Etiketler: sayı 19
Geriye kalan zamanda anlamak isterdim
Nuran Kalpakçı
“Balık nasıl su hayvanı ise ben de zaman hayvanıyım” Jean Tardieu
Sabah “Etkili Zaman Yönetimi” konulu hizmet içi eğitime gidiyorum. Memurum ben. Dersimiz : ‘Do it now ! Erteleme! Hocamız enerji dolu genç bir kadın, defalarca tekrarlıyor sihirli cümleyi; bazen de, sırası geldikçe, “Peki o zaman ne yapıyoruz?” der gibi, soru işareti şeklinde büküp boynunu, biz geçkin öğrencilerin nakaratı tekrarlamasını bekliyor. Hiçbirimizin ana dili değil kullandığı. Her birimiz ayrı bir aksan ama hepimiz aynı bezginlikle, bir ağızdan yerine getiriyoruz arzusunu: “Duitnavv!”
Anlamışım dersimi ki kısa öğle molasında, ne zamandır düşünüp de gitmeyi bir türlü denk getiremediğim, yeni kurulan ‘gönüllü sadeler’ pazarına koşturuyorum. Kapitalizme inat yavaş olgunlaşmış, yavaş pişmiş, yavaş taşmışları mecburiyetten acele mideye indiriyorum. Sıradan tezgâhlardan alabileceğimden daha pahalı ama ‘değer doğrusu’ diye avunuyorum, ‘tadına değilse de farkına vara vara yedim’.
Kan mideye hücum edince ağırlaşıyorum biraz. Bir zaman hikâyelerini okuduğum, dillerinde ‘hız’ sözcüğünün dengi bulunmayan Hopi kabilesi geliyor aklıma; zamanı ne soyut birimlere ayırmaya ne de ölçmeye kalkmadan pekâlâ yaşayıp gitmişler. Hiç olmazsa bir sindirme süresince, iyice yoğunlaşıp onlardanmış gibi hissetmeye çabalıyorum. Kapitalizm ve memuriyet içime işlemiş, o kadar çabaya rağmen ne günden, ne saatten çıkabiliyorum.
Geç kalacağım eğitimin ikinci bölümüne.
Kadınlar Ekolojik Dönüşümde
Emet Değirmenci*
And dağlarındaki Bolivyalı yerli kadının bitkilerle sağaltmasından, Anadolu’da sandığında tohum saklayan ninelerimizden öğrenecek çok şeyimiz var… Kadınlar Ekolojik Dönüşümde, öğreneceklerimizin sınırsızlığı hakkında bir fikir vermek üzere hazırlandı ve Yeni İnsan Yayınevi tarafından Haziran 2010 da yayınlandı. Bu kitap için “Türkiye’nin ilk ekofeminist kitabı” denebilir. Kitapta doğrudan söz ve deneyim paylaşımına ağırlık verdik. Bu kitapta ekofeminist teori yok. Türkiyeli kadının ekolojik dönüşümdeki çabası dahil Avustralya, Bolivya, Hindistan, Aotearoa/Yeni Zelanda, Afrika ve Güney Asya’dan kadınların ekolojik uğraşlarına dair deneyim paylaşımı var.
Ekolojik dönüşümün yalnızca çiçek böcekten ibaret olmadığını düşündüğümüz için aktivist kadınların yanında çizgi ve düşünce üretenlere de yer verdik.
Çiçekli bir boşluk
Yıldız Ramazanoğlu
“Boğulmuyor musunuz bu şehirde” dedi Priştine’li arkadaşım Kadare. “Hiç boşluk yok. Benim şehrimde hangi yoldan giderseniz gidin bir süre sonra bir boşluğa çıkılır. Burada umutsuzca kuşatılmışsınız siz. Bu aman vermez şartlar altında nasıl fikir üretebilirsiniz ki. Bir de ne çok tadilat var evlerinizde. Gürültüden sürekli başım ağrıyor. Neden yerleşemiyor sizin halkınız bir türlü”.
