Büyücü Gerçekti Mesela…

Picture 48

Hande Ertınas

Selva Almada ile yollarımızın kesişmesi Ankara’dan eski bir dostum ve aynı zamanda Amargi gönüllüsü olan Zeynep Ceren’in beni bulup “Sizin oralardan Arjantinli bir kadın yazar, Selva Almada’nın “ChicasMuertas / Ölü Kızlar” kitabı Türkçe’ye çevrildi. Bir röportaj yapmak mümkün müdür kendisiyle sence?” teklifi ile oldu. Hemen El Ateneo kitabevine koşarak kitabın orijinalini satın aldım. Elimde fosforlu kalemlerim, notlarımı yazacağım ayrı defterim, okurken aklıma gelen sorular için ufak sarı postitlerim ile hazırlıklarımı kısa sürede tamamlamıştım. Lakin ilk kez ciddi anlamda İspanyolca bir roman okuduğumu farkına varınca kendi kendime “iyi okuyorsun ama bu hızla kaç seneye biter acaba kitap” demeye başladım. Çok hızlı olamadığım aşikârdı. Evrenin güzel enerjilerinin Amargi, Selva, Zeynep Ceren ve bana yardım edeceği tutmuş olacak ki aynı tarihlerde bir arkadaşımızın kuzenleri Buenos Aires’e tatile gelirken Ölü Kızlar’ın Türkçe çevirisini bana getirdiler. Şimdi bir elimde ayna bir elimde cımbız çift koldan İspanyolca Türkçe karşılaştırmalı ışık hızına çıkabilmiştim.

Ana adında iç mimar bir arkadaşım Selva’nın edebiyat atölyesine gitmeye başladığından bahsetti benzer zamanlarda. Şansa inanırım ama bu sefer mekanizma daha enteresan işliyordu. Bizim bu konuşmamızdan az bir zaman önce Selva’nın e-mail adresine yazmış ama cevap ihtimalinin düşük olacağını sandığım için Ana’dan gelecek olan bilgiyi bekliyordum. Ve Selva beni şaşkına çevirir hız ve samimiyette cevap yazmıştı. Röportaj teklifinin onu çok heyecanlandırdığını ve hemen buluşabileceğimizi eklemişti.

Picture 45Röportaj için önce “dilsel akıl karışıklığı” mevzu bahis oldu. Sorular Türkçe-İngilizce hazırlandı. Sonra İspanyolca ilk elden hazırlamak daha iyi dedik. Pek sevgili arkadaşım Camila soruların Arjantinli Arjantinli olup olmadığını kontrol etti ☺ Soruları önce e-mail ile gönderdim. Cevaplar geldikten sonra ise her şeyin üzerine güzel bir “cafeconleche” (Arjantin’in ünlü sütlü kahvesi) ile kutlarız dedik. “Merienda” (akşam üzeri çayı) için akşam Buenos Aires’in enfes “medialuna”larının kokusu sinmiş (bir tür kruvasan; tatlı ve tuzlu iki çeşidi bulunuyor) cafelerinden birinde yüz yüze tanışmak için buluştuk.

Selva Almada Arjantin, Entre Rios 1973 doğumlu. Buenos Aires’e taşınalı henüz birkaç sene olmuş. Kısa öykü, şiir kitabı ve roman yazıyor. Kitabı hakkında kendisi ile röportaj yapacağımı söylediğim birçok Arjantinli arkadaşım, ilk romanı “El Vientoque Arrasa”dan övgü ile bahsetti. Bir an önce Türkçe’ye çevrilmesini bekliyorum kendi adıma.

Buluşmamız boyunca hem kendisine yönelttiğim sorular hakkında konuştuk ki aşağıda okuyacaksınız hem de laf lafı açtı. Ben kendi adıma çok heyecanlandım. Kitaplarını hayatının en önemli parçası haline getirmiş çok güzel yürekli bir kadınla tanıştım. Kitabının öncesi sonrası şimdisi hakkında hâlâ nasıl heyecanlı olduğuna şahit oldum, kadına yönelik şiddet konusunda dertlenen ve ülkesinde olup bitenleri gün be gün çok sıkı takip eden bir feminist yazarla Buenos Aires’te tanışmanın mutluluğunu hissettim.

