Zabel Hovhannesyan- Yesayan* (4 Şubat 1878-1943?)

L. Gülden Treske

Yüz yıl öncesinden seslenerek, insanlığın kara bir döneminden bize aktardıkları, nefret ve şiddet sarmalındaki bu günleri anlamamıza bir ışık olur mu?

Görüşmelerimiz kısa ve yetersiz kalıyordu. Zaptiye de hazır bulunuyor ve Türkçe konuşmaya mecbur ediliyorduk. Bazen hiç konuşmamayı tercih ediyorduk ve bakışlarımızı o haksızlığa uğratılmış, adaletsizliği tadarak canını feda etmeye maruz bırakılmış kardeşlerimize dokunduruyorduk şefkatle, acıyla ve samimiyetle. (Yesayan, 2014, s.136)

Bu yazılanları, belirli bir yaşın üzerindeki hepimiz bir yerlerden biliyoruz.

Onu görenler, teselli bulamayan kederiyle lal olmuş bu yavrucağın resmini artık kolay unutamayacaklar. Tüm bir ulusun çocukluğu onun gözlerinde ağlıyordu. (Yesayan, 2014, s.51)

Bu yazılanı ise, bu kez gençler de dahil hepimiz biliyoruz. Bu satırların yazıldığı 2015 Ağustosunda, neredeyse her gün, unutamayacağımız bir çocuk resmi sosyal medyaya düşüyor. Bu resimlerin bazıları ana akım medyada yer alabiliyor, bazıları ise ölümleriyle bile haber olamıyor.

Kor gibi yakıcı acımızı söndürmek için şu düşünceye sarıldık: Biz de kurbanlarımızı verdik, kanımız bu sefer Türk yurttaşlarımızla birlikte döküldü. Bu son olacak. (Yesayan, 2014, s.22)

Peki bu son olacak mı?

Yukarıda alıntılanan satırlar aynen bu günleri anlatıyor ama bu günden değiller. Yüz yıl önce yazıldılar. 1909 yılından ve çok iyi bildiğimiz bir coğrafyadan; 1909 yılında Adana ve çevresinde yaşanan, Ermenilere yönelik saldırı ve kıyımdan (1) sonrası, İstanbul’dan Ermeni Patrikliğince gönderilen heyet içinde yer alan Zabel Yesayan tarafından 1910 yılında, yüz yıl önce yazıldı. Kitap olarak 1911 yılı Mayıs ayında basıldı. Bu topraklarda doğmuş bir yazarın bu topraklarda geçen bir olaya tanıklığını yazdığı bu kitap, ancak 2014 yılında Türkçe yayınlandı.

Hazal Halavut, Agos gazetesinde yazdığı yazıda “…ne Zabel’le ne de tanık olduklarıyla gerçek bir karşılaşma gerçekleşmeyecek, önce Zabel’in yokluğuyla karşılaşmadan…” diyor.

Tarih, edebiyat tarihi hepsi, hepsi kadınlar tarafından yeniden, yeniden yazılıyor. Görüldüğü üzere, yazılması gerekiyor. Hatırlamak, yüzleşmek, bilmek gerekiyor. Ama bu yıllar alıyor.

Zabel Yesayan 1878 yılında İstanbul’da doğdu. Kızların eğitimine önem verilen bir evde büyüdü. Ailesinin kökleri varlıklıydı ama artık tükeniyordu, Zabel hiç varlık içinde yaşamadı. Osmanlı’nın başkenti İstanbul’un Üsküdar semtinde, Silahtar mahallesinde; pencereleri kırmızıya boyalı iki katlı ahşap evlerinin, sokağa bakan perdeleri, karşıda bir Yunan tavernası olduğu için hep kapalıydı. Ev eğitiminden sonra, 1888 yılında Üsküdar’daki Özel Surp Haç Ermeni İlkokul’una başladı. Kapalı perdeler onu engellemedi, daha 12 yaşında iken; okulunda karşılaştığı insan karakterleri ile dışarıdaki gerçek dünyayı artık tanıyorum diyordu. Anılarında, okul bahçesinde, avucundaki kirazları fakir bir çocuğun imrenen bakışları altında, göstere göstere yiyen bir çocuğun elinden kirazları alıp öfkeyle yere atışını anlatır. Bu olaya, kirazı yiyen çocuğun değil de, neden imrenen fakir çocuğun ağladığını ise hiç bir zaman anlayamadığını yazar. Üsküdar’ı, İstanbul’un hayran olduğu gün batımlarını, okul bahçesinde ki eşitsizliği gören gözleri, daha çok şeyler görecek, ömür boyu tanıklık ettiklerini, birinci elden, hiç bıkmadan yazacak, Ermeni edebiyatının en önemli yazarlarından olacaktı. Söyleyecek çok şeyi vardı. Gördüklerini herkes görsün, hiç bir şey unutulmasın istiyordu. Oysa doğduğu topraklarda, ancak yüz yıl sonra adı tekrar duyulacak, satırları okunacaktı.

