1914 – 2014: Türkiye’de Kadınların Üniversitede 100. Yılı
            
            Meral Akkent*
Önemli bir yıldönümünün bugün düşündürdükleri
2014 yılında Türkiye‘de kadınların üniversitede 100. yılını kutluyoruz. Üniversite kurumu, öğrenci ve akademisyen olarak bugün biz kadınlar için, içinde bulunmayı son derece doğal gördüğümüz bir alan. Çünkü kadınlar üniversitede temsil ediliyor. Temsil önemli fakat kadınların nerede, yani akademik hiyerarşinin neresinde temsil edildiği çok daha önemli bir soru.
Devlet üniversitelerinde kadın profesör oranı dörtte bir. Devlet üniversiteleri arasında 2010 yılında İstanbul’da kurulan Türk-Alman Üniversitesi ise neredeyse erkek akademisyenler kulübü görünümünde. Vakıf üniversitelerindeki kadın profesör oranı ise dörtte birin biraz üstünde. Akademide „cam tavan“ ve israf edilen önemli bir kadın akademisyen potansiyeli var.
Bu nedenle üniversitede toplumsal cinsiyet eşitliğine ne kadar yaklaşıldığını, kadınların akademinin hangi alanlarında var ya da yok olduklarını sorguluyoruz. Yüksek öğrenim kurumlarında verilen eğitimin kalitesini ve akademide toplumsal cinsiyet eşitliğinin gerçekleştirilmesini birbirinden farklı konular olarak görmüyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin gerçekleştirilmesinin üniversitenin kalitesini belirleyen önemli bir faktör olduğunu biliyoruz. Türkiye’de kadınların üniversiteye giriş hakkını elde etmelerinin 100. yılı kutlamaları çerçevesinde 6-8 Kasım 2014 tarihlerinde İstanbul Kadın Müzesi ve Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu’nun ortak düzenlediği “Akademide Toplumsal Cinsiyet Eşitliği – Uluslararası İyi Örnekler Sempozyumu”nun sonuç bildirgesinde de önemle vurgulandığı gibi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin yüksek eğitimde kurumsallaştırılmasını talep ediyoruz.
Sınırları genişletme
Peki, şimdi biz akademide toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda tartışıyor ve taleplerimizi dile getiriyorken, yüksek eğitim konusu büyük büyük annelerimiz için ne anlama geliyordu? Yeniliklere çok açık olması gereken ama pratikte tüm dünyada tutucu bir kurum olma özelliğini taşıyan üniversiteye, biz kadınlar ilk adımımızı nasıl atabildik?
Prof. Dr. İoanna Kuçuradi „Dürüstlük, bir eylemde istenen ile gerçekleştirilenin aynılığıdır“ der. Bizlere üniversite yolunu düzleyen, „istediği“ ve „gerçekleştirdiği“ aynı olan dürüst büyük annelerimiz var mıydı? Varsa, bu kadınlar kimlerdi? Acaba bu kadınlar İnas Darülfünunu sekreteri Zehra Celasin’in „inkılapçı ve ateşli ruhlarıyla kaplarına sığmayan ileri görüşlü kızlar“ diye anlattığı kadınlar mıydı?
Üniversite ve büyük annelerimiz konusuna girmeden evvel, dünyanın diğer ülkelerindeki kadınların üniversiteli olma sürecine bakarsak, tüm dünyada kadınların üniversiteye dinleyici olarak başladıklarını görüyoruz. Üniversiteler kadınların kayıtlı öğrenci olma talebine karşı koyduklarında, kadınlar üniversiteye önce „dinleyici“ olarak girebilme şansını kullandılar. Bu kısıtlayıcı kuralı, üniversitede kayıtlı talebe olabilmek üzere genişletmeyi başardılar. 1864’de Zürih Üniversitesi‘nde, 1878‘de Avusturya‘da ve 7 Şubat 1914’te Darülfünun, yani İstanbul’ daki üniversitede ilk kez kadınlar için konferanslar düzenlendi.