Kendisine ufak bir iki hediyem oldu kalkarken. İlk kez kitabın Türkçesini görme şansı oldu mesela ☺

Picture 46

Diyebiliriz ki Selva’nın hayatı için “Ölü Kızlar” sadece bir kitap değil. Ailesinden birileri hakkında araştırmış, dertlenmiş, uykusuz kalmış, yollara düşmüş, düşünmüş, öldürülen kızların dava dosyalarını okumuş, dedektif gibi yaşananların peşine düşmüş, çok uzun bir araştırma (3sene) ve tam tersi çok hızlı bir yazma sürecinden (3 ay) geçmiş. Artık sonlara doğru tüm hikâyelerin hayatının bir parçası haline gelmesinden ötürü kitabı yazma sürecini çok kısa tutması gerektiğini hissetmiş. Kitap hakkında çalışırken ve yazarken Andrea Danne, Sarita Mundin ve Maria Luisa Quevedo’nun fotoğraflarının, çalışma masasının üzerinde camdan bir çerçevede yan yana durduklarını söyledi. Kızların aileleri ile bağlantı kurduğu zamanlarda “soruları nasıl sormalıyım kimseyi rahatsız etmeden, ama gerçeğin de peşini bırakmadan nasıl devam etmeliyim” diye kendisi ile çok kereler yüzleştiğinden bahsetti. Her ne kadar bir süre gazetecilik eğitimi almış olsa da özellikle kızların akrabaları ile konuşurken çok dikkatli davrandığını; ailelerin her şeyden fazla “konuşmaya”, “olan biteni anlatmaya ihtiyaçları” olduğunu söyledi. Yirmi senedir konu üzerine herhangi bir geri dönüş alamayan ailelerin tek istediğinin “adalet” olduğundan bahsetti.

Ölü Kızlar, Türkçeye çevrilen ilk kitabınız. Türkiyeli okurların büyük ihtimalle ilk defa duyduğu, okuduğu bir yazarsınız. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Arjantin doğumluyum. Ülkenin iç kısmında yer alan Entre Rios eyaletinde doğdum. Henüz birkaç senedir başkent Buenos Aires’te yaşıyorum. Öykü kitapları ve roman yazıyorum. Ölü Kızlar ilk kurgu kitabım.

Hakkınızda araştırma yaparken Parana şehrinde gazetecilik okuduğunuzu gördüm. Öğrencilik zamanlarınız nasıldı? Selva Almada her zaman “yazar” mı olmak istiyordu?

Evet, önce gazetecilik okumaya başladım fakat sonradan farkına vardım ki yazar olmak istiyorum. O yüzden “edebiyat öğretmenliği” bölümüne geçtim. Ufak bir kasabadan büyük bir şehre okumaya gelmiştim, yalnız yaşıyordum, kısaca harika zamanlardı. Her türlü “öğrendiğim” zamanlardı: sadece entelektüel ya da kişisel anlamda değil. Örneğin o zamanlardan çok dost biriktirmişimdir.

“Taşralı Kız” adlı bir bloğunuz var. Bu başlığın / tanımlamanın hayatınızdaki karşılığı nedir?

2007 yılında basılan aynı başlıklı bir öykü kitabım var. Kitabın tanıtımına yardımcı olması için bloğu açmıştım. Kitaptaki öyküler otobiyografik, yani kendi hayatıma dair zamanların peşinde olduğum öyküler. Entre Rios’daki zamanlarım: Çocukluğum, ergenliğim ve gençliğimin büyük bölümünün geçtiği yer ve zamanlar. (Merak edenler için bloğun linki şöyle: http://unachicadeprovincia.blogspot.com.ar/)

Taşralı kullanımının bir diğer hali de edebiyat eleştirilerinde karşıma çıktı. Kitaplarınızla ilgili eleştirilerin ortak üst başlığı “Provincia edebiyatı” olarak geçiyor. Tam olarak nereye düşüyor bu kullanım?

Başkent Buenos Aires’ten olmadığımıza dair bir ibare olarak düşünebilirsin. Kültür/sanat gazetelerinin ve eleştirmenlerin kullandığı bir tanımlama diyebiliriz. Aynı zamanda kent kökenli olmayan edebiyatı tanımlamak için de kullanılıyor. Kendi adıma beni rahatsız etmiyor.

