Hatıraların Şekli

elif e.aksit-görsel

Elif E. Akşit

Birkaç hafta önce bizim köyde verandada yengem ve ablasıyla iki gün oturduk. Hasat mevsimi geliyordu ve bütün köy o yoldan geçerek bahçelerine tarlalarına gidiyordu. Bazen elli yaşlarında bir kadın annesiyle kantaron toplamaya gidiyor, bazen başka bir kadın civanperçemi toplamaktan da geliyordu. Yengem babaannemi, dedemi, amcamı anlatıyordu. Biraz bildiğim biraz bilmediğim kişiler, bilmediğim hikayeler. Hatıralar. Anlattığı anda benim de hatıralarım haline gelen yengemin hatıraları. Kalırsa toplayabileceğim kantaronlar. Arada hediye gelen sütler, salatalıklar, kabaklar… Yengemin ablası aşağı köydendi, pek konuşmuyordu. Gelen geçen soruyordu ama onu olur da balkonda bulunmazsa o anda, “burda bir koca teyze vardı, nerde?”

Hatıralar dediğimizde aklımıza yukarıdaki gibi hikayeler değil yazılı bir şeyler geliyor tuhaf bir şekilde. Tam tersini yapmaya çalışan kadın tarihi yaklaşımının istenmeyen bir etkisidir bu belki de… Bir zamanlar (2002) “Kadın Hareketi, Halide’nin Salih’i ve Hatıralar Kimin Tarihi” diye bir yazı yazmıştım (1). Daha sonra da üstünde duracağım feminizm-milliyetçilik ilişkisine hatıralar ve tarih ilişkisi babında bakan bir yazıydı bu. Margaret McMillan, Olympe de Gauge ve Halide Edib’in hatıralarını beraber düşünürken elit kimliklerinin, tutkulu kişiliklerin de bir analizi gibiydi bir yerde. Kadınları görmek için geçmişe bakarken hatıralar önemli bir dal gerçekten. Ama hatıralar sadece yazılı ürünlerden oluşmuyor. Başka alternatifleri akademik yazına katabilecek olan sözlü tarih ise hikâyeden çok akademik bir yöntem olarak anılıyor. Sözlü tarih feminizmin de hikâye olmaya yakın olmasıyla seçtiği ve sevdiği bir yöntem ama bu durum akademide tutunmak için sürekli itibarlılaştırmak gereğinden kaynaklanıyor herhalde. İtibarlılaştırırken de hikâyeliğinden, sütünden, kantaronundan bir miktar arınıyor ne yazık ki hikâyeler. Bu arada hikâyeyi zimmetimize geçirip, diyaloğu görüşen ve görüşülen arasında eşitsiz bir ilişkiye dönüştürüp, diyalojikliğine halel getirdiğimiz de oluyor…

Feminist epistemolojinin izini sürerken kadınlarla ilişkili her şeyin itibarsızlaştığını, feminist tarihçilerin bile anca yazılı kaynaklar gibi “itibarlı” yerlere yöneldiğini görüyoruz. Bu itibarsızlaştırma çok başarılı bir yöntem, çünkü bu şekilde sapla saman birbirine karıştığından hakiki bilgi kırıntılarıyla uydurma hikayeler birbirine giriyor başka alanlara baktığımızda. Hatıralar hafızayı koruyor da otların bilgisi korumuyor mu mesela? Koruyor ama koruyanını koruyamayanından ayırt edememeye razıysak mesela…

Evlerde yer tutan koca sandıklar gibi, kurtulamadığımız yün yorganlar gibi geliyor bize büyüklerin anlattığı hikayeler, tarifini verdiği yemekler, şuna iyi gelir dediği otlar. Sadece hatıra değil bilgi, tecrübe ve hatıranın iç içe geçmiş hali halbuki bu reçeteler. Sonra sonra belki bazımız, “ama,” diyor, “yün yorgan çok faydalıymış…” -neyse ki Funda Cantek ve Nurşen Güllüoğlu’ndan dahasını dinleyebiliyoruz sandıkların bu sayıda.