Kadınların üniversite eğitimine başlamalarındaki bir diğer benzerlik ise, tüm dünyada kadınlara önce üniversitenin sadece belli bölümlerinde okuma hakkı verilmesiydi. Kadınlar bu şansı, diğer bölümlerde de okuyabilmek üzere genişletmesini bildiler. Bazı ülkelerde ise kadınlar, önce kadınlar için açılmış özel bir üniversitede yüksek eğitim görme hakkını elde etmeyi başardılar. 1849 yılında Londra’da açılan Bedford College for Women, 1897’de Rusya’da kadınlar için açılmış olan tıp fakültesi ve gene aynı yıllarda Finlandiya‘da kadınlar tarafından kadınlar için kurulmuş özel üniversiteler ve 1914 yılında İstanbul‘da açılan İnas Darülfünunu, yani günümüz Türkçesiyle kadın üniversitesi, bu stratejinin örnekleridir. Kadın üniversiteleri, bir çok ülkede kadınların karma eğitime geçiş taleplerini dile getirmelerinden sonra veya Osmanlı İmparatorluğu’nda olduğu gibi devletin ekonomik sorunları gerekçe gösterilerek kapatıldı.
Karma eğitim şansını kadınlar ilk kez, ABD’de 1833’de Ohio Eyaleti’ndeki Oberlin College‘de, Avrupa’da ise Fransa‘da 1863 yılından itibaren Paris, Bordeaux, Toulouse, Lyon ve Marsilya üniversitelerinde din bilimleri hariç tüm bölümler için elde ettiler. İsviçre‘de Bern Üniversitesi‘nde 1867‘de sadece tıp fakültesinde, 1878’de Londra Üniversitesi‘nde tüm fakültelerde, Almanya‘da Baden Eyaletinde 1900 yılında, Rusya’da 1901‘de üniversitenin tüm bölümlerinde ve 1919‘da Osmanlı İmparatorluğu’nda tıp fakültesi hariç diğer bölümler için karma eğitim kararı alındı. Bu kararın uygulanmasında kadın öğrenciler ısrarlı bir mücadele yürüttüler.
Kadın politikası yapma ve kadın politikasını şekillendirme
İoanna Kuçuradi’nin tanımladığı „Dürüstlük“ kavramına, yani istenen ve gerçekleştirilenin uyum içinde olmasına Kadınlar Dünyası dergisi önemli bir örnek oluşturur. Dergi, kadınlara yüksek eğitim yolunun açılması sürecinin başını çeken önemli bir kadın politikası şekillendiricisiydi. Bu nedenle 1914 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nda açılmış olan İnas Darülfünunu (kadın üniversitesi) ile Nuriye Ulviye isminin yakın ilişkisi vardır.
Nuriye Ulviye, şahsi servetini kullanarak, bir grup kadın hakları aktivisti ile birlikte 4 Nisan 1913 ve 21 Mayıs 1921 tarihleri arasında Kadınlar Dünyası dergisini çıkardı. Bu dergi, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk feminist kadın dergisiydi. Derginin kurucusu ve sahibi olan Nuriye Ulviye, derginin 5. sayısında Kadınlar Dünyası’nı neden çıkardığını şöyle açıklıyor:
“İlerlemek ve yükselmek için hem pratik cesaretin hem de ruhsal cesaretin, başka bir deyişle çağdaş kişiliğin önemi konusundaki düşüncelerim artık iyice olgunlaşmıştı. İçinde yaşadığımız uyanış devrinin ve kurulan toplumun temelini oluşturan sosyal bilimlerin ışığında, (kadınların ilerlemesi için) gerekli olan (adımları) cesaretle gerçekleştirecek bir gazete çıkarmaya giriştim.”
Kadınlar Dünyası, derginin politik içeriği yansıtan adı, sadece kadınlardan oluşan yazı kadrosu, dergide sadece kadınların yazılarına yer verme prensibi, ayrım yapmaksızın Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan tüm kadınlara hitap etme amacı, her düzeyde eğitimdeki kadınların dergisi olma anlayışı, feminizmin tanımını yapmak gayreti, kadınlar için yüksek öğrenim kapılarının açılması ve kadınların kamu kuruluşlarında da çalışabilmeleri gibi konulardaki talepleri sadece dile getirmek değil aynı zamanda bu talepler gerçekleşinceye kadar ısrarlı lobi çalışmalarını sürdürme kararlılığı ve Osmanlı İmparatorluğu sınırları dışında da kadın hareketindeki aktivistlerle ilişkiler kurabilme yeteneği ile en modern anlamda kadın politikası yapan ve kadın politikasını şekillendiren etkin bir dergiydi.