“Ölü Kızlar” çok sert bir isim değil mi? Bir yandan da ne demek istediğini, ne anlatmaya niyetli olduğunu dolaysız, net ortaya koyuyor. Diğer yandan konu hakkında en ufak fikri olmayan bir okuyucu için biraz antipatik belki? Kitabın adına nasıl karar verdiniz?

Picture 47Evet, farkındayım biraz sert hatta bazıları için şiddet dolu. Ama şanslıydım sanırım editörüm ile bu konuda hiç sorun yaşamadık. Kitabı okumaya niyet eden hatta rafta ilk saniyede gören birinin ne ile karşı karşıya olduğunu bilmesini kapaktan başlayarak bilmesini istedim. Ölü Kızlar. Sadece cinsiyetlerinden ötürü öldürülen ve bir çöp gibi yol kenarına atılan kadınlar.

Ölü Kızlar kitabında bize üç kadın cinayetini anlatıyorsunuz. Eğer yazmasaydınız asla haberimizin olamayacağı üç olay. Bu konu hakkında yazmak istediğinize nasıl karar verdiniz? “Ölü Kızlar” kitabı nasıl doğdu?

İşin aslı kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri yıllardır kişisel olarak ilgilendiğim alanlar. Bu alanlarda kendimce bir aktivist sayılırım. Kitapta öyküsü anlatılan Adrea Danne çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği evin yakınlarında yaşıyordu ve başına gelen olay o zaman beni çok etkilemişti. Kitap hakkında çalışmaya başlarken düşünmüştüm zaten hayatımda ilk kez kadın cinayetleri hakkında yazacağım diye. Yazma fikri ortaya çıktıktan sonra diğer olayları seçerek aynı zamanda onların da peşine düştüm. Böylece kitap ortaya çıkmış oldu.

Kitabın bir kısmında büyücü (bruja) şöyle diyor: “Belki de senin görevin budur: Kızların kemiklerini toplamak, bir araya getirmek, onlara ses vermek ve sonra da gerekiyorsa oraya doğru özgürce koşmalarına izin vermek.” Kitapta büyücü ile kurduğunuz bağa dair eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Büyücü gerçekti mesela. Yani kitapta bahsi geçen bu karakter gerçekti, kurmaca değil. (Bunu özellikle belirtmesinin nedeni benim karakteri kurmaca sanmamdı.) Kitabın yazılma süreci boyunca aklımı toplamamı sağladı, yol gösterici oldu. Kitapta hikâyelerinin peşine düştüğüm kızlarla olan yakın ilişkimi dengeleme konusunda bana kitap bittikten sonra kızlara ve araştırmaya dair şeyleri yakmamı önermişti. Yapamadım, yapmadım. Zaten kitap bittikten sonra görüşmelerimiz kesildi.

Kitabınıza tepkiler nasıl?

Çok güzel tepkiler alıyorum. Birçok kadın onların hikâyesini anlattığımı söylüyor. Bazı okullarda kitabımı toplu okuma günlerinde birlikte okuyoruz ki bu beni en mutlu eden şeylerden bir tanesi.

Büyücünün söylediklerini de göz önüne alarak hepimizin kendi hayatlarımızda yaşadıklarımızı dillendirerek yaşadıklarımıza sahip çıkmamız ve çözüm için mücadeleye katılmamız gerekiyor ama bu her zaman kolay olmuyor. Sizce?

Elbette mesela ben kendimi feminist olarak tanımlıyorum. Ama herhangi bir organizasyonun içinde değilim. Tekim. Bu kitabı yazmaya başlarken kadın cinayetleri veya kadına yönelik şiddet hakkında uzun zamandır farkında olduğum rahatsızlığımın artık yola girdiğini, aktığını hissettim. Demek ki benim de misyonum buymuş dedim kendime. Kadına yönelik şiddetin en vahşi tezahürlerinden biri olan kadın cinayetleri çok ciddi sosyal ve kültürel bir problem. Hali hazırda biliyoruz ki kadına yönelik şiddeti sosyal statü, geldiğiniz sınıf ya da eğitim durumunuz durdurmuyor. Kültürleri boydan boya kesen ve gücünü toplumların erkek egemen yapısından alan bir gerçeklik ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla evet bence hepimiz “sorumluyuz” olan bitenden. Hepimiz “kadınlara yönelik nefret söylemine” DUR demeliyiz. Ne Arjantin’de ne de dünyanın herhangi bir bölgesinde çözümün bir anda olacağını söyleyemem elbet. Arjantin özelinde her 30 saate bir kadının öldürüldüğünü düşününce çözüme epeyce uzak olduğumuzu bile eklemem gerekir.