İtibar derken mutlak, kadınlarınkinden farklı, itibarlı eril bir bilgi türü ya da yine aynı şekilde erkeklerinkinden çok farklı bir kadınlık bilgisi var mıdır sorusu da önemli. Evet büyük harfli Tarih erkeklerin hikayelerinden oluşuyor, hatıra ise herkesin. Ama kocakarı ilaçlarının mesela bilimsel bilgi oluşumları tarafından tamamen küçük görülmesinin, okullarda da bilimsel bilginin bu küçük görme üzerinden örgütlenmesinin de sorgulanması, anlamlandırması önemli (2).

Halide Edip’in hatıralarında çok dilliliğe bakmıştım. Makalenin adını “Halide’nin Salih’i, Hatıralar Kimin Tarihi” koymuştum çünkü aynı sayfada milli mücadele anlatılarının temelini teşkil edecek bilgilerle Edip’in eski eşine olan duygularının analizinin aynı sayfalarda yer alması beni etkilemişti. Tarihin en tekdüze tek boyutlu görüneniyle hatıra aynı kaynaktan geliyordu, bu çok netti. Etkileyen bir başka mesele de, özellikle bu vesileyle Halide Edib’in hatıralarına dışarıdan bakan bir hatıra olan Mina Urgan’ın anılarını okurken Edib’in ani yaşlanması tarifi idi. Güzel giyinen, çekici bir kadınken sanki bir gecede ameliyat geçirmemesine rağmen gözlüğünün içine mendil koyan yaşlı bir kadına dönüşüvermişti Edib, Urgan’a göre. Edib’in geçmişini kendi büyüklerinden biliyordu da gözlüklü hali sanki zaten karşılaşmalarına da sebep olan İngiliz Edebiyatı günlerinin bir ürünüydü… Ya da Laleli’de edibelik günlerinin mi demeliyim (3) ? Aslında şöyle demiştim: “Kırk yaşında bu olayı anlatırken gençliğini öldürdüğünü söyleyen Edib yıllar sonra Urgan’a, ‘Öleceğimi sandım, ama insan kolay kolay ölemiyor.’ diyerek bu infazın başarısızlığından dem vurmuş olacaktır.” Edib’in gençlik ve yaşlılığıyla ilişkisi gerçekten o gün bu gündür hâlâ kafamı kurcalayan bir konu. Zaten Salih Zeki değil ama bu gençlik yaşlılık meselesi de bu sefer ilginç bir şekilde tarihin değil ama yazılı hatıraların da sözlü hatıraların da en önemli ortak meselesi. Urgan’ın da bir koca teyze –kendisi gençliğin yüceltildiği bir ortamda dinozorluk olarak görüyor bunu ama- olarak yazmış olması da sanırım bu noktanın altını çizmemiş de olsa noktayı net görmemize yardımcı oluyor. Halide Edib de kendi yaşlılığını bir çeşit cinsiyetlerarası geçebiliş avantajı olarak çerçeveliyor galiba en çok. Bu durum Woolf’un bizatihi biyografi türünün en nadide örneği ve içini dışına çıkarıcısı olan Orlando karakterinin yaşlar, çağlar ve cinsler arası geçişindeki letafeti anlayarak da daha iyi anlaşılabilir belki. Ama şu an ikisi de birbirinden mümkün ve birbirinden zor gözüküyor bana. Vişnenin Cinsiyeti romanındaki Köpek Kadın böyle bir deneme gibi düşünülebilir belki. Ama kadınların yaşlılık, irilik ve erkekliğini değil yaşlılığını ve kadınlığını beraber düşünmeyi daha çok seviyorum kendi hesabıma, Orlando’nunki gibi. Gözlerim akademik veya değil, hikayelerde bir koca teyze arıyor adeta artık… Anlatan, dinleyen, kenarda oturan, yoldan geçen arıyor. Akademik hikayenin önemli bir avantajı izinin sürülebilmesi, referansları olabilir mesela ama biz sözlü tarihi akademiye katmaya çalışırken bizim seslerimizi küçültmesine izin vermezsek herhalde….

https://www.youtube.com/watch?v=Rwg5kPOjvDE


 

(1) Tarih ve Toplum 219/37: 138-141.

(2) Elif E. Akşit, “Yemek: Görünmez, Hayati Bilgi” Cinsiyetli Olmak, ed. Zeynep Direk, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, İkinci Baskı, 2015.

(3) Funda Şenol Cantek, “Laleli’de bir edibe: Halide Edip’in Akile Hanım Sokağı Üzerine,” Fe Dergi 2, sayı 2 (2010): 111-114.

 

Share Button