Maviliklere Koş Martı, Koca Derya Arkanda!
Zozan Çetin
Ne zaman bir yalnızlığa düşsem ve ‘olmayacak galiba’ sesleri yükselse içimden, fersah fersah uzağımda ya da yanı başımda öyle bir gökkuşağı beliriyor ki, kelamlarımdaki kara siliniyor. Satırlara not düşecek güzellik kaldı mı derken deli bir kuş fısıldıyor kulağıma: “Daha bitmedi, yol uzun, haydi…” Bu öyle bir haydi ki, dünyayı sırtlayacağım da silkeleyeceğim tüm kötülükleri gibi geliyor bana. O fısıltı bazen bir şarkı oluyor, daha gidecek çok yolumuz var diyor; bazen bir şiir oluyor, uçuşu unutmamayı tembihliyor…
İçimin dağınıklığını toplarken bir yola düştüm. O yola benden önce de düşenler olmuştu; hatta o yolda düşenler, kayıp gidenler olmuştu. Yürüdükçe bu yolda tanıyordum onları, ne yana baksam eşitlik ve özgürlük için bedel ödeyenleri görüyordum. Erkeğin tarihi anlatılmasını istemese de bu kadınlar vardı, tarihin, edebiyatın, hayatın her alanında gizli tutulmaya inat beliriyorlardı, tabiri caizse ataerkinin gözüne batıyorlardı. Eskiyi okudum önce bugüne etki eden, bugünü öğrendim sonra yarına selam eden. Emily’i tanıdım, oy hakkı için ezilmişti bedeni atlar altında. Nezihe’yi tanıdım, ilk siyasi partiyi kadınların kurduğunu söylemek istemeyen erkekler tarafından delirtilmişti. Her sayfa çevirişimde yeni bir isim çıkıyordu karşıma. Mısırlı bir kadın, harem yıllarının ardından kadın hareketinde bir mücadeleci olmuştu. Arjantinli bir kadın, dönemin devrimci hareketine katılan tek kadın olmuş, gerilla mücadelesine katılmış, 29 yaşında öldürülmüştü. Yıl, yıl oluyordu, ataerkiye karşı ses yükselten kadınlar çoğalıyordu. Üstelik bu sadece geçmiş zamanın havasına ait bir durum değildi, bugün de mücadele kıpır kıpırdı. Gerçi ben duraksadığını, tarihin sadece satır arasında kendine yer bulabilen kadın mücadelesinin eskiye nazaran canlı olmadığını düşünmeye başlamıştım ki tüm vazgeçmişliğimi dağıtan yazılar çıktı karşıma, ses doldu kulağıma, direniş ateşi ısıttı yüreğimi. Yıllarca verdiği mücadeleye rağmen yazmayı bırakmayan, inatla değişim sloganları atan kadınlar, içimdeki kopuşların giderilişine sebep oldular. Dünyanın her yanında kanatılan kadınlar vardı ama bunun yanı sıra yoğun baskının karşısında dimdik duranlar da dur durak bilmiyorlar, koşar adım patriyarkanın üzerine üzerine gidiyorlardı. Nasıl coşkun bir ruhtu bu? Mesela ölüm tehditlerine rağmen oy kullanmaya giden Afganistanlı kadınların ataerkiye kafa tutuşları, vazgeçmemiş olmaları nasıl bir ruhun ortaya çıkardığı hareketti ya da şiddete karşı örgütlenen Hindistan’daki Gulabi Çetesindeki kadınlar nasıl bir kararlılık içindeydiler? Peki ya Kobani’de, Şengal’de vahşete karşı savaşan kadınların ruhu nasıl doludizgin bir ruhtu? Aslında tam bir kadın ruhuydu bu, hani bir slogan diyor ya isyanı dişi kuş yapar diye, işte bu tam da onun resmiydi, direniş içimizdeydi. Ve her acı bir isyanı doğuruyor, direniş artıyordu. Ben ise bu mücadeleyi sadece okuyarak ya da içinde yer almaya çalışarak tanımadım. Değil mi ki bu coğrafyanın her kadınının kederi vardı, ben de konuşmaya başladım rastladığım her kadınla. Konuştuğum her kadının yaşından büyük çizgileri vardı yüzünde ve kalbinde. Bir o kadar da yaşam enerjisi vardı içlerinde, vazgeçmemişlerdi, yaşadıkları onca eziyet, gülüşlerini almamıştı onlardan. Mahkûm edildikleri kaderin kapanına sıkışmış olsalar dahi ayakta durmayı bilmişlerdi, kendilerine özgürleştikleri bir yaşam alanı açmışlardı.