Türkiye’de kadın cinayetlerini senelerce 3. sayfa adı altında gazetelerin polisiye haberleri verdikleri sayfalarda takip ettik ki hâlâ da öyledir. Herhangi bir şekilde sosyo-kültürel tartışmaların olmadığı, acı sosu bol kadın ölümleri okuduk durduk. “Tutku cinayeti” ya da “çıldırmış koca” başlıkları ile tanımlandı her şey. Birçok olayın ana bağlayıcı unsuru olarak “namus” kelimesi ise her zaman ön plandaydı. Gördüğünüz üzere kadınların öldürülmesi için her zaman bir neden var. Bu durum Arjantin’de nasıl acaba?

Son yıllarda kadın cinayetlerine yönelik medyanın artan bir ilgisi var. Bu konu üzerine yapılan haberlerin içeriğinde bir ilerleme var. Terim olarak en doğru olanı “Kadın cinayetleri”ni kullanıyorlar mesela. Yine de, bazı istisnalar dışında hâlâ konunun hak ettiği ciddiyet ve titizlikten uzaklar. Ancak, Macri liderliğindeki yeni hükümet ile birlikte “kadın cinayetleri” teriminin kullanılmasına dair bir gönülsüzlük seziyorum. 10 sene önceki gibi gazete başlıklarında “tutku cinayetleri” başlıklarını görmeye başlarsak kendi adıma çok şaşırmam.

Geçen sene Haziran ayında Buenos Aires’te “NiUnaMenos” (en yakın çeviriyle “bir eksik olmayacağız”) adında kadına yönelik şiddete ve özelde kadın cinayetlerine karşı büyük çapta bir yürüyüş organize edildi. Katılımın çok yüksek olduğu coşkulu bir gündü. Son yıllarda kadına yönelik şiddet konusunda Arjantin kadın hareketi için önemi aşikârdı. Buradan yola çıkarak NiUnaMenos’u yaratan koşullarda şu an ufak da olsa bir değişim var mı?

Picture 48Evet, geçen sene NiUnaMenos önce Buenos Aires’te ardından ise ülkenin farklı yerlerinde tekrar edildi. Geniş bir çağrıcılar grubu ve çok hızlı bir toplanma, organize olma sürecine rağmen sanırım etkisi hızlıca geçti. Kuşkusuz son yıllarda kadına yönelik şiddet olaylarında olumlu yönde değişiklikler olduğu kesin. Cezaların artırılması, ihbar-yardım telefonlarının ücretsiz ve ulusal çapta kullanıma sokulması, şiddete maruz kalan kadınların koruması vb. Öncesinde yeterli donanıma sahip olmayan personel ile ihtiyaçların karşılandığı veya yeterli ödenek olmadığı için konuyla ilgili birçok ofisin kapalı tutulduğu durumlardan şu anki duruma gelmemiz elbette umutlandırıcı.

Türkiye’de kadına yönelik şiddet istatistiklerinin gösterdiği kadarı ile sayılar çoğalmakta. Bir yandan bilmekteyiz ki senelerce Türkiye’de konuya dair istatistiksel bilgi tutulmadı. Arjantin’de durum nasıl? Devletin kadına yönelik şiddete dair tutumu nasıldı?

