kadın olduğunu fark etti. Şimdi hikâyeyi yazalım.
***
O günün sabahı, Emel, evden çıkarken, bir türlü okula gitmeye ikna edemediği kızını biraz da sertçe azarlayarak, “Yeter artık sana ben güç yetiremiyorum” diye bağırdı. Kız, yani Yeşim, ağzındaki kornfileksi saça saça “Yetirme sen de” diye yapıştırdı cevabı.
Emel’in oturduğu rezidansın gölgesinin bile düşmediği bir gecekondu bozması apartmanda Aslı kocasına “Bugün iş aramaya çık artık, bak Sami dükkâna bir ilan asmış” diyordu.
İkisi de aynı plazanın sabah güneşinin yeni aydınlattığı ofisinde buluştuğunda, henüz babetlerini topuklu ayakkabıyla değiştirmediğinden sekerek yürüyen Emel, Aslı’ya “Üzerini değiştirince bana bir uğrayıver Aslı Hanım” diye “Günaydın” dedi.
Çizgili pijama hantallığındaki iş tulumunu giyen Aslı, Emel’i çok bekletmedi. Tıraş limonlu su eşliğinde girdi odaya:
“Geldim Emel Hanım.”
Kadersizlerin Zehra
Ayça Örer
Gorkkk….
Lavabodaki son su birikintisi de bu sesle gözden kayboldu.
Sanki kendi de birikintiyle akıp gitmiş gibi dalan Zehra’nın Nermin’in sesiyle uyandığı an budur.
“Zehra, hazır mı pedikür suyu?”
“Senin de pedikür suyunun da” diye söylene söylene ısıtıcıdaki suyu ılıtmadan döküverdi leğene. Yanan müşteri olmuş, Zehra’ya mı gam?
Salonda çalan müzikle ilgili değil, onun aklında “Hatasız kul olmaz” dönüyor aralıksız.
“Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni!”
Bir hışımla yanına oturduğu Ayşe’ye diyor ki,
“Görecek o beni, görecek. Nasıl da inatçıyım. Nasıl da istediğimi bir seferde söküp alırım. Zehra’yım ben Zehra.”
Ayşe oralı değil. Nişanlandığı çocuk bekleyecek akşama kapıda, onu düşünüyor.
Hiçbişiciği yok Mürüvet
Ayça Örer
Pazar arabasının yaylanan tekerlekleri “Bir kilo kayısı bile taşıyamam,” diyor. Oysa Mürüvet daha 3 kilo patates alacak. Pazar arabasının hayali lüks tabii, daha turfandaya yeni düşmüş kayısı hayal edecek para ne gezer?
Başı kalabalık bir tezgaha kıyın kıyın yanaşıp “Bir poşet açsana” diye ricalandı. Artık bu saatte kalanları seçmek de lüzumsuz ama belli mi olur, şöyle iyi bir domates bulsa, ne güzel yahnisini yapar.
Domates yahnisi deyince aklına hep 11 yaşında ölen Ömer’i gelir. Ömer, küçükleri. Annesi bahçesinde yetiştirdiği domatesleri toplarken hep eteğine yapışır, “Ana ya, yemeğini yapsana ya” diye sızlanırdı. Annesi oğulcuğuna kıyamaz, “Yapayım ama azıcık, emi?” Sonra salçaya ayırdığı domatesleri uykuya yatırır, ayırdığı domatesleri ocakta helmelerdi. Pirinçleri de kattı mı. Yoğurdu da döktü mü. Oh, Ömer’in o akşam deme keyfine.
Sonra öldü Ömer. Mürüvet’e kalsa ölmezdi ama öldü. Kızıl saçlıların hep uzun yaşadığını düşünürdü o. Çevresinde kızıl saçlı çok kadın vardı. O saçların kına, Ömer’inin mefta olduğunu anladığı gün bir kıyamet ağladı. Artık yanında kardeşçiği yok mu imiş?
Mürüvet. Ömrü okulda ismini düzelterek geçti:
“Evet efendim. R’den sonra ü var. Hı hı.” Nüfus memurlarının bonkörlüğü işte.
Ramazan Teyzesi
Ayça Örer
İyi saatte olsunlar
-Şişt. Şişt. Hanım kızım.
Hanım kız duymuyor belli ki.
-Kızım. Kızımmmm.
Kızımın son m’si bir balon gibi ahenkle söndü.
Kız duyduğunu “Eşhedü en la…” derken yükselttiği sesle belli etti. Şimdi Nezaket’in içi rahattır.
Nezaket. 54 yaşında. Atikali’de oturur. Doğma büyüme İstanbullu, gelinliğinden beridir Fatihlidir. Elhamdülillah ve elbette müslümandır.
Bir aydınlanmanın sıradan portresi: Melike
Ayça Örer
Soğanın kalan kısmını bıçağın düzüyle doğrultup tavayla buluşturunca yeni bir sorunu daha olacak: Elinden geçmeyen koku.
Aslında soğan o kadar kokmaz ama ona öyle geliyor ki, bu koku sonsuzdur ve hiç geçmeyecektir.
Melike 6 katlı bir apartmanın 3. katında oturur ve dertleri arasında banyodaki rutubet kokusu, mutfaktaki salça kokusu, evdeki toz kokusu vardır.
Evdeki toz kokusunu her sabah her yeri kırklayıp, banyodaki rutubet kokusunu küçük misafir havluları arasına sabun koyarak çözmeye çalışır. Salça kokusu bir tarafıyla varlığının temeli olduğundan onunla mücadelede isteksizdir.
Daha da harlamaya bakar.
Bütün bu rutine rağmen, yaklaşık bir haftadır ne zaman soğan doğrasa eline yapışan kokudan ölesiye rahatsız. Biraz önce bir kilo soğanı eltisinin ona aldığı rondoda çekip buzluğa attı ama yine de o koku onu izliyor gibi.