Nuriye Ulviye’nin ve onunla birlikte Kadınlar Dünyası dergisini çıkaran kadınların gerçekleştirmek istedikleri “kadınların ilerlemesi için gerekli olan adımları cesaretle” atmaktı. Kurumsallaşmanın stratejik önemini bildikleri için 28 Mayıs 1913’de Osmanlı Müdâfaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’ni kurdular. Dergi ve dernek bünyesinde örgütlenen kadınlar, eğitim ve çalışma gibi alanlarda hak elde etme politikaları geliştirdiler, kadınlararası somut dayanışma projeleri gerçekleştirdiler, kadınlar için işyerleri kurdular, iş kadınları arasında deneyim aktarımı yaptılar, günümüzdeki modern anlamıyla koçluk hizmeti verdiler.
Dergi, ilk başarısının sevincini 5 Aralık 1913’te okurlarıyla paylaştı: Müslüman kadınlar artık kamu dairesinde de memur olabiliyorlardı. Telefon İdaresi’nde işe alınan ilk yedi kadının fotoğrafı ise 17 Nisan 1914’ de Kadınlar Dünyası’nın 138. sayısında yayımlandı.
Kadınlar Dünyası okuyucularının mektupları, izlenecek kadın politikalarının içeriğini de belirliyor ve katılımcı bir siyasal kültür oluşmasına fırsat tanıyordu. Kadınlar Dünyası’nda, kadının en doğal hakkı olarak tanımladıkları yüksek öğrenim hakkının kadınlara da tanınması için her kesimden kadının katıldığı bir kampanya başlatıldı. Kadınlar Dünyası imzasını kullanan Nuriye Ulviye 115. sayıda “Bekleyecek zamanımız yoktur. Darülfünun’u istemek bizim insanlık hakkımızdır. Bilmiyorum bunu istemekte ne fevkaladelik görülüyor? Asıl fevkaladelik hakkımızın verilmemesindedir.” yazıyordu.
Osmanlı İmparatorluğu sınırları dışında yüksek eğitim yapma fırsatını bulmuş Osmanlı tebasındaki tüm kadınların öykülerinin, Kadınlar Dünyası’nda dile getirilen yüksek eğitim taleplerini ne kadar etkilediği konusunda, kadın tarihindeki ilişkiler ağını anlamamızın hayati önemine rağmen, elimizde henüz veriler yok.
Halbuki Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyal ve kültürel yaşamında anlamlı izler bırakan bir çok isim olduğunu biliyoruz: Sorbonne Üniversitesi’nde 1895’ te edebiyat ve felsefe eğitimi alan Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Ermeni kadın yazarı Zabel Yesayan (1878 – 1943), 1903’te Illinois Üniversitesi, Tıp Fakültesi’nde eğitim alan Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk kadın hekimi Zaruhi Serope Kavalcıyan (1877 – 1969), 1907’de Londra Üniversitesi’nin kadın bölümü Bedford College’de pedagoji eğitimi alan Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Rum kadın öğretmeni Huriye Öniz Baha (1887 – 1950), 1910’larda Erivan Üniversitesi’nde Rus filolojisi eğitimi alan Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Kürt kadın dilbilimcisi Nura Polatova (1800’lerin sonu – 1978), gene 1910’larda Slade School of Fine Art’da (Londra) güzel sanatlar eğitimi alan Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk profesyonel Ermeni kadın ressamı Zabelle C. Boyacıyan (1873 – 1957), 1915’te Ecole de Médecine’de (Cenevre) tıp eğitimi alan Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Müslüman kadın hekimi Saada Emin Kaatçılar (1888 – 1982) ve 1916’da École des beaux-arts’da (Cenevre) heykel eğitimi alan Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Müslüman kadın heykeltraşı Mukbile Reşad (Doğum tarihi bilgisine ulaşılamadı – 1925) bu isimlerden sadece birkaçı.