Zabel, Ermeni cemaatinin yaşadıklarını kaydetmekte, yazmakta ısrarlı olduğu kadar; kadınların eşitliği, eğitimi gibi konularla da hep çok yakından ilgilendi. Ancak ‘feminist’ kelimesini kullanmadı. Kadınlara atfedilen ‘hafif’ yazılardan, ‘kadın yazar’ gibi tanımlardan hep uzak durdu. Büyük bir ihtimalle esas uzak durmak istediği, ‘kadın yazar’ tanımını yapan ‘düşüncenin’, bu başlık altında ima ettikleri idi. Gerek romanlarında ki güçlü kadın karakterleri ile gerek basında yer alan yazı ve makalelerinde, Osmanlı toplumu ve kendi Ermeni cemaatindeki ataerkil yapıyı hep eleştirdi.

1895 yılında 17 yaşında üniversite eğitimi için Paris’e gitti. Geçimini sağlamak için de Fransızca-Ermenice sözlük projesinde asistan editör olarak çalıştı. Zabel, Paris Sorbonne Üniversitesinde felsefe ve edebiyat okuyarak, üniversiteye -hem de yurt dışında- giden ilk Ermeni kadınlarından oldu. Babası, kadınların ancak eğitimle haklarına kavuşabileceğine inanan bir insandı. Zabel ise bunun yetmeyeceğine, ancak sistemdeki daha derin ve köklü dönüşümlerle bu eşitliğin sağlanacağına inanıyordu. Aldığı eğitim, özgün yazı dili, bilgisi, cesareti, üretkenliği, donanımı ve yazıları ile İstanbul’daki hem Osmanlı hem Ermeni Cemaati aydın çevrelerinde tanındı. Bu özellikleri, bir kadın olarak; edebiyatta ki yerini ve sesini unutulmaktan kurtaramadı ama 1915 yılının Nisan ayında ortaya çıkarılan 234 kişilik sakıncalı Ermeni aydınları listesinde yer alan tek kadın oldu. En azından bir alanda eşitlik sağlanmıştı.

Bu listedeki kişiler, eş zamanlı baskınlarla evlerinden toplanarak, sonu belirsiz bir yolculuğa uğurlandılar. Bir çoğu evinden günlük kıyafetleri ile alınıp, karakola götürüldüğünü düşünürken, kendilerini Ayaş’ta, Çankırı’da buldu. Aralarından canlı kurtulan çok azdı. Zabel, bu sırada oğlu Hrand ile İstanbul’da, eşi ise kızı Sofi ile Paris’tedir. Zabel’in evine de gelirler, ancak dışarıda olan Zabel’e ailesi bir şekilde haber ulaştırarak kurtulmasını sağlar. İki ay bir hastanede saklanarak, kimlik değiştirerek Bulgaristan’a kaçar. Bulgaristan 1. Dünya Savaşına girince oradan Bakü’ye geçer. Burada, Osmanlı devletinden kaçmış Ermeniler arasında, sürekli anıları, yaşanmışlıkları toplar, yazar. Mülteci ve yetimler ile ilgili faaliyetler için çalışır. Kendi oğlunu tekrar ancak 1917 yılında görebilecektir.

Zabel, ressam Dikran Yesayan ile 1900 yılında Paris’te evlenmiş, Sofi ve Hrand isimli iki çocuğu olmuştu. Evlilikleri boyunca, çeşitli zamanlar da, İstanbul-Paris daha sonra Paris-Bakü arasında, ya da Zabel’in çeşitli bölgelerdeki mülteci ve yetim Ermeni çocukları, Barış Delegasyonu çalışmaları için birbirlerinden ayrı yaşamak zorunda kaldılar.

