Etiketler: sayı 3
Batı’da Akademik Feminizmin Müdahale Arayışları
Gülru Çakmak
Batı’da 1960’ların sonunda ortaya çıkan, 70’lerde tüm gücüyle yayılmaya başlayan ikinci dalga feminizmin en önemli amaçlarından biri kadınları modern homojen kamusal alandan dışlayan ataerkil pratiklere ve toplumsal yapılara karşı durmaktı. Bu karşı duruş, ‘kadın’ kimliğinin, ataerkinin edilgen ve erkeğe bağımlı olarak tanımladığı bir durumdan çıkarılarak, bu kimliği kamusal alanda etkin bir bireylik pozisyonuna taşımayı, bu bağlamda kadınlığı yeniden tanımlamayı amaçlıyordu. 70’lerin Batılı radikal feministleri, canla başla sarıldıkları bu yeniden tanımlama projesinin hedeflediği genel toplumsal değişimin bireylerde başladığına inanıyorlardı. Bu nedenle, kadınlığın yeniden tanımlanması projesini gerçekleştirebilmek için toplu eylemlerin yanısıra kadınların küçük gruplar halinde toplanarak hayatlarını paylaştıkları ve hayatlarındaki radikal politik değişim olasılıklarını tartıştıkları bilinç yükseltme toplantıları bu dönemin toplumsal değişim stratejileri arasında önde gelmişti. 1970’lerden günümüze feminist hareketin tarihi üzerine düşünen Batılı feminist akademisyenler arasında özellikle 90’larda ortaya çıkan bir akım, radikal hareketin günlük hayata dayalı ve günlük hayatı değiştirmeyi amaçlayan feminist bilgi üretimine özlemle ve imrenerek bakar. Çünkü bu erken tarihte feminizm henüz akademik kurumlara, standartlara ve beklentilere uyum sağlamamıştır. Bu yazarlara göre, feminist kuramın ve toplum eleştirisinin sosyal ve insani bilimlere girmesiyle hareket radikal niteliğini kaybetmiş ve feminizm akademik bilgi üretim ve tüketim mekanizmasına kabul edilerek evcilleştirilmiştir (1).
Bugünün Feminist Politikası
Hülya Osmanağaoğlu
Dünyada yaklaşık kırk yıl önce, Türkiye’de ise henüz yirmi yıl önce, feminist hareketin gündeme soktuğu toplumsal cinsiyet kavramı, bu gün artık bütün uluslararası kuruluşların belgelerinin hatta hükümetlerin programlarının, olmazsa olmazı haline geldi. Herkes toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele ediyor! Feminizmin kadınları kurtarma hedefi gölgelenirken, kadınlarla erkekleri eşitlemenin akademik/belirsiz ifadesi “toplumsal cinsiyet eşitliğinin” yıldızı parlatılıyor. Kadınların kurtuluşu için mücadelenin yerini, toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele almaya başladı. Kadınları güçlendirmek, kadın istihdamını arttırmak, eşitlik politikaları bu kavramın alt başlıklarını oluşturmakta (Pekin+5, 2001; AT Kadın Erkek Eşitliği…2002). Kavramların maddi koşullardan bağımsız anlamlar taşıması mümkün değilse, kadınlar bağlamında ortaya çıkan bu başlıkların da dünyanın ve Türkiye’nin mevcut ekonomik ve siyasal koşullardan bağımsız değerlendirilmesi mümkün değil, kuşkusuz. Bugün dünyada toplumsal, siyasal ve ekonomik koşulları belirleyen temel olgu küreselleşme kavramı çerçevesinde ifade ediliyor. Sermayenin küresel ölçekte hareket ettiği, metaların küresel olarak pazarlandığı, kültürün küresel hegemonyanın aracı haline gelen bir ihraç malına dönüştüğü dünyada, kadınların mevcut konumunu değiştirmenin de, küreselleşme olgusunu dikkate almadan tartışılması mümkün değil.
…sermayenin küreselleşmesi üretimin temel girdisi olan emeğin nitelikli ama fiyatının düşük; kaynakların bol, sermayenin hiçbir engellenme karşılaşmadan kullanımına açık ve ulaşılabilir olmasına… Başka bir deyişle devletin ekonomik yaşama müdahale etmemesine bağlıdır. …devletin ekonomiden elini çekmesi kadınların güvence altındaki bir çok hakkının da korumasız kalması anlamına gelmektedir. (Minibaş, 2005)
Ahlem Behadj’la Söyleşi
Pınar Selek
17–18–19 Kasım tarihlerinde Tunus’ta, Tunuslu Demokrat Kadınlar Derneği (ATFD) “Kadının Cinsel ve Bedensel Hakları” konulu bir konferans düzenledi. Pınar İlkkaracan, Liz Amado ve benimle birlikte Türkiye’den üç delegenin, Lübnan, Cezayir, Fas ve Mısır’dan kadın hareketi temsilcileri ve akademisyenlerin bir araya geldiği konferans, sadece Tunus’ta değil, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Müslüman kamuoyunun önünde, ilk defa, cinselliği, kadın bedenini ve cinsel hakları tartışmaya açtı.
Tunus’ta hiçbir girişimin, miting, basın açıklaması, konferans, panel ya da söyleşi düzenlemesine üç yıldır izin verilmediğini biliyor musunuz? Biz bilmiyorduk. Tunus’a gelir gelmez, uyarılar başladı: “Sorulara yanıt vermeyin…”, “Otel odasında hiçbir evrak, yazılı materyal bırakmayın.” Önce Filistinli Nadira Kevorkin’in, İsrail otoritelerinin koyduğu engel nedeniyle gelemeyeceği duyuldu. Sonra Mısır’dan ve Sudan’dan gelecek olanlara Tunus hükümeti tarafından vize verilmediği öğrenildi. Tabii toplantıya bölgenin politik atmosferi yansıyordu. Üstelik bu ortamda, kadınlar, başka bir politika yapmaya başlıyordu: Duvarlar “Cinsellik politiktir” yazan afişlerle doluydu.