Cazın İsyankâr Kelebeği: Nica

image

Özlem Gülçiçek

Konforlu ve “normal” hayatını bırakıp, bilinmezliklere ve “tuhaf” zamanlara giden “Tuhaf” bir kadın… Macera delisi bir sorumsuz mu, kendini bulmaya çalışan isyankâr bir güzellik mi? Güneş solarken, şarabımı yudumlayıp, aklımı yumuşatıp, Round Midnight dinliyorum. Nica’yı bulmaya çalışıyorum piyanonun dalgalarında. Uzaktan gülümsüyor, “Unutma, sadece bir tane hayat var, aklını umudunla harmanlayıp yolunu bul,” diyor.

Duyduğun işaretleri duymaya çalışıyorum Nica. Hepimizin mutluluğu bambaşka ihtimallerde… Karışık ve birbirine bağlı bu ilişkileri anlamakta zorlanıyorum. Ne kadar şanslı ve güçlü olduğunu düşünüyorum. Sonra Bill Evans, Round Midnight çalarken şansı abartma diyor zarif elleriyle. Scott LaFaro’yu özlüyoruz. Ella’dan, Dexter’dan, Miles’dan, Art Pepper’dan, Keith Jarrett’tan dinliyorum Round Midnight’ı. Sonra Sonny Rollins’in Round Midnight’ında aradığım özgürlüğü ve özeni buluyorum. Hayat çok zor Minik, ama iyi ki bu güzel insanlar elimizden tutuyor…

Pannonica Rothschild 1913 yılında, Rothschild ailesinin çok güçlü olduğu bir dönemde doğar. Sanatla dolu lüks malikânelerde büyür. 1935’te yakışıklı bir diplomat olan Baron Jules de Koenigswarter ile evlenir. Fransa’da muhteşem bir şatoya yerleşirler. Beş çocukları olur. Nica yüksek sosyetenin bir parçası olarak, işadamları, kraliyet mensupları, entelektüeller, politikacılar ve playboylarla çevrili kozmopolit bir dünyada yaşamaktadır. İstediği herkesle tanışma, istediği her yere gitme imkânı vardır. Ama mutsuzdur işte; kendine ait olmayan bir hayatı yaşamaktadır sanki. 1951’de o zamanlar pek de bilinmeyen bir adamdan bir şarkı dinler; Round Midnight . Her şeyi ve herkesi bırakır ve New York’a yerleşir. Yüksek sosyeteye mensup arkadaşlarının yerini de çok yetenekli, gezgin, yalnız, isyankâr caz müzisyenleri alır.

Rothschild şirketinin kurucu babası 1744’te Frankfurt gettosu Judengasse’de doğar. Tüm baskılara ve zorluklara rağmen işlerini ciddi anlamda büyütür ve ileride dev bir bankaya dönüşecek şirketin temellerini atar. Yüzyıllarca süren işkenceler ve korku Rothschild ailesi üyelerinin sırlarla dolu ve içe dönük olmalarına ve kimseye güvenmemelerine neden olmuştur. İşlerin başında yalnızca aile üyeleri bulunmaktadır. Amschel Rothschild 1812’de yazdığı vasiyetinde işleri sadece erkeklerin yönetmesi kuralını koyar. Erkekler bankayı yönetir, kadınlar evi. Kadınlar ve çocuklara miras kalmaz. Kadınların Yahudi geleneğine göre ve mümkünse akrabalarla evlenmeleri beklenir. Tuhaftır ki, 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde aile Y kromozomu eksikliğinden muzdariptir. Dolayısıyla Nica erkek doğması arzu edilen bir çocuktur.

