“Müebbeden” Bir Susmanın Hikâyesi
Şükûfe Nihal’in Yaşamöyküsü Üzerine
[1896-24 Eylül 1973]
L. Gülden Treske
2008 yılında anaakım ulusal televizyon kanallarında yayımlanan bir ev tekstili markasının reklam filminde bir kadın, mutluluk içinde şarkılar söyleyerek evinin odalarını geziyor; perdelerini, çarşaflarını, örtülerini seviyor; havlu ve bornozları kokluyor:
“Monoton diyorlar hayatıma / Hadi oradan canım / Perdeme bakarım ben
Renklenir günüm hemen / Severim nevresimi / Deseni anlatır beni
Bakma ona göremezsin / Yatak örtüm duvak gibi / Evimde mutluyum ben
Yok hiçbir şeye değişmem / Evimde mutluyum ben
Havluları katlarım / Bornozları koklarım / Ruhuma yer açarım
Bak elimde tacım / Buraların sultanıyım / Taç bende taç bende
Evimde mutluyum ben…”
“Mutluluk” olarak tanımlanan bu ev içi hayata, Şükûfe Nihal, yetmiş sekiz yıl öncesinden, şiirleriyle isyan ediyor:
“Bu yumuşak yastıklar bana taştan da katı!
Kefen soğukluğu var beyaz örtülerimde.” [1]
Örtüler arasında, “Bornozları koklayıp, havluları katlayarak” mutluluğu bulan kadının, bundan 78 yıl önce bile çoktan sıkılmış olduğunu, keşke bu marka ve reklam yazarı da görebilseydi!..
1930’lu yıllarda, beyaz örtülerde kefen soğukluğu duyan Şükûfe Nihal, 1973 yılında bir huzur evinde hayata veda ettiğinde, ölüm ilanında “şair, yazar, öğretmen” yazacaktı.
Şükûfe Nihal bir şair, öğretmen ve yazardan çok çok daha fazlasıydı ama…
1896 yılında İstanbul Yeniköy’de bir yalıda doğan Nihal, ülkenin hem İmparatorluk hem Cumhuriyet yıllarını yaşadı. Çocukluğu, Anadolu, Manastır, Şam, Selanik gibi İmparatorluğun değişik yerlerinde geçti. Babası ve annesi kültürlü ve köklü ailelerden geliyordu. Okunulan, tartışılan bir evde büyüdü. Özel okullarda ve evde özel hocalarla eğitim gördü. Fransızca, Arapça, Farsça dersler aldı. Evlerinde yapılan toplantılarda, Jön Türkler, meşrutiyet, hürriyet kavramları, ülke sorunları, Tevfik Fikret, Namık Kemal şiirleri ve sanat ile tanıştı.
Okumaya devam etmek istiyordu ancak 1912 yılında, şark görevine gidecek olan ve onu götürmek istemeyen ailesinin baskısıyla Mithat Sadullah Bey’le evlendi. Oğlu Necdet doğdu. Bu arada 1914 yılında, İstanbul’da İnas Darülfünun (Kadınlara Mahsus Üniversite) açılmıştı. Evli olduğu için üniversiteye devam edemeyeceği belli olunca da Nihal, eşinden ayrılarak 1916 yılında üniversiteye başladı. Kadınlara boşanma hakkının yeni verildiği bu yıllarda, bu çok cesur bir hareketti.
Üniversitede edebiyat ve coğrafya okudu. Daha sonra, çeşitli okullarda öğretmenlik yapacak; fakat işinden doyum alamayarak erken emekli olacaktı. Şükûfe Nihal, öğretmen olarak liselere atanan ilk Türk kadın öğretmenlerdendi; Kız Öğretmen Okulu, İstanbul Kız Lisesi, Nişantaşı Kız Lisesi, Kandilli Kız Lisesi, Beyoğlu Kız Lisesi, Kadıköy Ortaokulu, Nişantaşı Ortaokulu gibi okullarda edebiyat ve coğrafya dersleri verdi. 1953 yılında da daha süresi dolmadan öğretmenlikten emekli oldu. En yakın arkadaşlarından Halide Nusret’e yazdığı mektuplarda, bu dönemlerde bedenen ve ruhen yorgun, kırgın olduğunu, ülkenin gidişatından hoşnut olmadığını yazıyordu.