Yaz sabahının esintisi ruha nasıl tatlı bir huzur veriyorsa, direnişi görmek de o kadar iyi gelmişti bana. Peki, neden hemen vazgeçmiş, yalpalamış ve devam etmek içimden gelmemişti? Aslında bunun birçok nedeni vardı, beni en çok sarsan şeylerden biri kadın katliamın varlığıydı, bu yazıyı yazarken dahi kadın cinayetlerinde sayı bu yıl içinde 144’e ulaşmıştı. İşte o yüzden kalemimden güzellikler çıkmıyordu belki ama bunca direnişi görüp de daha yolun başındayken bırakmak, hiç savaşmamak, ilk yıkıntıda bir kenara çekilmek, yıllarca mücadele edip bedel ödeyenlere haksızlık olmaz mıydı ki onlar hala alanlardaydı? Anlatmaktan dilinde tüy bitmişti bu kadınların, nice kalem tüketmişlerdi yazmaktan ama sözleri bitmemişti. Onları gördükçe ben de yazmak, alanlarda olmak istiyordum. İranlı kadınların katı kullara karşı başlattıkları protesto, Türkiye’deki kadınların erkek adalete karşı verdikleri doludizgin mücadele benim yeniden kendime gelmemi sağladı. İçime her vazgeçme tohumu düştüğünde tüm bunları hatırlayarak kızdım kendime. Direniş, dayanışma bu kadar yakınımdayken sessizce köşeye çekilmek olanaksızdı ve bana, feminist olduğunu söyleyen bir kadına hiç uymuyordu. Zira kadın hareketi koca bir deryaydı, direniş uçsuz bucaksızdı. Kadın direnişi, 20 yıldır bir meydanda çocuklarının akıbetini öğrenmek için bekleyen Cumartesi Annelerindeydi, direniş, bazen tomanın karşısına dikilen Gezi kadınlarının içindeydi, direniş, kaçırılan genç kadın için dayanışma kuran ve bulunmasını sağlayan kadınlardaydı. Bunu görüp yalnız yürümediğini bilmek, kız kardeşlik kavramına böylesine coşkulu bir şekilde şahit olmak harikaydı. Kızgındık, yaslıydık ve isyandaydık, bu da mücadeleyi canlandırıyordu. Acılar, isyanı tetikliyor, isyan da güzelliklere vesile oluyordu. Dillendirilecek güzellikler demek ki hala bitmemişti, sadece zorlu ve uzun bir yol vardı. O yüzden yalnız hissetmem ve kendimi bir kuytu köşeye hapsetmem çok anlamsızdı ki Clara Zetkin’in dediği gibi ben de onlardan, daha çocukken, insanın inancı uğruna ölmeye hazır olması gerektiğini öğrenmiştim. Onlar, halkı için bedenini ve yaşamını siper edenlerdi. Onlar, işçi haklarını savunurken suikaste uğrayanlardı. Onlar, aydın düşünceyi savundukları için bir otelde cayır cayır yananlardı. Ve onlar yine de yürümekten, gülmekten, mücadele etmekten vazgeçmeyenlerdi, tüm bu acıların, yitip gidenlerin ardından var güçleriyle yükseltiyorlardı seslerini alanlarda. Kadınların, halkların, emekçilerin, tüm ezilenlerin baskılara inat attıkları kahkahalar, içimde sönen güneşin yeniden doğmasına sebep oldu. Meydanları gördükçe ruhumdaki dağılmışlığı gidermeye başladım, yaktım meşalemi ve attım içimdeki bahçede bulunan kötülükleri. Çünkü evladını yitirdiği halde özgürlük türküleri söyleyip alanları terk etmeyen kadınların, her gün kanatılışımıza inat direnişi öğütleyenlerin bir bildiği olmalıydı. Ve tam da şairin dediği gibiydi:
Ne kırlarda direnen çiçekler
Ne kentlerde devleşen öfkeler
Henüz elveda demediler.
Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!