Etiketler: sayı 32
Bedene İşlenen: Kadın Dövmeciler ve Dövme Sanatı
Hilal Esmer
Nimet Arıkan, 43 yaşında bir dövme sanatçısı. Nimet sadece dövme yapan ve “tarz” olsun diye dövme taşıyan bir kadın değil. O aynı zamanda aktivist ve mücadeleci bir kadın. Kendi deyimiyle ‘…şu sıralar kendini vegan feministler, anarşist feministler ve genel olarak anarşizme yakın hissediyor’. 2010 yılında açtığı dövme stüdyosuna bu yüzden “Amazon Dövme” ismini koymuş. Bu alanda kadınların görünmezliği sorununu bizzat deneyimlediğinden, stüdyosunda yalnızca kadın sanatçıların çalışmasına karar vermiş. (Elbette sözü geçen ‘kadın sanatçılar’ sadece na-trans kadınlardan oluşmuyor.)
Nimet, 1993-19996 yılları arasında siyasi tutuklu olarak 3 yıla yakın cezaevlerinde kalmış. Cezaevindençıktıktan sonra devam eden mahkemesi sonuçlanmış ve Yargıtay eski cezasını bozarak onu 15 yıla mahkum etmiş.
Jacoba Felicie Vakası
Ülkü Özakın
Komşum anlatmıştı, 20 yaşındayken rahminde tümör olduğu ortaya çıkmış. Doktorlar ümitsiz konuşunca bir kadına gitmişler. Kadın, “süt ve maydanozu kaynatıp bir ay boyunca her gün orana koy, ama sakın ha bana geldiğini kimseye anlatma” demiş. Komşum bunu uygulayınca kanamaları geçmiş. Doktor kontrolüne gittiğinde ise tümörün yok olduğu ortaya çıkmış. Doktor, ne yaptın kime gittin diye, sıkıştırsa da, komşum kadını koruyup söylememiş. Yoksa kendisini iyileştiren kadının ceza almasına neden olacaktı.
Kocakarı ilacı diye küçümsemeye yönlendirildiğimiz yöntemlerin büyük bir kısmı aslında kadınların binlerce yıldır kullandığı, tarihten gelen birikim.
Cadılar, Kocakarılar ve Doktorlar: Jacoba Felicie Vakası
Ülkü Özakın
Komşum anlatmıştı, 20 yaşındayken rahminde tümör olduğu ortaya çıkmış. Doktorlar ümitsiz konuşunca bir kadına gitmişler. Kadın, “süt ve maydanozu kaynatıp bir ay boyunca her gün orana koy, ama sakın ha bana geldiğini kimseye anlatma” demiş. Komşum bunu uygulayınca kanamaları geçmiş. Doktor kontrolüne gittiğinde ise tümörün yok olduğu ortaya çıkmış. Doktor, ne yaptın kime gittin diye, sıkıştırsa da, komşum kadını koruyup söylememiş. Yoksa kendisini iyileştiren kadının ceza almasına neden olacaktı.
Kocakarı ilacı diye küçümsemeye yönlendirildiğimiz yöntemlerin büyük bir kısmı aslında kadınların binlerce yıldır kullandığı, tarihten gelen birikim.
İfşanın Ferahlığında Sanat
Nazlı Pektaş
Sürrealizminin önemli temsilcilerinden René Magritte, resimleri için “gündelik nesneler yüksek sesle haykırırlar” der. 2013 sonbaharında, MOMA’da açılan ve 12 Ocak’ta sona eren ve René Magritte’in 1926 – 1938 yılları arasında yaptığı işlerine odaklanana serginin adı The Mystery of the Ordinary / Sıradan Olanın Gizemi. Bir Magritte sergisinin alabileceği en iyi başlık. Zira günlük yaşamın içindeki olağan sahnelerin büründüğü onca sır dolu sahne daha nasıl anlatılabilir ki?
Gerçekliğin nesnelerini mekân ve anda farklı farklı yerleştirmelerle yan yana getiren sanatçı nesneler hakkında; “Ben belli bir nesnenin neden orada olduğunu, neden yan yana durduklarını zihnen açık etmek üzere resmetmediğim için, resimlere öyle bakmak gizemi yok edecektir.” derken de açıkça bu gizemden bahsetmektedir.
Osmanlı’da Feministler
Aynur Demirdirek
19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak ağırlıklı olarak İstanbul’da ve Selanik gibi büyük şehirlerde yaşayan üst ya da orta sınıftan kadınların bir bölümü, Avrupa’daki hemcinsleriyle hemen hemen aynı zamanlarda eğitim hakkından başlayarak kadınlık için talepte bulundu, çeşitli amaçlarla dernekler kurdu, bir mücadele yürüttü. Kamusal alana çıkmaları kendi içlerinde ayrı bir tartışma yaratan Müslüman kadınlar da, diğer dinî ve etnik aitlikleri tanımlı gruplardan kadınlar da toplumsal yaşamın öznesi olmak istediler. Batı’daki birinci dalga feminizminin taleplerinin çoğunu (eğitim hakkı, ikinci sınıf görülmeye karşı çıkma, yaşama alanlarının genişletilmesi, ev dışında çalışma yaşamına katılma gibi) özgül koşullarının bilincinde olarak dile getirdiler. Modernleşme sürecinde kendileri hakkında düşünerek yer aldılar. Bu kadınlardan özellikle bir bölümü ‘feminist’ bir dil geliştirdi, kadınların ‘hukuk’unu anmaktan ve aramaktan hiç vazgeçmedi. Osmanlı modernleşmesi sürecinde, özgürlük ve hak arayışlarını erkek destekçilerinin aracılığı olmaksızın kamusal alanda doğrudan dile getiren bu kadınların varlığı sır değilmiş ama 1980’lerin sonuna kadar, bu öncü kadınların varlığından haberimiz yoktu.