İkinci eşi Ahmet Hamdi Başar, Nihal ile aynı üniversite eğitimini almış; daha öğrenci iken politikaya atılmıştır. Siyasetle, ülke meseleleriyle ilgili olması Nihal’i etkilemiş, ancak bu evliliği de 1950’li yılların sonlarına doğru yine Nihal tarafından ayrılıkla sonuçlandırılmıştır. Bu evlilikten de kızı Günay olmuştur.
İki kere evlendiği halde eserlerinde sadece Şükûfe Nihal ya da Nihal adını kullanan yazarın, kadınların eğitim haklarıyla ilgili ilk yazısı İttihat Gazetesi’nde yayımlandığında henüz on üç yaşındaydı. Kadınlar, artık kendi imzalarıyla gazetelerde görünür olmaya başlamışlardı.
Kadınlarla erkeklerin derslere ayrı ayrı girdiği İnâs Darülfünunu’nda da, Şükûfe Nihal ve arkadaşları, Maarif Nazırı Ali Kemal Bey’i ziyaret ederek kendilerine erkek öğrencilerden daha az ders saati ayrıldığından şikayetçi olmuşlar, erkek öğrencilerle birlikte ve aynı eğitimi görme taleplerini kabul ettirmişlerdir. Bu şekilde ilk karma eğitim Fen ve Edebiyat Fakültesi’nde başlamış; daha sonra, yeni üniversite kanunuyla 1933 yılında Darülfünun kaldırılınca, kadınlar her bölüm ve derslere girebilmişlerdir. [2]
Şükûfe Nihal, roman, hikâye, seyahat yazıları ve ağırlıklı olarak şiir yazdı. Eserlerinde duygusal bir kadın sesi ve samimiyetinin yer aldığı eleştirmenlerce ifade edilen yazarın temel konuları, kadın, Anadolu, Anadolu kadını ve ülke meseleleriydi. Dergi ve gazete yazıları, tefrika romanlarının yanı sıra, yetmiş yedi yıllık hayatında yedi şiir kitabı, beş roman, bir öykü, iki seyahat kitabı yazdı. “Neme yetmez?” şiiri bestelendi; “Domaniç Dağlarının Yolcusu” romanı film oldu. [3]
Nihal, yaşadığı dönemin de etkisiyle tam bir “idealist Cumhuriyet kadını”ydı. Mütareke yıllarında, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin faaliyetlerine, Asrî Kadınlar Cemiyeti mitinglerine katılmış; 30 Mayıs 1919 tarihindeki Sultanahmet Mitingi’nde de bir konuşma yapmıştı. Kadınların eğitim hakları, çalışma hayatı ve hakları konusunda bilgilendirme çalışmaları yapan Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti ve bu cemiyetin dergisi Kadınlar Dünyası’nda görev alan Nihal, 1923’te kurulan ve daha sonra varlığını sürdürmesine izin verilmeyecek olan Kadınlar Halk Fırkası’nda genel sekreterlik yaptı. Dönemin önemli mücadeleci kadınlarıyla birlikte, o zamanlar çok radikal ve yersiz bir istek olarak görülen, tepkilerle karşılanan, kadınların siyasi hayatta yer alması, seçme ve seçilme hakkı gibi konularda çalıştı. Fakat 1930 ve 1934 yıllarında aşamalı olarak kadınlar siyasi haklarını kazanmış olsalar da, bu haklar için mücadele veren ve sonra unutulan bu kadınların isimleri seçim ve aday listelerinde hiç yer almayacaktı. Yani yeni Cumhuriyet’in yeni kadını, bazı hak ve özgürlükleri “tanınmış” olmakla birlikte, yine erkekler tarafından yaratılmış bir kimlikti; toplumsal hayat ataerkil bir biçimde sürmeye devam ediyordu.
Şükûfe Nihal, aktif bir kadındı, eğitimliydi; kadın derneklerinde görev yapmış, gazete ve dergilerde yazılar yazmış, mitinglerde konuşmuş, öğretmen olarak çalışmış, eserleri basılmıştı. Kadının iyi eğitim alması ve çalışması gerektiğine inanmış, bu konularda yazmış, kadınlara çağrılar yapmış, ama aynı zamanda da annelik ve eşlik görevleri şartını da unutmamıştı. Aydın kadın kimliğiyle ataerkil kalıplara sıkışmış kimliği çatışmış; yaşadıkları onda hep bir hüzün, yoksunluk, suçluluk ve esaret duygusu bırakmıştı. Işıltılı kişiliği, doymayan zihni ve coşkusu kadar hassaslığıyla da hayatında hep bir şeyler eksik kalmıştı. Çok üretken bir kadın olan Şükûfe Nihal, ardında bir sürü eser bıraktı; iki evlilik, şiirlere, romanlara konu olan iki büyük aşk yaşadı; iki çocuk doğurdu, ancak mutluluğu bulamadı.
