“Başka Konu mu Kalmadı?”: Orgazm, Kürtaj, Utanç ve Suskunluk

Burçin Tetik

“Kızlı-erkekli” (aslında kadınlı-erkekli elbette, ama yakın geçmişe böyle kazıdık bu ismi de şimdilik, diğer pek çok kavrama yaptığımız gibi!) ev tartışmaları patlak verdiğinde, bu evlerde yaşayan öğrencileri ve genç insanları savunan çoğu kişi o evlerin “aslında nasıl da cinsellikten uzak alanlar” olduğunu anlatmaya girişmişti: Bir kadın ve erkeğin aynı evde bulunması ille de cinsellik mi demekti; bu adamların aklı fikri de başka şeye çalışmıyordu canım, gençlerin arkadaşça aynı evde eğlenmesine tahammülleri yoktu; hem arkadaşlık nedir bilmezlerdi zaten onlar, bir kadınla bir erkeğin arkadaşlığını akılları almazdı; ayrıca bizim kızlarımız iffetliydiler, aynı evde kalan kadın ve erkekleri cinsellikle bağdaştırmak hep o bağnazların işiydi, bizim çocuklarımız öyle şey yapmazlardı, ancak o sapık adamlar öğrenci evlerini cinsellik yuvası zannederdi işte, o da kendileri hiç kadın-erkek arkadaşlığı yaşamadığından tabi; tabii tabii, pek tabii!! Savunulacak asıl şey, her reşit insanın istediği cinsten ev arkadaşları olabilmesi ve istediği kişiyle cinsellik yaşayabilmesi olacakken, kadınlı-erkekli evler, koskoca bireylerin cinsiyetsiz ve cinselliksiz çocuklara dönüştürülüp onaylandıkları bir alan haline geldi. Bunu yapanlar da kendini özgürlükçü ve çağdaş addeden insanlar, tabii en çok da aileler oldu.

Yıllar evvel bir arkadaşım acilen ameliyata alınacaktı. Öncesinde doldurduğu formda daha önce anestezi alıp almadığına dair bir soru vardı, ancak arkadaşım doğru bilgiyi veremedi, hayır seçeneğini işaretledi ve ameliyata öyle girdi. Çünkü ilk narkozunu kürtaj sırasında almıştı ve ameliyatı için yanında bekleyen ailesi, genç kadının doktora sağlığı hakkında yanlış bilgi vermesi için yeterli bir sebepti. Tanıdığım başka bir kürtaj geçmişi olan kadın ise, yine ebeveynlerinin hastane odasında olması yüzünden rahmindeki kist için ameliyata alındığında bile medikal geçmişini anlatamamış, hastalığıyla doğrudan bağlantısı olabilecek bu bilgiyi, sağlığını tehlikeye atmak pahasına da olsa saklama zorunluluğu duymuştu. Ailesinin haberi olmadan evden çıkıp kliniğe giderek kürtaj olan ve akşam hiçbir şey olmamış gibi eve gelip hayatına devam eden genç kadınlar ise artık şaşırmadığımız, hayatımızın rutin bir parçası; bazen yakın arkadaşlarımız, bazen kendimiz. Bu kadınların hepsinin sayılı okullardan mezun, yüksek eğitimli insanlar olduklarını, birçoğunun yurtdışında yaşadığını, hatta bazılarının iletişim kuramadıkları ailelerinin kuşaklar boyu kolejli olduğunu söylesem ne değişir? Belki bizi yutan tabularımızın ne ekonomik bağımsızlıkla, ne eğitimle, ne de tırnak içinde “batılılaşmış” olmakla iyileştirilebildiğine işaret edebilir ancak.

