Ortak Gündem Politikasının Başarıları ve Sorunları

Serpil Sancar

Bir süredir Türkiye’de feminizmin başarıları ve başaramadıkları üzerine çeşitli açılardan muhasebe yapma gereği olduğunu düşünüyorum. Çünkü bunun geleceğe dair yeni öngörüler ve yeni politik yol haritaları yaratacağına dair bir beklentim var. Bu amaçla kadın hareketininin ortak gündem oluşturma stratejisi ve bunun neleri başarıp neleri başaramadığı üzerine yazarak bir adım atmak istedim.

Türkiye’de feminist eleştiriden esinlenen kadın örgütlerinin gelişmeye başladığı 1980’li yılların sonundan başlayan ve 90’lı yıllarda da devam eden sürecin, kadın örgütleri açısından daha çok kendine ait sözü oluşturma ve politik hedeflerini tanımlama ile geçtiğini söylemek mümkündür. Bu dönem aynı zamanda 12 Eylül rejiminin siyasal baskı ve yasaklarından yavaş yavaş çıkılarak yeniden siyasal örgütlerin gelişmeye başladığı da bir dönemdir.
12 Eylül yasaklarının gevşemesi ile siyasal toplumun yeniden şekillenmesi, döneme damgasını vuran önemli ideolojik ayrımlara paralel oluşan örgütlenmelerle gerçekleşti. İslamcı siyasal hareket başta olmak üzere Kürt kimliğinin tanınmasını talep eden siyasal hareket ve bunlara tepki olarak şekillenen ulusalcı ve laikci hareketler bu şekillenmenin ana aktörleri oldular. Erkek egemenliğini eleştirerek toplumsal yaşamı kadınlar lehine dönüştürmeyi hedef alan ve bu nedenle ‘bağımsız’ örgütlenmiş bir kadın hakları savunusu hareketi yaratmaya çalışan feminist örgütler dışındaki kadın örgütleri ise bu ideolojik fay hatlarına göre şekillenen siyasal örgütlere yakın ya da yandaş örgütler içinde bir araya geldiler. Bu örgütlerdeki kadınlar İslamcı, Kürt, Kemalist, Cumhuriyetçi gibi ‘kimlik aidiyetleri’ ile adlandırıldılar. Her biri kendi kimliğinin öngürdüğü siyaseti öne çıkartan bir yol izlemekle birlikte feministlerin yürüttüğü erkek egemenliğine karşı politikadan da etkilenen bir politik duyarlılığın gelişmesine destek oldular.