İlk gençlik yıllarındaki aşkı Osman Fahri, aynı zamanda eşinin de arkadaşıydı. Arkadaşının eşine aşık olmayı kendine yediremeyen Fahri uzaklaşmak için Anadolu’ya göreve gittiyse de, aşkı bunalıma dönüştü ve henüz otuz yaşındayken intihar etti. Nihal, iyice yalnızlaştığı ömrünün son demlerinde, içinde derin bir yara bırakarak ölümsüzleşen ya da yaklaşan ölümle özdeşleşen Fahri Osman’ı yeniden hatırladı, belki de onu hiç unutmamıştı. On yedi yaşında “uçarı bir şekilde” yaşadığını söylediği bu aşkı için, Yerden Göğe (1960) eserinde yer alan Mermer Kapı şiirinde, “Bir on yedi bahar ki nankör, çılgın ve zalimdi / Seven de reddeden de o şımarık kalbimdi…” satırlarını yazmış; kendisini gerçekten sevmiş tek kişiyi, tek gerçek aşkını nasıl da ziyan ettiğine dair üzüntüsünü arkadaşlarıyla da paylaşmıştı.
Nihal, ikinci büyük aşkını, şiirlerine hayran olduğu ve birlikte şiir toplantılarına katıldığı şair Faruk Nafiz Çamlıbel’le yaşamış; bu ilişki, ikisinin de eserlerine yansımıştır. Nafiz, bir çok şiirinde ve “Yıldız Yağmuru” romanında Şükûfe Nihal’e olan aşkını anar. Edebiyat çevrelerinin de ilgisini çeken bu aşkta Nihal, Faruk Nafiz’in evlenme teklifini geri çevirecek, Faruk Nafiz de ani bir kararla bir başkasıyla evlenecektir. Aşkları bundan sonra nefrete dönüşür. Selim İleri 1991 yılında yayımlanan Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın adlı eserini bu aşkın üzerine kuracaktır. Oysa, hâlâ şiirleri okunan Faruk Nafiz Çamlıbel’in Gurbet şiirinde geçen, “… sen Marmara’nın göl gibi durgun bir ucunda / Ben böyle atılmış gibi yurdun bir ucunda / Sen benden uzak ben sana hasret…” dizelerindeki “hasret”in Şükûfe Nihal olduğunu, yazar “sen şair, ben şair…” dese de, Nihal’in de çok güzel şiirler yazdığını bugün kimse bilmeyecektir.
Bir kadının aşk şiirleri yazması, özlemini, cinselliğini ve arzularını açıkça ifşa etmesi hele de o dönemde hoş karşılanacak bir şey değildir. Nihal, kalıpların cenderesinde şiirlerini üretmiş, ancak yine de çevre baskısı altında yaşadığı bu iki büyük aşkını eserlerinde cesaretle dile getirmiştir. “Gayya”da yer alan şiirlerinde, uzak bir göreve gittiğinde Çamlıbel’e duyduğu özlemi, “Yalnız Dönüyorum” romanında Çamlıbel’le yaşadığı aşkı, “Yakut Kayalar” romanında da Osman Fahri ile olan aşkını anlatır. Ayrıca, “… alevler içerimde / Yanmaktasın derimde…”, “Sende sönen volkanın / Lavları kanımdadır” gibi cinsellik çağrıştıran ifadeleri de cesurca kullanmıştır. [4]
Şükûfe Nihal 1962 yılında, caddede karşıdan karşıya geçerken bir kaza geçirir ve geçirdiği ameliyatlara rağmen bir bacağını artık kullanamaz. 1965 yılında arkadaşları tarafından huzurevine yatırılır. Yatağına dayalı koltuk değnekleriyle yalnız kalması ve ölümü beklemesi böyle başlar. Doğum yaparken hayatını kaybeden kızı Günay da artık yoktur. Oğlu onu bu halde görmeye dayanamadığı için huzurevine gelmiyordur. Arkadaş çevresi dağılmıştır. Yalnızdır. Bir dönem sanat çevrelerini kendine hayran bırakmış olan Nihal, arkadaşı Halide Nusret’e yazdığı mektubunda “evi, odası, kitapları ve arkadaş özlemi” [5] içinde olduğunu söyleyecek, huzurevindeki bu yalnız hayatı için “Yaşamın ta kendisi belki de…” diyecektir.