İstatistiksel bilgileri toplama konusunda sizden farkımız yok sanırım. Son 10 senedir çeşitli feminist organizasyonların gazetelerden saydıkları rakamlarla başlayan bir süreç söz konusu burada. Öncesine dair bir bilgimiz yok, tahminlerimiz var. Şu ana dair olarak ise gazetelere çıkmayanların sayılamayacağını düşününce epeyce eksik bilgi var elimizde. Daha önceden de belirttiğim üzere bazı ilerlemeler var. Destek ve koruma ofisleri gibi. Elbette bunlar yetersiz. Yapmamız gereken öncelikli şey insanımızı bilinçlendirmek. Olan olduktan sonraki müdahaleler önemli olmakla birlikte olmasının önüne nasıl geçeriz çok daha önemli. Cinsiyetçi büyütülen ve kadın düşmanlığı ile hareket eden bireyleri eğitmemiz gerekiyor. Ancak bu şekilde ataerkiyi güçten düşürmemiz olası. Fakat okuldan, medyadan, reklamlardan, popüler kültürden… Her yandan sürekli bir saldırı olduğu için işimiz zor. 200 senelik yani Arjantin’in yaşı kadar olan bir savaştan bahsediyorum.

Arjantin toplumunun genel tepkisi sizce nasıl?

Tepkiler kurbana göre değişiyor sanırım. Mesela çevresine örnek bir genç kadın, çalışan / işçi bir kadın ya da çalışkan bir öğrenci kadın mevzu bahis ise toplumun öfkesini görüyoruz. Ama aynı zamanda çok önyargılı tutumlar da söz konusu. İlk tepkiler hemen kadının suçlanması ve suçun kadında aranması ile son buluyor. Sanki kadın öldürülmesine neden olacak ya da öldürülmesini haklı çıkartacak provoke edici bir hareket yapmış gibi. Uzun zamandır düşündüğümüz gibi düşünmeye devam ediyoruz. Kadının giydiği kıyafet, dışa dönük sosyal biri olması, bulunduğu yer veya saatin uygunluğu uygunsuzluğuna göre tepkilerin boyutu da ikiyüzlü oluyor. Böylece çözümden çokça uzaklaşıyoruz.

Kürtaj tartışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bildiğin üzere Arjantin’de kürtaj yasak. Bir nevi “tabu” bizler için. Üç koşulda yasal kürtaj hakkımız var. Annenin hayatı tehlikeye girerse, tecavüz mağdurları ve zihinsel engelli kadınlar için. Bunlar haricinde yasak. Arjantin’de devletin dini var: Katolik. Bu bütün tartışmaları kilitleyen ana damar bizler için. Mesela biz daha demin bahsettiğim üç koşul oluştuğunda bile uygulama anlamında sorunlar yaşıyoruz. Çünkü kürtaj kararı doktorların kişisel inisiyatiflerine bırakılıyor.

Bütün bu olanlardan, yürüyüşlerden, kanuni değişiklerden, gazetelerdeki dilin değişimi vb. şeylerden sonra toplumda farkındalık artıyor mu?

Bir şeylerin çok konuşulmasının farkındalığı artırdığı demek olduğuna inanmıyorum. Konuşmanın boyutu ve çözüme dair olan niyeti çok daha önemli.

Arjantin’de kadın milletvekili sayısı Türkiye’dekine göre daha fazla, bu durumun pozitif yansımaları var mı sizce? Kültürel ve politik olarak kadının Arjantin ve Güney Amerika’daki konumunu nasıl görüyorsunuz?

Tarihsel olarak erkeklerin bulundukları pozisyonlara gelen kadınlar hâlihazırda bulunan erkek egemen bakış açısını sadece cinsiyetlerinden ötürü değiştiremezler. Genel olarak belirtmeliyiz ki bizi yöneten kadınlar feminist değiller. Mesela kürtajın yasallaşmasını savunmuyorlar. Cinsiyetçi düşünce yapısının yeniden üretilmesine katkı sağlıyorlar sadece. Bulundukları pozisyonun tek sebebi erkek egemen sistemle olan öncül anlaşmaları ve erkeklerin ortak kabulü sonucu orada olmaları. Kadın olmak demek feminist olmak demek anlamına gelemeyeceği gibi bazılarımız erkekler kadar hatta bazen daha fazla kadın düşmanlığı ile dolu olabiliyoruz. Arjantin edebiyatından bahsedersek birkaç yıl öncesine göre kadın yazarların yeri çok önemli ve görünür. Açık yüreklilikle söyleyebilirim ki Arjantin edebiyatının son döneminin yaratıcıları kadınlardır ve bu ilahi şiirsel bir adalettir.

Not: “NiUnaMenos” yürüyüşünün ikincisi 3 Haziran Cuma 2016 günü Plaza Congreso’da Buenos Aires’te düzenlenecek:

Share Button