Kadınlar Dünyası dergisinin diğer ülkelerdeki kadın hareketindeki aktivistlerle iletişimleri, yazarların hangi ülkelerde kadın öğrencilerin üniversitede okuyabildikleri konusunda bilgi sahibi olmalarını ve bunu yazılarında örnek olarak kullanabilmelerini sağlıyordu:
“İstediğimiz, hakkımız şudur: Biz kadınlara da Darülfünun’un kadın bölümleri açılmalıdır. Bu hakkımızın gasbedilmesinden dolayı millette, hükümette vicdanı titreyen, gelecek nesillerin lanetlerinden korkan bir fert yok mu? Rusya’da Müslüman kızları, kadınları Darülfünun‘ların bütün şubelerine girmişler, büyük muvaffakiyetler gösteriyorlar. Fark nedir? Onlar da Müslüman, biz de Müslüman. Onlar da insan, biz de. Yoksa eksiğimiz Osmanlı olmak mı? Hayır Osmanlı olmamız değil. Sevgili hükümetimiz bu noktaları görmeyen, düşünmeyenlerin elinde… Evet istiyoruz. Söylememiz ve istememiz kesinlikle engellenemez. Çünkü hakkımızdır, insanlık hakkımızdır.”
“Rusya’da İslam kızlarının üniversitenin her şubesine girerek başarı sağladıklarını görüp duramayız. Durmak haramdır. Türk kadınları da hürdür. Hür olmak, haklarını geri almak istiyor. İşte bunun için her ilmi konuda bilgi sahibi olmak gereklidir.
İnas Darülfünunu – Kadın üniversitesi 1914 -1919
Dergide “Biz de maarif vergisi veriyoruz.” diye yazan kadınlar, yüksek eğitim taleplerini entellektüel ve siyasi otoritelerine ilettiler. Devletin eğitim siyasetine yön verme stratejisini izlediler. Kadınların bizzat yürüttükleri etkili lobi çalışmaları sonunda 7 Şubat 1914’te Darülfünun (üniversite) tarihinde ilk kez kadınlar için konferanslar düzenlenmesi sağlandı. Bu konferanslar Türkiye’de kadınların yüksek öğrenime katılmaları sürecinin başlangıcı oldu.
Kadınlar için konferansların başlamasından yedi ay sonra ise, 12 Eylül 1914’te bugün yerinde Fen ve Edebiyat Fakülteleri bulunan, Zeynep Hanım Konağı’nda, kadınlar için Edebiyat, Tabii Bilimler ve Matematik bölümlerinden oluşan İnas Darülfünunu, yani kadın üniversitesi açıldı. İnas Darülfünunu’na kayıt olan kadın öğrencilerin hangi toplumsal arka planı olduğunu Büyük Mecmua’da bu konuda yürütülmüş olan bir anketin sonuçlarını inceleyen Müfide Ferid’in 24 Nisan 1919’ da yayımlanan 6. sayıdaki “Kadınlığa Dair-Dârülfünûnunda Kadın, Anket” başlıklı yazısından öğreniyoruz:
“Darülfünun’a devam eden hanımlar iki tür aileden gelmektedir. Birisi, zengin ve çalışmaya ihtiyacı olmayan, yalnız yüksek tahsilde bulunmak amacıyla Darülfünun’a gidenler, ikincisi ileride hayatını kazanabilecek bir meslek edinmek amacıyla Darülfünun’a girenler. Özellikle bu ikinci grup çoğunluğu oluşturuyor.”
“Hayatını kazanabilecek bir meslek edinmek amacıyla” üniversiteye gitmek isteyen kadınlar için, toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekleştirmek de meslek sahibi olmak kadar önemlidir. Mükerrem Belkıs, Kadınlar Dünyası’nın 12 Temmuz 1913’de yayımlanan 87. sayısında bu hedefi şöyle dile getiriyordu:
“Özellikle en yüksek mekteplerimizde ekseri muallimlerimiz erkektir. Niçin? Onların yerlerini niçin kadınlar işgal etmesin? Bunlar bizim gerçek haklarımızdır.”
Osmanlı İmparatorluğu 1.Dünya Savaşı’ndan yenik çıktı. Hükümet, savaş sonrasının getirdiği ekonomik kriz nedeniyle 1 Nisan 1919‘da kadın üniversitesinin müdür ve öğretim elemanlarının maaşını kesti. Maarif Nazırı Ali Kemal, Darülfünun müdürü Ahmet Naim’e İnas Darülfünunu’nun kapatıldığını ve kadın öğrencilerin artık erkek öğrencilerle birlikte eğitim göreceğini bildirdi. Darülfünun müdürü, kadın ve erkek öğrencilerin birlikte eğitimine karşı çıktı. Çözüm olarak da aynı binada fakat kadın ve erkek öğrenciler için sabah ve öğleden sonra olarak, iki ayrı program hazırladı.