Cinselliği yok saymak, hele kadının cinselliğini suç kabul etmek zannedildiği gibi muhafazakarların, yobazların, hatta önyargılarla atfedildiği üzere dindarların işi değil, aksine bu topraklarda herkesçe kabul edilmiş en temel, en derine kazılı, en oynatılamaz kurallardan. Birini öldürüp kapılarını çalsanız, hiç tereddütsüz sizi saklayacak olan aileleriniz için biriyle sevişmeniz kabul edilemez, dile getirilemez ve düşünülemez bir gerçek. Bu da en iyi ihtimalle iyi ve kötü tecrübelerin saklandığı, duygusal uzaklık içinde ve yüzeysel; bir yandan da bulaşıcı hastalıklar, kürtaj ve dolaylı olarak medikal geçmiş gibi sağlığı ilgilendiren konularda dahi yalan söylemenin norm olduğu bir ilişkiye yol açıyor. En kötü ihtimallerin zaten farkındayız. İşte bu yüzden genç bir kadını, doktoruna ve ailesine sağlığı hakkında yalan söylemeye zorlayan bir kültüre “Olmaz olsun!” demek gerek.

Konuşulmayanı konuşmaktan, acilen inisiyatif alıp yakınlarımızdan başlayarak cinselliği her yönüyle masaya yatırmaktan başka çaremiz yok. En çok da kız çocuklarını yetiştirirken bedenlerinden utanmayan, cinsellikleriyle barışık ve kendilerini tanıyan insanlar olmalarına yardımcı olacağız ve pek tabii önce kendi bedenlerimizle rahat edeceğiz ki bu deneyimi çevremizdekilere ve çocuklara aktarabilelim.

***

Peki üzerinde konuşmadığımız bu cinsellik yaşanırken neye benziyor? Maalesef pozitif bilimler bile konu seks olunca anne-baba muhafazakarlığını zaman zaman yeniden üretebiliyor. Kadın cinsel organlarının üç boyutlu modellemelerinin ancak içinde bulunduğumuz milenyumda yapılmış olması, klitorisin bir bezelye tanesi değil de rahmi çepeçevre saran kocaman bir organ olduğunun bilinmemesi ve konuşulmaması, halen “vajinal” ve “klitoral” orgazmların yarıştırılması gibi meseleler zaten pek zor gündeme gelen kadın cinselliğini bilimsel açıdan da tabulaşmaktan kurtaramıyor. ABD’deki büyük üniversiteler bile, laboratuvarlarında sevişen insanlar istemedikleri için fiziksel ölçümler gerçekleştirilemiyor ve araştırmalar kısıtlı alanlarda dönüp duruyor.

5Harfliler için yazdığım “Orgazmınızı Nasıl Olurdunuz?” yazısına gelen tepkiler öyle rahatlamış, öyle coşkuluydu ki; vajinal orgazmın da zaten sandığımızdan çok daha büyük bir alanı kaplayan klitoris üzerinden meydana geldiğini, son raddede herhangi iki orgazm arasında “vajinal” ya da “klitoral” diye kesin ayrımların ve hiyerarşilerin mümkün olamayacağını okuyan kadınların kendi bedenlerine dair bu kadar basit bir gerçekten hayatları boyunca mahrum olmaları ve buna bağlı sebeplerle sistematik olarak yetersiz ve başarısız hissettirilmeleri bana çok korkunç görünmüştü. Hâlâ da bu kabustan kurtulabilmiş değiliz. Türk gazeteleri bile birkaç ayda bir “Freud haklıymış”, “Vajinal orgazm kanıtlandı”, “Her kadın orgazm olmayabilir”, “G-spotunuz yoksa vajinal orgazm olamazsınız” temalı bilimsellikten uzak, kadınları yetersiz, erkekleri ise “Bende sorun yok, sorun kadında” diye düşündürerek daha da umursamaz hissettirecek metinleri ısıtıp ısıtıp önümüze getiriyorlar. İşin bilimsel açıklaması için 5Harfliler yazısına göz atabilirsiniz [http://www.5harfliler.com/orgazminizi-nasil-olurdunuz/]; fakat bilmemiz ve yaymamız gereken en temel gerçek, orgazm türleri arasında bir hiyerarşi olmadığı gibi, tek ve doğru bir orgazmın da var olmadığı. Kısacası, en kişisel ve biricik tecrübelerden sayılabilecek orgazm oluş şekilleri bile kadınlar üzerinde baskı kurmak için kadınlara karşı kullanılıyor.