Nica’nın büyükbabası Natty Rothschild 1879’da bankanın İngiltere şubesinin başına getirilir. Lordlar Kamarası’nda yer alan ilk Hristiyan olmayan üyedir. Kraliçe Victoria Natty’yi Windsor Castle’a davet eder, hatta onun için Yahudi kurallarına uygun yemekler yaptırır aşçısına. Natty Rothschild Amerika, Avusturya, Rusya hükümetlerine borç verip; Cecil Rhodes’u ve Süveyş Kanalı’nı finanse edecek kadar güçlüdür ayrıca.
Nica’nın babası Charles Rothschild aile işine pek ilgi duymayan bir adamdır. Onun en büyük tutkusu kelebekler ve müziktir. Evde Stravinky, Debussy, Scott Joplin, Louis Armstrong ve Gershwin dinlenmektedir. Charles’ın ileri derecede psikolojik rahatsızlıkları vardır. Daha Nina çocukken babası İsviçre’de bir sanatoryuma yatırılır. T. S. Eliot ve Max Linder’ın da ağır depresyonlar ve akıl hastalıkları için çare aradıkları dönemde Freud’un “talking cure” tedavisi konuşulmaktadır. Charles ise Jung’un öğrencisi olan, Herman Hesse’nin de gittiği Joseph Lang’a tedaviye gönderilir. Semptomlar şizofreniyi göstermektedir. Bir süre tedavi gördükten sonra eve döner ama artık çoğu zaman başka bir adam gibidir. 1923 yılında, bir öğleden sonra banyoya gider, kapıyı kapatır ve boğazını bıçakla keser. İntihar herkesten, özellikle basından özenle gizlenir ve aile içinde bile bu konu yıllarca konuşulmaz.
Annesi Rozsika o dönem antisemitizmin çok yaygın olduğu Macaristan’da önde gelen Yahudi bir ailedendir. Almanca, Fransızca ve İngilizce bilmektedir. O zamanlarda kamusal alanda sigara içecek kadar cesurdur. Macaristan’da tenis şampiyonu bile olur. 34 yaşında Charles Rothschild’la evlenerek İngiltere’ye taşınır.

1913’te doğan Nica adını babasının çok sevdiği bir kelebek türünden alır. (Pannonica kelebekleri Londra’da Natural History Museum’da görülebilir.) Nica inanılmaz lüks içinde ve yapayalnız büyür. Ağır psikolojik sorunları olan bir baba, soğuk bir anne, onu oyunlarına almayan ablalar, yatılı okulda bir ağabey. Dadılar tarafından ve sert kurallarla büyütülür. Nica’nın arkadaşları sadece minik atlarıdır.

Ağabeyi Victor’ın caza inanılmaz bir tutkusu vardır. Teddy Wilson’dan ders alır. Nica’ya caz dinletir. Zamanın müzikleri değişmektedir ve müzikteki özgürleşme gençlere başka alanlar getirmektedir. Birlikte big band’leri dinlemeye giderler. Nica’nın farklı dünyaları görmesine yardımcı olur. İleride Victor da dünyasından uzaklaşacaktır; bir Rothschild olarak değil, bir biliminsanı ve entelektüel olarak hatırlanmak ister. Cambridge’den sonra bir dönem sosyalist olur. Nica’ya en büyük desteği de Victor verecektir.

Nica’nın ablası Miriam partilerden hoşlanmamaktadır. Gizlice gece derslerine gider ve Napoli’de deniz biyoloğu olarak çalışmaya başlar. Ailesi ve cemiyet şaşkındır; böyle rahat bir hayat neden bırakılır ki? Diğer ablası Liberty ise çocukluğundan beri çok ciddi duygusal dalgalanmalar yaşamaktadır. En ufak bir acı ya da tedirginlik onu korkunç salınmalara götürür.

Evlerinde kalabalık yemekler verilir. Bu partilerden birinde Albert Einstein sihir partileri bile yapar çocuklara. İngiltere’nin önde gelen ailelerinden birinin üyesi olan Nica resmi olarak Kral V. George’a ve Kraliçe Mary’ye takdim edilir. O dönemde Times dergisinde tüm şık danslara kimlerin katıldığı, neler giydikleri ve de hatta tasarımcıları yazılmaktadır! Nica’nın kıyafetleri Paris’te Worth ve Chanel tarafından hazırlanır. Rozsika Times’ın saray ilanlarında kızının coming-out (sosyeteye tanıtılış ve de münasip bir eş adayıyla tanışma) balosu olduğunu duyurur. Nica’nın balosuna aile dostları Winston Churchill de katılır. Ablaları evlenmemiştir, annesi en azından Nica’nın iyi bir eş bulmasını istemektedir.

image (1)Kocaman bir zenginliğin içinde Rothschild kadınları kapana sıkışmış gibidir. Yakın çevreden ya da Rothschild ailesi içinden evlenirler. Kendi paraları yoktur ve sunulan hayattan başkasını bilmemektedirler. Nica’yı ve ablalarını dadılar yetiştirir. Anneleriyle pek vakit geçiremezler.