2000’li yılların başından itibaren feminist örgütler farklı ideolojik-politik taraflara aidiyet duyan İslamcı, Kemalist ya da Kürt örgütlerin kadınları ile ortak bir politik gündem oluşturma çabasına giriştiler. Feminist örgütlerin kendi gündeminde başta aile içinde kadına yönelik şiddet ve namus cinayetlerinin önlenmesi olmak üzere siyasal kararlara eşit katılım ve eşit siyasal temsilin gerçekleştirilmesi, yasalarda kadınlara karşı ayrımcılık içeren hükümlerin değiştirilmesi gibi kadın hakları ağırlıklı meseleler vardı ve feministler de diğer kadın örgütleri ile bu gündem üzerinden işbirliği yapmayı amaçlıyordu. Öte yandan da, ortak gündem oluşturulmaya çağrılan kadın örgütlerinin kendi politik ve ideolojik gündemlerinden kadın örgütleri günddemine taşınmasını bekledikleri konular da vardı. Kürt kadın örgütlerinde, Kürt etnik kimliğinin tanınması için gerekli yasal ve politik düzenlemelerin yapılması, Kürtlere yönelik siyasal şiddetin görünür kılınması, eleştirilmesi, önlenmesi ve sürdürülmekte olan savaşın durdurulması taleplerini öne çıkıyordu. İslamcı kadın örgütleri ise dindar ve örtülü kadın olmanın toplumsal dışlamalara yol açmasının önüne geçilmesi için devlet kurumları karşısında ‘tanınma talebi’ ve ‘başörtüsüyle üniverseye girmek’ gibi yeni yasal haklar tesisi taleplerinin feminist hareketin siyasal gündemince algılanması, desteklenmesi ve savunulması beklentisi vardı. Bunlara karşılık, kendilerine Kemalist, Atatürkçü ya da Cumhuriyetçi diyen kadınlar da hem Kürt siyasetinin ‘etnik çoğulculuk’ taleplerini hem de İslamcıların başörtüsünün bir ‘kadın hakkı’ olarak ‘tescil’ edilmesi talebine karşı çıkarak kendini çok karşıt bir noktada konumlandırdı. Bir yandan Kürt hareketine karşı ‘Kürt sorunu’nu bir özgürlük hareketi olarak değil, devleti yıkmaya çalışan teröristlerin ‘etnik bölücülük’ hareketi olarak tanımlanmasına destek verdiler. Diğer yandan da islamcı kadınların ‘başörtüsü mücadelesi’ni bir kadın hakkı mücadelesi olarak görmeyerek ‘laiklik ilkesinin ihlali’nin ciddi bir göstergesi olarak tanımlanmasını savundular.
Kadın haklarını savunmak ve toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekleştirmek için yola çıkmaya hazırlanan feminist ortak gündem stratejisi bu tür farklı yönlere çeken ve farklı siyasal gerilimlerin odağında kalan bir ortamda yol aldı. Bu koşullar altında feminist örgütlerin uyguladığı stratejinin iki şekilde somutlandığını söyleyebiliriz. Bunlardan ilki, bütün kadın örgütlerini bir araya getiren yasal reformlar için ortak eylem platformları oluşturma yöntemiyle, bir ‘yasal reform’ hareketini başlatmak ve başarıya ulaştırmaktı. Öncelikle Medeni Yasa, Ceza Yasası, Anayasa gibi temel yasalarda cinsiyet temelli ayrımcılıkların kaldırılması ve kadınların yaşadıkları sorunları gören ve bunların çözümüne destek olacak yeni kadın hakları tanımlarının yapılmasını ve kadınlara yönelik yeni yasal destekler oluşturulmasını amaçlayan bu platform örgütlenmeleri bir tür güçbirliği stratejisi olarak farklı ideolojik ve politik aidiyetlere sahip kadın örgütlerini aynı platformlarda buluşturdu. Hatta, Aile Koruma Yasası ve Aile Mahkemeleri Yasası gibi daha özgün yasal düzenlemelerin yapılması da bu ‘ortak gündem siyaseti çerçevesinde desteklendi ve gerçekleştirildi. Ceza Yasasında kadına yönelik şiddeti yeterli düzeyde cezalandırmayan mevcut durumu değiştirmek amacıyla kadın örgütlerinin geliştirdikleri yasal değişiklik taslaklarının TBMM’deki siyasal partilere, komisyonlarda görev alan milletvekillerine, Adalet Bakanlığı’nın bürokratlarına ve konuyu haber yapacak gazetecilere tanıtıldı. Bu süreçte yer alan önemli aktörlerin bu değişiklikler konusunda bilgilendirilmesi ve ikna edilmesi için farklı kadın örgütlerinden kadınların işbirliği yaparak çalışması bu stratejinin sonucu gerçekleşti. Örneğin, Ceza Yasasının değişim sürecini örgütleyen TCK Platformu’nun yürüttüğü çalışmalar başarılı bir örnek oluşturdu. Ayrıca Kadın Sığınakları Kurultayı’nın kadına yönelik şiddetin önlenmesi için yürüttüğü iletişim ortamının sonucu ortaya çıkan yeni işbirliklerinin yarattığı olumlu sonuçları da bu bağlamda değerlendirilmek gerekir.

Feminist örgütlerin ikinci ortak gündem oluşturma stratejisi kadınların siyasal kararlara eşit katılımı ve eşit temsil hakkının gerçekleştirilmesi amacıyla yürütülen örgütlenme içinde gelişti. Bunu bütün ideolojik ve siyasal kimliklere eşit mesafe siyaseti olarak tanımlayabiliriz. ‘Kimliklere eşit mesafe siyaseti’, KADER bünyesinde gelişen uzunca bir düşünme ve tartışma süreci sonunda ortaya çıkmıştır. ‘Eşit mesafe siyaseti’nin, esas olarak mevcut siyasal partiler içinde siyaset yapmaya çalışan kadınlarla feministler arasında, kadınların siyasal kararlara katılımı ve eşit siyasal temsilin gerçekleşebilmesi için feminist politika önerileri geliştirme ve bunları birlikte tartışabilmeye yarıyacak bir iletişim kanalı açma politikası olarak tanımlayabiliriz. Bu politik stratejinin ortaya çıkış bağlamının KADER’in kuruluş ve güçlenme süreci olduğunu ve bu süreçte geliştiren politik önerilerin bugün Kadın Siyaset Programı olarak somutlandığını söyleyebiliriz.