Doktora için geldiği şehirden kaçma planlarına başlamıştı, her ne kadar buradaki karmaşayı çekici bulduysa da. Onu lise yıllarında içtiğimiz su ayrı gitmeyen biricik arkadaşımla, seninle tanıştırmak istedim. Kendine şehrin ücra bir yerinde bomboş bir hayat kurduğuna dair duyumlar aldığımı söylediğimde ne kadar heyecanlandı bilemezsin. On yıl sonra seninle ilk kez karşılaşacağımız günü beklerken benden çok heyecanlanıyordu. Yerini bulmak ne zor oldu. Hiç iz bırakmamıştın ama alış veriş yaptığın balıkçının bir sosyal paylaşım alanında yazdığı, bana da mucizevi bir yolla ulaşan nottan yola çıkarak sana gelebileceğimi bilemezdin. “Sahildeki taş eve tuhaf bir kadın yerleşti. Adı Ferzan. Bir şey araştırıyormuş, ne ola ki, hem teklifsiz ve rahat, hem dokunma yanarsın türünden”. Demek daima bir iz bırakır insan kaybolurken.
Lekesiz Zihin
Tennur Baş
Giden sevgilinin ardından yapılacak işlerin listesi numara 1: Ona ait, onu hatırlatan eşyaların kıyı bucak temizliği.
Issız Adam filminde, dağ gibi adamın bir tel toka tarafından alt edilişini hatırlarsak, yatak altlarına, giysi dolabının diplerine kadar bir araştırma yerindedir. Kitap aralarını da unutmayalım. Maazallah hazırlıksız bir anda tatlı bir hatıraya yakalanmak istemeyiz. Mesele, hafızayı tetikleyen dış etkenlerden uzakta az da olsa vakit geçirmek, tetiklenenin bizi vurmasına engel olmak. Hafıza sadece gördüklerimiz, duyduklarımız ya da kokladıklarımızla harekete geçmiyor maalesef. Kendi başına, sırf öyle istediği için, sirenlerin tehlikeli şarkılarının eşliğinde, koparıldığı o yaşama ya da ondan kalan hatıraların denizine doğru arzu ve kederle dalıyor. O zaman sırada, onunla birlikte gidilen yerlerden imtina ederek, tek başınalıktan uzak, kalabalığa yakın bir sosyalliğe doğru seyirtmek var. Bu aşamanın faydasını gören çok olmuştur, fakat bazı vakalarda, sağlanan konforlu ortamın etkisi altına girmeyen zihnin, yüzlerce yıllık zihin-beden ayrımı tartışmasına da riayet ederek, o dipsiz sularda kulaç atmaya devam ettiğine rastlanmıştır. Türlü etkinlikler sonucu yine de hatıraların etkisinden kurtulamayan kişi, hafızasının kafatasında bir yerlerde olduğunu düşünerekten, adı geçen organı duvarlara vurmakta çözüm arayabilir. Bu noktada, fiziksel yaralanma, depresyon ya da melankoli gibi durumların önüne geçmek adına Lacuna Şti’den bahsetmekte fayda var.
Zamanı Tarih Haline Getirmek İçin Kız Kardeşliğe İhtiyacımız Var…
Selda Tuncer
Geriye zamanın kalmaması ne demek? Ne güzel ama ne ağır bir soru… Öyle ki düşündükçe insanın altında ezileceği kadar ağır bir soru… Aslında niyetim bu sayıda bunun üzerine bir şey yazmaktı ama zaman geçtikçe, üzerine düşündükçe fark ettim ki yazacağım her şey çok karamsar olacak. Ve açıkçası öyle bir yazı da yazmak istemedim. Sonra bir şey oldu, güzel bir şey oldu ve zamanın nasıl biriktirildiğini, bugüne ve/ya yarına taşındığını gördüm, hatırladım.. ve soruyu tersinden sordum.. Geriye zaman bırakmak ne demek ve nasıl mümkün?