1908 yılında Osmanlı’da Meşrutiyet ilanı edildi. Tüm ülkede, bu yeni rejimin getireceği düşünülen hürriyet ve eşitlik beklentisi vardı. Zabel de, “…hür bir yurttaş olarak, bu ülkenin eşit haklarla donanmış ve eşit yükümlülükler yüklenmiş bir öz evladı olarak” (Yesavan, 214, s. 32) Osmanlı topraklarında hala birlikte bir gelecekleri olabileceğine inanıyordu. İstanbul’a geri döndü. Oysa bir yandan da, ülkede bu yeni ‘hürriyet ve eşitlik, özgürlük’ söylentilerinden rahatsız olan unsurlar hala varlığını sürdürüyordu. Her daim olduğu gibi.

Osmanlı toprakları çalkantılı günler yaşıyordu. Paris’ten İstanbul’a dönen Zabel de, tüm gözü karalığı ile hayatını değiştirecek bu çalkantılardan nasibini alacaktı. 1909 yılında Adana’da yaşanan Ermeni kıyımı sonrası için Ermeni Patrikliği tarafından gönderilen resmi heyette görev alarak, özellikle yetim kalan çocukların durumu ve yetimhane kurulması için üç ay bölgede kalarak çalıştı, resmi mercilerle temaslarda bulundu, raporlar hazırladı. Adana’da gördüklerini ve yaşanılan dehşeti, 1911 yılında İstanbul’da basılan Averagnerun Meç/Yıkıntılar Arasında kitabında anlatır. Adana’da dul ve yetimler için yaptığı çalışmalarda, resmi yardım organizasyonları ve fonlara rağmen; hem Patriklik hem Osmanlı devleti bürokrasisi ile, ilgisizlik ve yavaşlıkla çok mücadele eder. Çamur içinde ayakkabısız yetimler için ayakkabı almak istediğinde, o çocukların yalınayak gezmeye alışkın olduğu gerekçesi ile, parayı ayakkabılara harcamasına izin çıkmıyor; işler yavaş gittiği için yabancı misyonlar ve Osmanlı devleti ortak yetimhanede ısrar ediyor, ancak yetimhanenin dilinin ne olacağı konusunda anlaşmaya varılamadığı için işler yürümüyordu. Anne ve babasını kaybetmiş bu çocukların, bir sabah uyandıklarında, dillerini de kaybetmelerine razı olunamazdı.

Temmuz’da gittiği Adana’dan, Eylül’de tekrar İstanbul’a döndüğünde, işini yapamamış olmanın üzüntüsü içindeydi. “… vurulanların bize emanet bıraktıkları yetim neslin manevi ve maddi yazgısı…” (Yesayan, 2014, s. 269) sorumluluğu ve bunun gereklerini tam yerine getiremediği düşüncesinden duyduğu çaresizlik, üzüntü ve kızgınlığını, New York’ta çıkan haftalık Ermenice Arakadz gazetesinde, 1911 yılı 17 Ağustos ve 7 Eylül tarihlerinde yazdı. Adana gerçekleri onun bundan sonraki yaşamı, yazıları ve mücadelesi için bir dönüm noktası oldu. Sürekli hareket halindeydi ve bir yandan da sürekli yazıyordu. Gördüklerini, tanıklıklarını, fikir ve inanç dünyasını yazıları ile paylaşıyordu.

1917 yılında Bakü’de kaldığı sırada, Mı Hokevarkı/Bir Halkın Son Nefesi kitabını yayınladı. Bir dönem Taşnak Partisine üye oldu, ancak daha sonra, Partinin kuruluş ilkelerinden ayrıldığı gerekçesi ile Partiden ayrıldı. 1920 yılı sonrası tekrar, bu kez temelli, Paris’e döndü. Yerevan dergisinde çalışmaya başladı. Hayatı boyunca sadece yazıları ve dersleri ile geçimini sağladı.