Kadın öğrenciler, coğrafya bölümünde okuyan Şükûfe Nihal başkanlığında, Maarif Nazırı Ali Kemal’i ziyaret ettiler, karma eğitim taleplerini ısrarla dile getirdiler. Daha sonra, erkek öğrencilere verilen kalitede eğitim hakkı talebiyle, kadın öğrenciler, kadınlara mahsus sınıflara girmeyi reddettiler. Erkek öğrencilerin sınıflarına girdiler. 1921–1922 öğretim yılında üniversitede resmen karma eğitime geçildi.
Kadınların şekillendirdiği bir sürecin sergisi
İstanbul Kadın Müzesi’nin bu önemli bir yıldönümünü kutlamak için hazırladığı Kadınların Üniversitede 100 Yılı – İnas Darülfünunu / Kadın Üniversitesi 1914 – 1919 isimli sergide , kadınların üniversiteye başlamalarının öyküsüne, Kadınlar Dünyası dergisinin oynadığı rol, dergide dile getirilen yüksek eğitim talepleri, kadınların yüksek eğitim hakkını elde etmek için denedikleri yöntemler, yüksek eğitime giden yolda kadınların ittifak ortakları ve kadınların kadın üniversitesi deneyimi gibi örneklerle bakılıyor. Kadınların şekillendirdiği bir tarih süreci, kadınların sözleriyle hatırlanıyor.
Kadın akademisyenlerin öğretim ve idari kariyerlerinden örneklerle, akademide toplumsal cinsiyet eşitliği konusu, çeşitlilik kavramıyla genişletiliyor. Kadınların yüksek eğitim hakkını kazanmalarının 100. yılında, üniversitede hem toplumsal cinsiyet eşitliğine ve hem de çeşitliliğe hangi alanlarda ve ne kadar yaklaşıldığı konusunda düşünmek öneriliyor.
Biz kadınların üniversiteye girmemizin üzerinden 100 yıl, karma eğitime geçişin üzerinden 93 yıl geçti. Mükerrem Belkıs 1913 yılında “Özellikle en yüksek mekteplerimizde ekseri muallimlerimiz erkektir. Niçin?” sorusunu sormuştu. 100 sene sonra artık „Niçin“ sorusunu sormuyoruz. Şimdi, üniversitede toplumsal cinsiyet eşitliği kuralını tesis etmek için neler yapılabileceği konusunda çalışıyoruz.
Geçmişi hatırlamak, özellikle kadın bağlamında çok zor. Belgesi saklanmayan geçmiş unutulur, değiştirilir, reddedilir. Geçmişi unutmamak özellikle kadın bağlamında çok önemlidir. Kadın müzeleri kadın tarihini belgelemek, görünür kılmak, paylaşmak, varolan müzelere alternatif olmak ve onları cins duyarlı tarih okuyuşu için değişime zorlamak için kurulurlar. Nesiller, cinsler ve kültürler arası diyalog projesi olan İstanbul Kadın Müzesi’nin de kuruluş amacı bu doğrultudadır. Kadınların üniversitede 100 yılı gibi jübile teşkil eden önemli bir başlangıcı hatırlamak, bu nedenle İstanbul Kadın Müzesi’nin görevidir.
Son söz
Prof. Dr. Serpil Çakır 1990’ların başında Osmanlı kadın dergileri konusunda arşiv araştırmaları yaptı. Kadınlar Dünyası dergisinin heyecan verici içeriğini keşfetti. Doktorasını bu konuda yaptı. Yurt içinde ve yurt dışında sayısız toplantıda bu konuda konuşmalar yaptı, makaleler yazdı. Bizlere feminist Osmanlı kadın tarihini tanıttı. Kendinden sonra birçok çalışmacıya ilham kaynağı oldu. Serpil Çakır, Kadınlar Dünyası dergisi konusunda araştırma yapmasaydı, “Kadınların Üniversitede 100 Yılı – İnas Darülfünunu / Kadın Üniversitesi 1914 – 1919” sergisi gibi kadın sözüne odaklı bir sergi yapmak da mümkün olmayacaktı.
*İstanbul Kadın Müzesi küratörü