Farklı kadın kimliklerine eşit mesafe siyaseti, erkek egemenliğini savunan, şeriat yanlısı, ırkçı, ‘iktidar yardakçısı’ veya ‘derin devlet yanlısı’ kadınlara feministlerin kucak açması anlamına gelmez. Farklı olarak, kadınların ‘ideolojik kimlik’ler ile ilişkisinin değişebilirliğini öngören; kadınlarla ‘empatik’ bir ilişki geliştirildiğinde, her kadının yaşadığı baskı ve ezilmeye karşı çıkabileceğini ve kendi politik bağlamını ve dolayısıyla kendi yaşamını değiştirici bir politik güce sahip olabileceğini kabul eden feminist bir anlayışı hayata geçirmeyi amaçlar. Farklı kadın kimliklerine eşit mesafe siyaseti kadınların özgürleşmesi için ‘kadınlarla empati politikası‘ geliştirme ve farklı politik aidiyetleri olan kadınların birbirini anlamaya ve dinlemeye başlaması arttıkça ‘erkek egemenliğine karşı ortak adım atma’ becerisinin gelişmesi olarak nitelendirilebilir. Eşit mesafe politikası, bu nedenle, siyasal yaşamda kadınları ikincilleştiren ‘ataerkil’ iktidar ilişkilerine gömülmüş ve bu ilişkiler içinde kendine yer açmaya çalışan kadınları, bu davranışları nedeniyle ‘hoş görmeyi’ değil, bu konumlarını eleştirerek dönüştürecek bir politik bilinç geliştirmelerine yardımcı olmak anlamına gelmektedir.

Kadınların ideolojik ve politik gerekçelerle erkek politikacılar ve ideolojik stratejiler tarafından araçsallaştırılmasına; kadın sorunlarını çözme amacı olamayan başka siyasal hedefler peşinde sürekli seferber edilmelerine ses çıkarmamaya alışmış kadınların bu tutumlarını değiştirebilecekleri ve kendi ‘ideolojik cemaatleri’ne karşı daha eleştirel ve dönüştürücü olabileceklerine dair bir feminist inanca dayanan bu strateji, farklı siyasal partilerdeki kadınlarla bir arada çalışma yollarını aradı ve buna ilişkin ‘Kadın Eğitimi’, ‘Siyaset Okulu’ gibi yöntemler geliştirdi. Bu çalışmalar sonucu seçimlerde kadın adaylar sayısının arttırılması, kadınların seçilecek yerlerden aday gösterilmesi, kadınların seçilerek karar konumlarına gelmesi, kadın aday sayısını erkek aday sayısına yaklaştıracak ‘kota politikası’nın uygulanması gibi somut öneriler içeren bir ‘politik hedefler programı’ geliştirildi. Bu programda yer alan hedeflerin büyük çoğunluğunun (kota politikaları hariç) kadınlar tarafından benimsenerek kendi siyasal partilerinde talep edildiğini bu süreç içinde gördük.

Gerçi DTP dışındaki partilerin bu programdan etkilenerek kadınların siyasete eşit katılımı konusunda yeni bir yol geliştirmeye çalıştıklarını söylemek zor. DTP söz konusu olduğunuda, her ne kadar Kürt kadın örgütlerinin yönelttikleri eleşti azalmaktan çok artmış görünmekle birlikte, birçok konuda Kürt siyasal örgütlerinin kadın sorunlarına daha duyarlı hale geldiği söylenebilir. Ama benzer bir gelişme diğer partilerde gerçekleşmedi. AKP ve CHP, bu süreçte feminist siyaset gündeminden etkilenen kadınları partiden uzaklaştırmayı yeğlediler. Ama AKP içinde de eşit siyasal temsil talebinin bazı partili kadınlar tarafından gündeme getirildiği görüldü. Eşit mesafe politikası’nın başarısı, kadınların eşit siyasal temsilinin bir temel hak olduğu fikrini Kürt ve İslamcı siyasal örgütlerdeki kadınlara kabul ettirmesidir. Bu partiler içinde bir kadın hakları tartışmasının yaratılması ve feminist örgütlerin gündeminin bu alanların gündemine taşınması bu sayede gerçekleşti.