1926-27 yıllarında Sovyetler Birliği’ni ziyaretinden sonra ise, Brometeosın Azadakrıvadz/Kurtarılmış Promethus kitabı ile de Sovyetler Birliğinde ki sistemi över ve artık anavatanın Ermenistan olduğuna inanmaktadır. Bu dönem yazdıkları, Sovyet propagandası suçlaması ile ciddiye alınmadı, diaspora tarafından da dışlandı. Bu arada eşi vefat etmiştir. 1933 yılında da 55 yaşında, Paris’teki hayatını bırakarak, iki çocuğu ile birlikte Ermenistan’a yerleşti. Zabel, her şeyi bire bir yaşamak, görmek isteyen bir kadındı, Ermenistan diye bir yer varsa oraya gitmese olmazdı. Ülkesinin geleceği için çalışmak istediğini söyledi. Ermeni Devlet Üniversitesinde karşılaştırmalı Avrupa ve Batı Ermeni Edebiyatı dersleri vermeye başladı, Ermeni Yazarlar Birliği’nin yönetim Kurulu’nda görev aldı. 1934 yılında Gırage Şabig/Ateşten Gömlek, 1935 yılında doğduğu yerleri, Üsküdar’ı anlatan en güzel eserlerinden biri olan Silahdari Bardznerı/Silahtarın Bahçeleri kitabını yazdı. Vatanım dediği iki yer oldu. Doğduğu yerde de, uzun süre yaşadığı Paris’te de, artık anavatanımız burası dediği Erivan’da da, hep sürgündü. 1937 yılında da ‘Büyük temizlik’te Stalin’in kara listesine girdi, milliyetçilikle suçlanarak Sibirya’ya sürüldü. Çağdaşlarından Bakounts, Totovents, Armen ve Mahari de aynı suçlama ile karşılaştılar. Bakounts ve Totovents vurularak öldürüldü. Armen ve Mahari de Zabel gibi sürgüne gönderildiler ve yıllar sonra sürgünden döndüler. Zabel dönmedi. 1942 ya da 1943 yılında, bilinmeyen bir tarihte, bilinmeyen bir yerde, bilinmeyen bir şekilde öldü. Çocukları en son Bakü hapishanesinden haberini almışlardı.

Büyük savaşlara, ölümlere, yer değiştirmelere gebe iki yüzyıl arasında doğan Zabel’in ilk yazısı, 17 yaşındayken bir dergide yayınlanmıştı. Düşündüğü gibi yaşamak ve yazmak ahlakında bir insan olarak, yaşadığı dönemin tüm çalkantılarından, acılarından payını aldı. Mücadelenin hep içinde oldu. Daha çok küçük yaştan, yazar olmak istiyordu. Bir arkadaşı ile birlikte dönemin ünlü yazarı Sırpuhi Düsab’ı ziyaretlerinde, Düsap onlara, kadın olarak yazarlığın zorluklarından bahsetse de, çıktıklarında kararını vermişti. Tüm bu zorlukları başarı ve büyük bedellerle aşmış olan Zabel’in yolu, yüzyıl sonra Düsap’la aynı kitapta tekrar buluştu. 2006 yılında Melissa Bilal ve Lerna Ekmekçioğlu tarafından derlenen Bir Adalet Feryadı: Osmanlı’dan Türkiye’ye Beş Ermeni Feminist Yazar kitabında birlikte yer aldılar. Daha sonra Jennifer Manoukian çevirisi ile Silahtarın Bahçeleri adı altında, kitaptan bazı bölümler ile bazı makaleleri Türkçe olarak basıldı. 2014 yılında da Adana kıyımını anlattığı Yıkıntılar Arasında kitabı, Kayuş Çalıkman Gavrilof tarafından Ermenice’den çevrilerek Türkçe olarak yayınlandı. Bir zamanlar kendini eşit haklara sahip bir Osmanlı kadını olarak görmek istediği ve birlikte bir geleceğe inandığı, ancak daha sonra gitmek zorunda kaldığı topraklara geri döndü. Bu topraklarda doğmuş ama daha sonra buralarda barındırılamamış bir kadını, gene kadınlar, yazı olarak, film olarak doğduğu topraklara geri getirdiler.