Nica 1935’te birlikte uçak kullandıkları Baron Jules de Koenigswarter ile evlenir. Abisi Victor düğün hediyesi olarak ona bir uçak alır. Normandiya’da 17. yüzyılda yapılmış bir şatoya yerleşirler. Evlerinde sürekli kalabalık yemekler verilir. Nica tam bir Rothschild hanımefendisi gibi davranmaya başlamıştır. II. Dünya savaşı başladığında ise Nica’nın kocası Fransız ordusunda savaşa katılır. Nica şatoda çocukları ve bir aşçıyla yalnız yaşar bir zaman. Nazi yönetimi Fransa’da ilerlerken son gemilerden biriyle, kocasının bıraktığı haritayla, İngiltere’ye kaçarlar. Kaçtıktan üç gün sonra da Almanlar şatoya girer.

Nica çocuklarını Amerika’ya gönderdikten sonra kocasının yanına gitmeye karar verir ve Özgür Fransız Direnişi’ne katılır. Pek çok zorluğa rağmen hayatta kalmayı başarır.1945’te Churchill savaşın bittiğini duyurduğunda Nica 32 yaşındadır. Savaşta kendi başının çaresine bakmıştır ve başka yaşam biçimlerini görmüştür. Savaş, birçok kadına ev dışında da bir hayatları olabileceğini göstermiş ve özgüvenlerini artırmıştır.

Savaştan sonra Jules’un işi nedeniyle önce Norveç’e sonra Meksika’ya taşınırlar. Nica kocasının kontrolcü ve bilmiş hallerinden ve her şeyine karışmasından fena halde sıkılmıştır. Planlı bir hayatı sevmemektedir ve akşam yemeğine geç kaldığında plaklarını kıran bir koca içini daraltmaktadır. Diplomat karısı olmanın ritüelleri de delice sıkmaktadır. Beş çocuk doğurmuştur ama annelik de onun “tüm hayatı” olmamıştır.

Bir röportajında hayatını değiştirmek için aldığı işareti anlatır. Bir müzisyen arkadaşı ona Duke Ellington’ın “Black, Brown and Beige”ini dinletir. Nica o müziğin olduğu yere ait olduğunu hisseder ama ne yapacağını bilemez. New York’a gitmek için sürekli bahaneler uydurur. Ziyaretlerinden birinde Teddy Wilson’a uğrar. Teddy ona o zamanlar pek tanınmayan bir müzisyenin, Thelonious Monk’ın, “Round Midnight”ını dinletir. Nica hayatında bu kadar güzel bir şey duymamıştır. Arka arkaya 20 kere dinler, uçağını kaçırır ve “sonunda” eve dönmemeye karar verir.

New York’a taşındıktan sonra müzisyenler, edebiyatçılar ve ressamlarla tanışır. Caz Nica’nın hayatının bir parçasıdır. Çocukken babası Scott Joplin, Gershwin ve Louis Armstrong dinletmiştir. Partilerde Duke Ellington ve Benny Goodman’la swinge dalarlar. Savaş sonrasında bebop’ın isyankâr, anarşist ve de uyumsuz halinde kendini bulur. “Önce müzik beni kendine çekti, sonra bu kadar güzel müzik yapan müzisyenler de güzel insanlar olmalıdır diye düşündüm ve onlarla tanışmak istedim,” diye anlatır. Nica -ekonomik olarak rahat bir hayata sahip olsa da- ırkçılığın ne olduğunu iyi bilmektedir ve belki de siyahların ezilmişliğinde ve ötekileştirilmesinde bir ortaklık kurar. Belki de içinde bulunduğu sosyal sınıfın baskıcılığından ve sahteliğinden kurtuluşu hisseder. Müzik onun başka insanlara ve hayatlara dokunmasını sağlar. Caz özgürlüğü ifade etmektedir ve kendini ilk defa zincirlerinden kurtulmuş gibi hisseder.