Bugünden bakarak, farklı kimliklere ve politik aidiyetlere sahip kadınları ortak bir kadın hakları gündeminde birleştirmek ne kadar gerçekleştirilmiştir, sorusuna nasıl bir yanıt verebiliriz? Önemli bazı yasalarda kadınlar lehine değişikliklerin gerçekleştirilmesinde, kadınların eşit siyasal temsil haklarının savunulasında ve kadına yönelik şiddetin önlenmesinde ortak bir bakış açısının bütün kadın örgütlerine yaygınlaştırılması konusunda bu stratejinin önemli başarılar kazandığını söyleyebiliriz. Ama bugün itibariyle bakıldığında çok ciddi tıkanma noktalarının da ortaya çıktığı bir gerçek. Feminist siyaset ile Kürt kadın örgütleri arasındaki kadına yönelik aile içi şiddet ve özellikle namus ve töre cineyetleri karşısında ortak politik bir tavır geliştirme konusunda önemli bir başarı kazandılar. Ama gelişim siyasal amaçlı şiddete karşı ortak politik tavır geliştirme konusunda gerçekleştirilemedi. Feministlerin, her türlü şiddetin ‘eril tahakkümün pekiştirilmesi’ne yarayacağı ve bu nedenle PKK, Devlet ya da koca şiddetinin birlikte eleştirilmesi ve militarizmin sadece devlet tarafından uygulanan bir siyaset olmadığını; silahlı örgütlerin de özgürlük adı altında ‘eril tahakküm’ düzeninin pekiştirdikleri ve kendilerinin bizatihi militarizmin farklı biçimlerini içselletirdiklerine ilişkin eleştirileri karşılık bulmadı. Bu noktada feminist ortak gündem stratejisi, Kürt sorununun tanımına paralel biçimde, haklı-haksız şiddet tarışmasının girdaplarına gömüldü.

Öte yandan islamcı kadınların ‘başörtüsünün tanınması’ politikası çerçevesinde örtülü-açık kadın ikiliğini aşan bir bakış açısının ne kadar geliştirilebildiği ortada. Tam da, örtülü ya da açık, her tür kadın bedeninin ‘eril iktidarın tahakküm alanı’ olduğuna dair ortak kabulünden hareket eden ve esas olarak kadınların eşitliği ve özgürleşmesini merkeze alan bir ‘kadın siyasetin’nin olanakları gelişmekte iken, laiklik-dincilik ikilemi içinde ‘politize’ edilerek feminist siyasetinin etkin olamayacağı ortamlarda tartışılan bir mecraya kaydı. Geriye ‘dindarlığın ve muhafazakarlığın hoşgörülmesi’ ötesinde feminist siyasete kalan bir şey yok gibi görünüyor.
Öte yandan kadınların ideolojik ve politik kimliklerine eşit mesafe politikası ise siyasal partiler sisteminde bir değişim yaratma amacına henüz ulaşamadı. Siyasal partiler kadınlara eşit siyasal temsil hakkının sağlanması meselesini hala bir siyasal retorik aracı olarak kullanmayı başarıyla sürdürüyorlar. Siyasal partilerde eşit siyasal temsil mücadelesi yürüten kadınlar sürekli tasfiye ediliyorlar; hatta ‘siyasal partilerden sivil topluma sürülmüş kadın politikacılar ordusu’ oluşturacak kadar çoğaldılar. Gerçi bu durum sivil örgütleri canlandırıyor ve kadınlara orada önemli bir çalışma alanı açıyorsa da, siyasal partiler sisteminin değişime izin vermeyen yapısı dokunulmazlığını ilan etmiş görünüyor. Bu bilançoya Kemalist, Atatürkçü veya cumhuriyetçi kadınların savrulduğu uçta ulus-devlet savunuculuğu, hatta askeri darbe destekleyicileri haline geldikleri de eklersek durumun çok da iç açıcı olmadığının kabulü gerekir.

Feminist siyasetin kendi gündemini toplumun demokratikleşme gündemi haline getirme mücadelesi bir yandan Kürt savaşına diğer yanda laiklik tartışmalarına, yani devlet rejiminin iki temel taşına çarparak durakladı ve ilerleyemez hale geldi. Bundan sonra feministlerin kendi dünyalarında kalarak siyaset yapmaları mümkün görünmüyor. Feminist siyasetle ülke siyasetinin yolları giderek daha fazla noktada kesişiyor. Feministlerin kendi siyasetlerine yol açabilmeleri giderek artan oranda ülkede demokratik siyasetinin yolunu açma koşulları ile üstüste çakışıyor.

Share Button