Daha ilk okul bahçesinde gördükleriyle, dışarıdaki gerçek dünyayı ve insanları öğrendim dediği yıllarda insan karakterlerini; her şartta kurallara sessizce uyup, otoriteye boyun eğenler, kendi çıkarları için her şeyi yapabilecek olanlar, buna karşılık her şeye rağmen doğru bildiklerine ve sevdiklerine ihanet etmeyip sadık kalanlar, özgür iradeleri ve kendi kararları için her türlü bedeli ödeyenler olarak ayırıyor. Tarih, bedel ödetenleri yazıyor, bedel ödeyenleri değil. Hele bir de kadınsa, hele savaşa, şiddete karşıysa, ‘zafer’ için değil insanlık için uğraşıyorsa, bedellerine rağmen doğru bildiğinden şaşmıyorsa…

2008 yılında Talin Suciyan ve Lara Aharonian tarafından, Zabel ile ilgili bir belgesel yapıldı. Türkiye dahil dünyanın bir çok yerinde gösterildi. Finding Zabel Yesayan/Zabel Yesayan’ı Bulmak belgeselinin ilk sahnesinde, ekip bir takside, Yeravan’da Zabel Yesayan’ın adının verildiği sokağı arıyorlar. Taksici sora sora, zorla buluyor sokağı. O sokakta oturan yaşlı bir kadınla yaptıkları söyleşide, kadın şikayet ediyor; “…sokaklara büyük bir lider ya da kahramanların adı verilir, kim bu Zabel Yesayan? Burada onu kimse tanımıyor ki…

2014 yılında da Seda Grigoryan ve Maria Titizian, In The Footsteps of Zabel Yesayan in İstanbul/İstanbul’da Zabel Yesayan’ın İzinde isimli, Ermenistan-Türkiye ortak yapımı bir belgesel çekiyorlar. Bu belgesel de bu kez Zabel’in Üsküdar’da doğduğu sokağında başlıyor. Orada da onu kimse tanımıyor. Yüz yıl sonra da olsa tanıyacağız Zabel’i, gene kadınlar tarafından, ilmek ilmek bulunup eklenmiş bir hayat hikayesi ile. Üsküdar’ın Silahtar Bahçeleri’nden, Sorbonne’a, Bulgaristan, Tiflis, Bakü, Adana, Ermenistan ve Sibirya’ya uzanan bir hayat. Ardında romanlar, hikayeler, şiirler, makaleler ve çok önemli tanıklıklar içeren yüzlerce mektup. El yazısı ile Ermenice ve Fransızca yazılmış, bir kısmı da resmi mercilerle yazışma şeklinde olan, bir döneme birinci elden tanıklık etmiş, tarihi belge niteliğindeki bu yüzlerce değerli mektup, Ermeni Edebiyat Müzesi’nde ve Paris başta olmak üzere çeşitli coğrafyalarda tarihçileri bekliyor.

Yüz yıl öncesinden seslenerek, insanlığın kara bir döneminden Zabel’in bize aktardıkları, nefret ve şiddet sarmalındaki bu günleri anlamamıza bir ışık olur mu?

Nitekim çabam, tüm milletimi ve hatta içgüdülerimize, acılarımıza yabancı olan yurttaşlarımızı üç ay boyunca karanlığını yaşadığım o sınırsız sefaletle buluşturmak olacaktır. Kan ve ateşin dehşetiyle aklını yitiren, çılgın kararlara maruz kalarak atalarının toprağından kaçan bir halkı gözler önüne sunabildiysem ….. tüm vatana hizmet edebildiğime inanırım. (Yaseyan, 2014, s. 22)

Zabel Yesayan hayatını doğru bildiklerine adadı. İntikam ve nefretle hareket etmeye hep karşıydı, hep barıştan yanaydı. Kimseye yaranamadı. Tarih onu yazmaya değer bulmadı.

İki ‘vatanı’ da, onu ölüm listesine yazdı. Ona her yer vatandı, ya da vatan hiç bir yerdi. Vatan belki de işte aynen böyle bir şeydi.

Zabel’in çocukları annelerinin doğduğu yeri bilmedikleri gibi ölüsünün yerini de bilmiyorlar. Zabel böyle bir yüzyılda, böyle bir hayat yaşadı. Aslında bu yüzyıl da çok sıkı başladı, görseydi, yazacağı ne çok şey vardı. Finding Zabel Yesayan /Zabel Yesayan’ı Bulmak belgeselini yapan Talin Suciyan ve Lara Aharonian belgeselleri ile ilgili yapılan röportajda, Zabel’in izlerini ararken sanki kendimizi arıyor gibiydik, fikir annelerimizi tanımak gerek diyorlar.