1954 yılında -nihayet- müziğinin aklını başından aldığı Thelonious ile Paris’te tanışırlar. Adını duyurmuş nadir caz müzisyenlerinden, Nica’nın yakın arkadaşı, Mary Lou Williams buluşturur onları. Ömürlük dostlukları başlar.
Nica kimsenin hayatına karışmaz, yargılamaz, üstten bakmaz. En keskin konuştuğu konu Thelonious’un yeteneği ve güzel kalbidir. Thelonious müziğin Einstein’ıdır, dünyanın sekizinci harikasıdır. Hiç kimsede görmediği kadar saf ve masum gözleri vardır. Nica ve Thelonious sosyal ve ekonomik olarak çok farklı sınıflardan gelmektedir. Ama ortak acılar da paylaşırlar. Nica’nın babası gibi Thelonious’un babasının da ciddi psikolojik sorunları vardır. Nica -zengin olsa da- Yahudi olduğu için dışlanmıştır, Thelonious siyah olduğu için. Ortak mutlulukları ve tutkuları ise cazdır. Thelonious’un ileri derecede bipolar bozukluğu vardır ve ömrü boyunca psikolojik zorluklar yaşayacaktır. Ama ömrü boyunca da Nica hep yanında olacak, sinir krizleri geldiğinde onu sakinleştirecek, ona ve ailesine 100’den fazla kedisi olan evini açacaktır. Thelonious onun “parçası” olacaktır.

Thelonious cazın derinliklerine götürür Nica’yı; caz kulüplerini dolaşırlar, caz tarihini ve teknikleri anlatır ve Nica’yı müzisyenlerle tanıştırır. Kulüplerden sonra jam session için Nica’nın -siyahların yaşamasının yasak olduğu- oteline gidilir; Sonny Rollins, Oscar Pettiford, Art Blakey, Bud Powell, Charlie Parker, Hampton Hawes’la üstelik!

Nica çocukluğundan beri resim yapmaktadır. Bu dönemde özellikle soyut resimle ilgilenir. c’un verdiği cesaretle resimlerini bir galeriye götürür ve çok beğenilir. Nica mutludur. Arkadaşları plak kapaklarında onun resimlerini kullanır.

Archie Shepp Nica’yı feminist olarak görür; o hem “kendi” olmak için savaşmış, hem de onun sınıfından böyle bir değişiklik olabileceğini göstermiştir. İlk defa kendini özgür hissettiği bu dönemde ailesinde ve çevresinde Nica hakkında pek de güzel konuşulmamaktadır tabii ki. Tromboncu Curtis Fuller insanların ona “zenci sevici” diye bağırdığını anlatır. 1960ların başında pek çok bar yalnız kadınları almaz, genellikle fahişe olduklarını düşünülür. Irkçılık ve cinsiyetçilik her yerdedir; siyah erkeklerle birlikte olan kadınlar daha da tuhaf görülür.

Bebop’ın kralı Charlie Parker Nica’nın evinde ölür. Gazetelerde korkunç haberler çıkar ve ailesiyle sorunlar yaşar. Ne yapmaktadır siyah junkie’lerle takılan bu kadın? Ama asıl skandal üç yıl sonra gelir. Nica Thelonious’u ve saksafoncu Charlie Rouse’u turneye götürür. İki siyah adama şoförlük yapan beyaz bir kadın oldukça dikkat çekicidir. Polis arabayı arar ve Thelonious’un marihuanasını bulur. Nica Thelonious’a kıyamaz, suçu üstüne alır ve hapisle yargılanır. Çok zor günler geçirir; önce hapse girecek sonra da sınır dışı edilecektir. Yakın arkadaşı Mary Lou Williams’a yazdığı mektupta ne kadar korktuğunu ve ne kadar yalnız olduğunu anlatır. Ama kimseyle konuşmaz; ona çocukluğundan beri duygularını göstermemek öğretilmiştir. Neyse ki –uzun bir zaman ve yalnızlıktan sonra da olsa-teknik bir hatadan dolayı ceza almaz.

