Etiketler: sandık
Geçse de yolumuz, bozkırlardan…
Alara Çakmakçı
Kadınların ve kadınlığın tarihsel ve öznel deneyimlerinden yola çıkan, bu yaşanmışlıkları ortak bir geçmiş tabanında irdeleyen, farklı motivasyonlara ve anlayışlara sahip karakterlerin hikâyelerinde, baskın eril bakışın ve bu bakışı temsil edenlerin ister istemez anlatılarda geri planlara itildiği ve hatta egemen olanın tersine yok sayıldıkları, anlatı içinde yalnız birer motif oldukları görülür. Bu anlatılarda kadın, geçmişinin, bu geçmişin ona yüklediği sorumlulukların ve yüklerin farkında, gerçek bir özne konumundadır.
İki kadın ve iki erkeği bir masa etrafında yemek yerken izlediğimiz, zamandan ve mekândan arındırılmış “Canavarlar Sofrası”nda Ramin Matin, insanlar arasında kurulan ilişkilerin yapaylığına, insanın içinde varolan şiddet, açlık, şehvet gibi dürtülerin uç noktalarına vurgu yaparken tek mekânda güçlü bir atmosfer yaratmayı başarmış ve tartışılmaya açık deneysel bir film ortaya çıkarmıştı.
Feminizmin Sınıfı Kadınlığın Kimliği
Gülnur Elçik
“Bu ülkeye ideolojilerden evvel onların eleştirileri geliyor.” diye bir sitem dinlemiştim yıllar önce. Sanırım bu haksızlıktan en çok nasibini alan, çoğu kez ekşi sözlük kıvamında “ortalamacı” bir dilin eleştirileriyle boğuşmak zorunda kalan hareket, feminizmdir.
“Küreselleşme, emperyalizm kavramlarını konuşmadan kadın hareketini konuşmanın gereksizliği”, “Kimlik siyasetlerinin sınıf çelişkilerinin üzerini örttüğü ve hala açıklayabilirlik değeri taşıyan tek yöntemin sınıf çözümlemesi olduğu”, “erkeklerin de kadınlar kadar özne olarak rol almadığı, özne-özne ilişkisinin gerçekleşmediği bir hareketin dışlayıcı olması itibariyle desteklenemezliği” gibi varsayımlar üzerine oturan siyasi bakışın temelinde feminizmin bir kimlik politikası olmasının eleştirisi bulunuyor. Fakat bu noktada bir kimlik siyaseti olarak feminizmin doğruluk düzeyinin tartışılmasından ziyade hayatı kategorik karşıtlıklar üzerinden algılama sorununun gündeme getirilmesi doğru gibi görünüyor. Çünkü bu kategorik düşünme keskinliği bir yandan her kimlik talebinin birbirine düşmanlıktan beslendiğini öne sürerken diğer yandan özgürlüğü yek bir projesi olan etkinlik hali olarak kurarak özgürleşmeci ideal ve pratiklerin kendi arasında çelişkili olduğu saptamasına yöneliyor. Neticede Feminizm, hiçbir özgürlük-eşitlik idealinin, temelindeki cinsiyetçiliği sorgulamadan ve katılımın eşit hareketinden faydalanmadan özgürleşemeyeceğini hatırlatan “anayol” (1) olarak makul özgürlük versiyonlarından da faydalanarak temeldeki çatlağı işaret ediyor.