‘Bu gün’ geçmiş üzerine inşa olur. Geçmişi anlamadan, bu günü de anlamayız. Yoksa bu izleri bulup görmeden, atlaya zıplaya bu güne geliriz. Sonra bir de bakarız ki bir arpa boyu yol gitmişiz

Yüz yıl öncesi ile aynı yerdeyiz.

KAYNAKÇA

  • Armstrong,W. (2015, 14 Şubat). Forgotten life and work of Zabel Yessayan slowly coming to light. Hürriyet Daily News
    http://www.hurriyetdailynews.com/forgotten-life-and-work-of-zabel-yessayan- slowly-coming-to–.aspx? (20/08/2015)
  • Atamian, C. (2011, 28 Ekim). Finding Zabel Yesayan, Finding Ourselves. Ararat Magazine
    http://araratmagazine.org/2011/10/finding-zabel-yesayan-finding-ourselves/ (25/08/2015)
  • Bedevian, R. Biography: Writing- Her Life Mission
    http://armenianhouse.org/yesayan/bio-en.html (27/08/2015)
  • Dadyan, S. (2014, 18 Ekim) Devrim Yaratan Bir Hayat. Biamag
    https://bianet.org/biamag/kadin/159261-devrim-yaratan-bir-hayat-zabel-yesayan (30/07/2015)
  • Genç, G.A. (2012, 08 Aralık) Eğer kan ve ateşle aklını yitiren bu insanların yaşadığı felaketi anlatabilirsem, bu vatana karşı görevimi yapmış olacağım. Agos
    http://www.agos.com.tr/tr/yazi/3560/eger-kan-ve-atesle-aklini-yitiren-bu-insanlarin-yasadigi-felaketi-anlatabilirsem-bu-vatana-karsi-gorevimi-yapmis-olacagim
  • Grigoryan,S, Titizian, M. (Yönetmen) (2014) In The Footsteps of Zabel Yesayan in Istanbul/İstanbul’da Zabel Yaseyan’ın İzinde (Belgesel) Türkiye-Ermenistan
  • Halavut,H. (2014, 08 Mart) Zabel Yesayan’la Karşılaşmak: Yokluğu Varlığımıza Armağan Olmasın Diye. Agos
    http://www.agos.com.tr/tr/yazi/6649/zabel-yaseyanla-karsilasmak-yoklugu-varligimiza-armagan-olmasin-diye (02/08/2015)
  • IMC TV: “Öteki Sinema” 22. Bölüm- Talin Suciyan ve Lara Aharonian ile röportaj

    https://vimeo.com/39353383</li>

  • Şafak, E. Sürekli Sürgün: Zabel Esayan Üzerine Bir İnceleme
    http://www.elifsafak.us./yazilar.asp?islem_yazi&id=338 (27/07/2015)
  • Yesayan,Z. (2014). Yıkıntılar Arasında. İstanbul: Aras Yayıncılık

 

* Soyadı; Yessaian, Yesayan, Esayan, Essayan, gibi farklı yazılışlarla geçebilmektedir.

(1) Kaynaklara göre farklı adlarla anılan; Osmanlı yönetimine göre Adana İğtişaşı (Adana karışıklığı), yerel yöneticilerin yazışmalarında Adana Vak’ası (Adana olayları), Ermeni kaynaklarına göre Adana Faciası, misyoner kaynaklarına göre Adana Katliamı gibi farklı isimlerle anılan, 1909 yılında Adana eyaletinde başlayan gerginlik sonucu, Müslüman halkın Ermeni mahalle ve köylerinde uyguladığı yıkım ve şiddet olayları. Olaylara sebep olanlar daha sonra asılarak öldürülmüştür. Ölü sayısı gene kaynaklara göre 15 bin ile 30 bin arasında değişse de; Adana Piskoposluğuna göre 17.844, Patrikhanenin raporuna göre de 21.236 ölü vardı. Vali Cemal Paşa da, anılarında 17 bin Ermeni ile 1850 Müslüman’ın hayatını kaybettiğini yazmıştır. Okullar, kiliseler evler, dükkanlar, hastaneler yakılıp, yıkılıp harap olmuş, çok sayıda kadın dul, çocuk yetim kalmıştır.

Share Button