Nica caz müzisyenlerinin üç dileklerinden oluşan bir kitap yazar. Zengin bir fotoğraf koleksiyonun da olduğu cazcıların iç dünyasına bir ışık tutar. Çoğunlukla daha iyi müzik yapmak, sevgi ve parasızlıktan ve ayrımcılıktan kurtulmaktır dilekleri. Thelonious Nica gibi deli bir arkadaşa sahip olmak, Miles Davis beyaz olmak, Louis Armstrong yeni neslin ne yaptığını görmek için yüz yıl yaşamak ister. Max Roach’un dileği yoktur; zaten hayatta her istediğine sahiptir.

Thelonious’un oğlunun anlattığına göre Nica bir yardım meleğidir bu tuhaf müzisyenlere. Enstrümanlarını rehincilerden kurtarır, kiralarını öder, kimsesi olmayanları hastanede ziyarete gider. Bud Powell’ı sokaklardan toplar, Sonny Clark ve Coleman Hawkins’in cenaze törenlerini yaptırır, Lionel Hampton’a okuma yazma öğretir. Hem de bunları hiç popüler olmayan zamanlarda yapar. Caz müzisyenleri de onun samimiyetini ve caz tutkusunu hisseder ve beyaz bir aristokrat olmasına rağmen onu dünyalarına alırlar ve dahi özel bir kadın olduğunu dünyaya anlatmak isterler. En önemli, belki de tek varlıkları müziktir, şarkılar adarlar ona. 20’den fazla şarkı; Thelonious’tan ‘Pannonnica’ ve ‘Little Butterfly’, Horace Silver’dan ‘Nica’s Dream’ , Sonny Rollins’ten ‘Poor Butterfly’ , Tommy Flanagan’dan ‘Thelonica’, Art Blakey’den ‘Weehawken Mad Pad’, Sonny Clark’tan ‘Nica’ , Barry Harris’ten ‘Inca’, Gigi Gryce’dan ‘Nica’s Tempo’ ve daha niceleri.

Nica hayatının sonuna doğru hiç pişmanlık duyup duymadığı sorulduğunda şöyle yanıtlar: “Pişmanlık mı? Evet, çok büyük bir pişmanlığım var. Thelonious için doğru doktoru bulamadım. Hayattaki tek pişmanlığım bu.”
Quincy Jones’a göre caz karanlıkları aydınlığa dönüştürür. Ya da acıları -hele aşk acısını- içine çeker, önce derdi seslere dönüştürür, sonra salıverir uzaklara. Bazen bir şarkı insana yeni bir dünya kuracak ya da dünyaya karşı duracak tutkuyu ateşler.

image (2)Evinde hissettiğin bir hayatı bulma yolculuğu! Zor ve bazen hayal kırıklığı dolu da olsa o tutkuyu hissederek yaşamak ve kaosta kendimiz için güzel bir dünya kurabilmek ya da kurmayı denemek ne başka, ne onurlu bir şey. Nedenini anlamasak da gözlerimizden karnımıza bir dalganın gelmesi, çocukça bir titreyiş, kadınca bir hissediş, şımarık bir telaş…

Nica, seninle takılmak istiyorum. Çok düşündüm seni; ara ara kızdım, onlar gibi baktım bazen, yargıladım bile gizlice. Ama azdı bunlar. Sen bende takıntılı bir zengin aristokrat, heyecan delisi bir groupie değilsin güzel kadın. Herkeslere tuhaf gelen hikâyende yolunu bulmanı, çevreni sarmalamış kurallar ve ikiyüzlü insanlara rağmen kendini aramanı, önyargısız olduğunu zanneden nice bilmişleri umursamadan arkadaşlarını ve yaşam biçimini 40’ından sonra keskin biçimde değiştirmeni, New York’taki ukala adamları arabanla korkutmanı seviyorum. Seninle “iktidar” sorgulamamı yaparken alışık olmadığın -ve de alışık olmadığım- bir halde kedice sarılıyorum. Senden bana kalan sahteliklere karşı cesaretin ve delice ve zamanın unuttuğu sahici sevgilerin.

İyi ki varsın Nica!

Share Button