Gelelim bu soruyu sorduran hikayeye… Yaklaşık 8 aydır memleketten uzaktayken ve İskoçya maceramın son günlerine gelmişken Londra’da bir günlük feminist bir buluşma yapılacağını duyunca bu fırsat kaçmaz deyip kalktım gittim. İyi ki öyle demişim, iyi ki gitmişim!.. Doğru yerde ve doğru zamanda olduğunu hissetmek böyle bir şey… London feminist network tarafından üçüncüsü düzenlenen buluşma katılımcı sayısı ve çeşitliliğiyle, ele aldığı konu ve temalar itibariyle ve en çok da taşıdığı öfke ve heyecan ile inanılmaz zengin bir deneyimdi. Ama bu bir günlük buluşma boyunca ısrarla üzerinde durulan bazı kavramlar vardı ki bu yazının çıkış kaynağı oldu. Bunları tartışmaya geçmeden önce en azından bir gün boyunca bulunduğum ortamı, soluduğum havayı anlatmakta fayda var.
On dördünde üç kadın
Dilek Şentürk
Çocukluğumda, şehir dışında oturan babaannem senede bir bizi ziyarete gelir, bir ay kadar bizde kalırdı. O zamanlardan aklımda kalan, onun gelişiyle arada bir gördüğümüz yaşlı bir tanıdığımızın da bizi sık sık ziyarete gelmesi, camın önündeki divanda saatlerce sohbet etmeleri, her gün görüşebilmek için can atmalarıydı. Evler çok yakın değildi, o vakitler belediye otobüsleri, dolmuşlar şimdiki kadar çok olmadığı için onların buluşmaları torunlarının eşliğinde birbirlerinin evlerine yürüyerek gitmek suretiyle sağlanıyordu. Böylece ben babaannemi götürdüğümde o evde, torunu babaannesini getirdiğinde de bizim evde sohbetlerine tanık oluyordum. Makbule Teyze ile babaannem öyle bir dalarlardı ki konuşmaya, konuşmak değil adeta yaşarlardı konuştuklarını, konunun geçtiği mekânda, zamanda olurlardı o an. Benim yanımda konuşmaktan çekinmezler, hadi sen git dersini çalış bahanesi ile de beni başlarından savmazlardı. Öyle bir dalarlardı ki geçmişi yaşamaya, benim, yanlarında olduğumu fark etmezlerdi belki de.
Annem salonda komşuları ile sohbette ya da mutfakta iş başında veya komşu ziyaretinde, çarşı pazar alışverişinde olabilirdi, iki arkadaş için bunun hiç önemi yoktu; zaten onlar cam önündeki divanda sohbet ediyor görünseler de farklı mekânlarda yaşıyor, farklı zamanlardan nefes alıp veriyorlardı.
Bir kadın yaşamöyküsünü belgelemek
Bişeng Özdinç
“Dünyaya iki kez bakmayı öğrenmeliyiz”
(Bir Hint Atasözü)
Ben aşağıda anlatılanları tarih kitaplarından ya da belgelerinden edinmedim. Tarihsel belgeler ve kitaplar geçmişimiz hakkında her şeyi söylemiyor. Geleneksel tarih büyük olaylara ve tanınmış insanlara odaklanmaktan, ötekilerin yaşam deneyimlerini kaçırma eğiliminde. Oysa ki tarih çemberimizi çevirdiğimizde kendi ailemizde, topluluğumuzda, bizden yaşlı olanların deneyimlerinde ve yaşayan canlı belleklerde ne çok şey görüyoruz!