Bir Sır Hazinesi Olarak Kadınsal Taktikler
Ayça Örer
Kadınsal taktikler denilen şeyin “Kendini açıp saçma el âlem önünde” diskurunun rafine hali olduğunu söyleselerdi, sanırım şu boşa geçen seneleri harcamazdım. “Öküzün önde gidenisin!” yerine “Bugün kalbimi çok kırdın canım” demeyi meziyet sayanlarla masaya oturalım. Erkeklerin bizim yüzümüzden bir türlü vakıf olamadığı gerçekleri bir ucundan tutma zamanıdır.
O’nlara bu’nlara şu’nlara
Hatırladıkça hâlâ yüzümü al al eden şirretlik vakalarıyla beraber dünyanın en masum insanı olmadığım aşikâr. Buna rağmen salon kadını duruşumu bozmadığım anları düşündükçe kendimi “nasıl oldu da sesini çıkarmadın a zırtapoz ezikliğim” demekten de alamıyorum.
Misal, geçen aydan.
Doing doing…
Facebook’ta bir vesileyle “arkadaş” olmuşuz, dört cümlede bakmışsın samimiyiz. Hemen siz aşılmış, sen’e ulaşılmış, sürekli yanıtsız geçen sohbetlerde “Ayça???” diye ayarımız bile var.
N’olacak bu feminizmin hali?
Emine Ayhan & Aksu Bora
Aksu: Nancy Fraser’in şu “baştan çıkarma” hikâyesine ne diyorsun? Hain neoliberal kapitalizm tarafından kötü yola sürüklenen feminizm hikâyesine?
Emine: Öncelikle Fraser’ın üslubunu semptomatik, bu üslubun içerimlerini ise sorunlu buluyorum. Feminizm gibi toplumsal bir hareketin politik-ekonomik bir uğrak olarak neoliberalizmin “odalığı” olduğu, ona “hizmet ettiği,” “ekmeğine yağ sürdüğü,” onunla “tehlikeli ilişkiye girdiği,” “endişe verici bir dansa” tutuştuğu (M, 18), onun tarafından “baştan çıkarıldığı,” “ağzına bir parmak bal çalındığı,” hatta “iğfalcilerin eline düştüğü” (M, 18) gibi son derece dramatize bir dil dünyası bu. Sanki Fraser tarihsel durumlardan değil de, biri iyi (kadın-feminizm) diğeri kötü (erkek-neoliberalizm) iki kişi arasında geçen bol ayartmalı ve hastalıklı bir aşk hikâyesinden bahsediyor. Söz konusu kişileştirici ifadelere eşlik eden alarmist ve sansasyonel ton da ayrıca dikkat çekici: “kaygılıyım,” “kaderin cilvesi,” “ikisi -feminizm & neoliberalizm- arasında gizli bir benzerlik mi var acaba?” (M, 19); “kötü bir zamanlama” (M-13), vs. Ortada basit bir üslup meselesinden öte, yazarın tarihsel durumları anlamlandırma biçiminde temel bir zafiyet olduğuna işaret ediyor bu ton.
Geçse de yolumuz, bozkırlardan…
Alara Çakmakçı
Kadınların ve kadınlığın tarihsel ve öznel deneyimlerinden yola çıkan, bu yaşanmışlıkları ortak bir geçmiş tabanında irdeleyen, farklı motivasyonlara ve anlayışlara sahip karakterlerin hikâyelerinde, baskın eril bakışın ve bu bakışı temsil edenlerin ister istemez anlatılarda geri planlara itildiği ve hatta egemen olanın tersine yok sayıldıkları, anlatı içinde yalnız birer motif oldukları görülür. Bu anlatılarda kadın, geçmişinin, bu geçmişin ona yüklediği sorumlulukların ve yüklerin farkında, gerçek bir özne konumundadır.
İki kadın ve iki erkeği bir masa etrafında yemek yerken izlediğimiz, zamandan ve mekândan arındırılmış “Canavarlar Sofrası”nda Ramin Matin, insanlar arasında kurulan ilişkilerin yapaylığına, insanın içinde varolan şiddet, açlık, şehvet gibi dürtülerin uç noktalarına vurgu yaparken tek mekânda güçlü bir atmosfer yaratmayı başarmış ve tartışılmaya açık deneysel bir film ortaya çıkarmıştı.
Yerelden Yerel Seçime, Adaletten Barışa
İlknur Üstün
Yerel seçimler geldi dayandı kapıya. Ne adayların tümü belli, ne yerele dair ne yapılacağı. Kadınların, ayrımcılığa uğrayanların, kenarda dışarda kalmışların ise lafı bile edilmiyor. Üstelik hak, hukuk, eşitlik özgürlük yolundaki bazı çevrelerde bu konuda konuşmak biraz yersiz karşılanıyor; “memleketin içinde bulunduğu şu siyasi ortamda, yerele gelene kadar…” Bu sert siyasi iklimin yerel ile ve yerelde yaşayanla ilişkisini kurmaya, daha yakından bakmaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.