Bir zamanlar evinde yaptığı şiir toplantılarına, maddi sıkıntılar yüzünden belki de ara vermesi gerektiği söylendiğinde, “Yapamam. Etrafımda sanat ve edebiyat bahisleri edilmezse, fikir münakaşaları yapılmazsa, beynimin uyuştuğunu hissediyorum” [6] diyen Nihal, bir müddet sonra konuşmayı da bırakacak, tamamen içine kapanacaktır. Bu çalışkan, üretken, düşünen, yazan, kalıplara sığmayan, duygusal ve uçarı aşkların kadını, aramaktan, aradığını bulamamaktan yorulup susmayı seçer:
“Sustum anne, müebbeden sustum;
Her taraf sis… Boğuldu bak ruhum…” [7]
1970-71 öğretim yılında Ankara Yenimahalle’deki bir okula Şükûfe Nihal adı verilir. Ancak son yıllarında artık konuşmadığı ve tepki vermediği için arkadaşları bu güzel haberi Nihal’e verememiştir
Şükûfe Nihal, 24 Eylül 1973 günü sessizce ölür. Aşiyan’a gömülür. Gazetelerde ailesinin verdiği ölüm ilânı dışında bir haber çıkmaz. Şiirleri antolojilere girmez, adı edebiyat tarihine yazılmaz. “Kadın duyarlılığı” olarak nitelenen coşkusu, isyanı ve hüznü ile bu ses, unutulur gider. Sadece “idealist bir kadın yazar” olarak kayıtlara geçer.
Ölümünden iki yıl sonra, yakın arkadaşı Halide Nusret İstanbul’a geldiğinde arkadaşını ziyaret etmek ister ve Nihal’in bakımsız mezarını zorlanarak bulurlar. Oysa, İsmet Kür’ün ifadeleri ile, “… az aşağıda Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar pırıl pırıldı[r]lar…” [8]
Yazar Hülya Argunşah da, 2002 yılında yayınlanan Şükûfe Nihal biyografisinin önsözünde, bu kadar ürün vermiş bir yazar için kaynak bulmakta yaşadığı zorluğu, Şükûfe Nihal adı etrafındaki sessizliği kırmak için ne kadar çok uğraştığını yazar.
Şükûfe Nihal’in eserleri ancak 2008 yılında, Mor Kitaplık Kadın Tarihi ve Eserleri Projesi kapsamında, beş ciltlik bir derlemeyle tekrar gün ışığına çıkacaktır. Yine kadınların çabasıyla, Nihal’in sesi bize kadar geldi.
Şükûfe Nihal, herkesi kendine aşık eden ışıltısı veya huzurevindeki suskunluğuyla bazılarına göre belki biraz kibirliydi. Ama işte, dünya kadınlar için hiç de adil bir yer değildi. Yalılarda başlayan bir hayat yine yalılarda devam edebilirdi; ama Nihal, kendisi için doğru olan yolu, başka bir yolu seçti; başka bir hayat yaşadı.
NOTLAR
[1] Sıcak Odaların Azabı / Gayya’dan [1930]; Kayhan, Y.T. (2005) Kadın Şairde Kadın: Şükûfe Nihal’in Şiirleri içinde. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Bilkent Üniversitesi Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ankara; s. 41.
[2] Naymansoy, G. (2010) Türk Bilim Kadınları ve Bilime Katkıları. Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 2010 9(1): 203-232.
[3] Kayhan, Y.T., Kadın Şairde Kadın: Şükufe Nihal’in Şiirleri, s. 2-3.
[4] A.g.e., s. 56-60; s. 65.
[5] Argunşah, H. (2002) Şükûfe Nihal. Ankara: Akçağ, s. 71.
[6] A.g.e., s. 69.
[7] Sustum / Yıldızlar ve Gölgeler’den; Kayhan, Y.T. Kadın Şairde Kadın: Şükufe Nihal’in Şiirleri içinde, s. 84.
[8] Argunşah, H., Şükufe Nihal, s.75.