Kuşkusuz kendisi hakkında söylenenler yanında, onu görebilmeyi ve kendi öyküsünü kendi ağzından, kendi sözcüklerinden dinlemeyi çok isterdim. Ne yazık ki geçmişe gidemeyiz. Ama hayatlarımızın bir ucuna değen ve hep değmeye devam edecek olan bu deneyimler hakkındaki bilgimizi hiç olmazsa yaşayan bu canlı belleklerden taşıyabilelim. Sormak yetiyor işte!
Yaşam hikâyelerini sonsuza değin kaybetmek yerine, bize anlatılanların kaydedilmesi bile ‘düşüncelerin’, ‘duyguların’ ve ‘gerçeğin’ karışımı olan bir tarihin ölmesini engelleyecektir. Bir yaşam bedensel olarak sona erdiğinde, hatıraların da unutulmaya yüz tutulduğu koca bir tarihimiz var. Ama sözlü tarih hatırlamamız, öğrenmemiz ve şükran duymamız gereken bir geçmişi koruyor. Geçmişe ait yeni görünümler, pencereler açıyor. Her zaman birileri için geride okunan ve yeniden yaşama getirilen birşeyler kalabiliyor böylelikle. Sözlü tarih güçlendiriyor. Ne kadar farklı kadın yaşantıları olursa olsun okuduklarımız, ortak bir takım duygular yakalamak mümkün oluyor.
Kendi yaşamlarımızın yıldızıyız
O, Hakkari’de ilk resmi nikâhı olan kadın! Bu nikâh bir kadın ve bir erkeğin birbirlerine duydukları aşka dair yapılmış! Zamanın belediye başkanı sormuş: “Kim bu şehirde resmi nikâhı kabul eder?” Akla gelen tek isim Sabriye ve Sait Çetin olmuş…
Unutmaya, Hatırlamaya, Suskuya ve Söze Dair Bir Kitap: Araf’ta Bir Söz Güzeli
Handan Çağlayan
“Belki de ruhlarımızı almanın tek yolu hatırlamaktan geçiyordu. Daha derinlerde olanı hatırlamaktan…”
Öykü anlatmanın sağaltıcı bir işleve sahip olduğunu kendi deneyimlerimizden biliriz. Psikanalist, yazar ve şair Clarissa P. Estes, Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında, öykülerin ilaç olduğunu söylerken, bu sağaltıcı işleve vurgu yapar. Güzel Adanır Baz’ın iç içe geçmiş öykülerden ve masallardan oluşan Araf’ta Bir Söz Güzeli kitabı da böylesi bir işleve sahip. Yazan için olduğu kadar okuyanlar için de.
Kitabın adı, kahramanı kadın olan Söz güzeli masalından geliyor. Yazarın çocukluğunda duyduğu masallarla kendisine dokunan kadın hikâyelerini harmanlayarak yarattığı anlatıya dair söyleyecek çok şey var ama dilerseniz önce Güzel Baz’ın kendisine kulak verelim:
“Bir çığlığı duymakla başlar benim masal serüvenim. Ruhunu kaybetmiş bir kadının çığlığını. Aynı şehirde yaşıyorduk. Hepimizin aslında bir şeyleri unutarak var olduğumuz günler, onun için sona ermişti. Çünkü artık unutacağı bir şey kalmamıştı. Bu çalışmada, ruhunu aramaya koyulan bir kadının araladığı kapıdan, ruhunu kaybetmiş kadınlığın ve nihayetinde ruhunu kaybetmiş insanlığın ruh arayışına tanık olacaksınız. (…) okuduklarınız artık sizin hikâyeleriniz, sizin masallarınız olacak… Çağdaş dünyamızın kadınları ve erkekleri olarak, Kaf Dağı sakinleriyle yüzleşirken, bakalım sizler kaç arpa boyu yol alacak, ya da Kaf Dağı’nın sizlere kaç arpa boyu uzaklıkta olduğunu göreceksiniz …” (sf: 5)
Hatırlıyorum, belki!
Gizem Ekin Çelik
“Neden çıkmayalım bu özürlü takviminden
Aptalların gramerinden, mitoloji filan bilenlerin
Noktalı virgülü hep en doğru yere: ah belinda filminden
Yüzünü buruştur ve bunu kimseye açıklama”
Geriye zamanın kalmaması ne demek mesela? Zaman, hatırlamak, unutmak üzerine düşünmek…
Aklımda bu üç tilkiyle geziyorum. Aklımdaki tilkileri de aklımdaki tilkilerin hayatla kesiştiği yerleri de pek seviyorum. Geçen hafta Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları’nın açılış dersi böyle güzel bir tesadüfe ev sahipliği yaptı, Gülnur Acar Savran söyleşisi ile.
Bilincinin bizatihi kendisiyle, onu yükseltmekle, yerini yöresini kurcalamakla cebelleşmiş bir kadın, cebelleşmelerini değişik seviyelerde devam ettiren bir sürü kadına bir sürü şey anlattı. Kendi deyimiyle kendi hafızasından bile sakladığı feminist itiraflarını. Bunları neden sakladığını anlamaya çalıştığını, bunca yıl sonra neden hatırladığını da elbette. Konuşmasını dinlerken önemli bir ana şahit olma hissi ile anlattıklarının bir yerden tanıdık gelmesinin şaşkınlığı arasında gidip geldim. Önemli bir ana şahitlikti bu, çünkü kadınların hatırlamaktansa unutmayı yeğledikleri bir toplumsal yapıda, köşe taşlarından biriydi bu konuşma. Kendi varlık mücadelelerini veren kadınların bunu sadece kendilerinin yaptığına dair yalnızlık yanılgısının kırılmasıydı, onu dinleyen genç kadınlar için. Konuşmanın başlığı “Feminizme Retrospektif Bir Bakış”tı ama “herkes kendi feminizminden, kendi çuvaldızıyla başlasın” düşüncesiyle dinledim ben Gülnur Hoca’yı.
Hatırlamak, Buluşmaktır*
Fethiye Çetin**
Dokuz yaşındaki bir kız çocuğunun gözünden 1915 felâketini, sonrasındaki suskunluğu, hüznü ve yalnızlığı anlatan hikâyesini öğrendiğimde anneannem yaklaşık yetmiş yaşındaydı. Bir süre sonra, anlattığı olayları ve isimleri not etmek için kağıdı kalemi alıp yanına oturdum. Yaşadığı vahşetin üzerinden yaklaşık altmış yıl geçmişti ama köyünü, evini, olayları, dedeleri, neneleri dahil tüm akrabalarının, kuzenlerinin, hatta köy muhtarının adını çok net hatırlıyordu. Onca suskunluğa, unutturma çabasına rağmen, ailesini ve yaşadıklarını unutmamıştı; geçmişi ince ayrıntılarıyla anlatıyordu.
Duyduğum andan itibaren taşımakta zorlandığım bu hikâyeyi arkadaş çevremle paylaşmaya başladığımda, dinleyen herkesin aynı tarihsel kesitle ilgili bir şeyler hatırladığını ve hemen herkesin bu konuda anlatacak bir hikâyesinin olduğunu fark ettim. Anneannemin hikâyesi, kendisi gibi Müslümanlaştırılmış çocuk ve kadınların anıları dışında farklı hatırlamalara da yol açıyordu. Örneğin bir arkadaşım, evlerinin duvarında gizlenmiş bir bölümde bir kutu gümüş düğme bulduklarını, dedesinden bu düğmelerin ve o mahalledeki bütün evlerin Ermenilere ait olduğunu öğrendiğini ve daha fazlasını hatırladı. Bir diğeri, ahırdaki piyanoyu ve hikâyesini anlattı. Hangi yaşta yaşanmış olursa olsun, travmatik olaylar, yıllara, baskıya ve hatırlama yasağına direniyorlardı.