Orgazmın varlığı hakkında kadınlara baskı kurarken, yokluğu üzerinden de farklı bir baskı oluşturmayı ihmal etmiyoruz tabii. Ömrü boyunca bedenini keşfetmesine engel olmaya çalıştığmız kadınlar sonra orgazm olmadıklarında kendilerini başarısız hissettiriyoruz. Heteroseksüel erkeklerden sevgililerinin “ne kadar da zor orgazma ulaştığına” dair sonsuz sayıda hikâye dinleyebilirsiniz. Orgazmın zorluğu sanki kadının doğasına özgü, aksi beklenemeyecek bir önkabul. Acaba kadın-egemen, erkeklerin sürekli cinsel şiddete uğradığı ve kadınlar tarafından öldürüldüğü, her açıdan baskı altında tutulduğu bir evrende kadınlar yine zor ve erkekler yine kolayca orgazma ulaşır mıydı? Ya da başka bir senaryoyla, erkeklerin her an “erkeklik”lerini kanıtlamak zorunda hissetmedikleri, duygularından kaçmaya ve başkalarından saklamaya çalışmadıkları bir evrende onlar da uzun, şiddetli ve yoğun orgazmlar yaşayıp “karı gibi” boşalmaz mıydılar? Erkeklerin kolay ama kısa, kadınların meşakkatli ama daha şiddetli ve uzun orgazmlar yaşadığı hikâyeleri aslında doğa ananın yasaları değil de, koşullanmalarımız sonucu oluşturduğumuz ve gerçeğe dönüştürdüğümüz mitler olmasındı? Elbette kadın ve erkeğin birtakım biyolojik farklılıklarını göz önünde bulundurmak gerekir, ancak bu farkların ne kadarı objektif bilimsel verilere, ne kadarı toplumsal algıların sonucu yaşadığımız tecrübeyi tek gerçeklik saymaya dayanıyor sorusunu yeniden düşünmek ve hep canlı tutmak gerek. Erkeklik algısı, erkeklerin cinselliği açısından da odağı kişisel tecrübenin büyüsünden alıp “erk kanıtlamaya” çekince ortaya çıkan tabloda erkekler “beceriyor, gol atıyor, milli oluyor, skor yapıyor, koyuyor, vuruyor” ama aslında onlar da doğru dürüst orgazm olamıyorlar. Bir erkeğin de kendi bedeninin sınırlarını fark etmesi ve hatta genişletmesi ancak ataerkil öğretinin cinsellik algısını kırmasıyla mümkün. Sadece bir şeyleri “becerme”yi, sayı yapmayı ve hızlıca hedefe varmayı amaçlayan bir cinselliğin tüm potansiyelini gerçekleştirmesi, insanı besleyen ve dönüştüren bir tecrübe olarak yaşanması tabii ki olası değil. Ataerkil cinsellik tanımları kadını açıkça, erkeği ise daha gizli kapaklı olarak cinselliğiyle çatışır hale getiriyor. Bir yandan da kendi dayattığı banal ve yüzeysel cinsel ilişki türü üzerinden erkeğe belli bir güç alanı sunarak bu çarkın dönmesini sağlıyor. Oysa ne kadın cinselliği sandığımız (yani sandırıldığımız) gibi çözülemeyecek kadar karışık, ne erkek cinselliği iddia edildiği kadar basit ve yalın. Her öznenin cinsel kimliği kendisi kadar eşsiz ve tek, her çiftin cinsellik eylemi cinsiyetlerden bağımsız olarak kendine has dinamiklere sahip. Bu iç dinamikler de ancak denemelerle, paylaşımla ve üzerine konuşularak keşfedilebiliyor, tecrübelerimizi çoktan tanımlanmış kısıtlı kategorilere sığdırmaya çalışarak değil.

***

Muhtelif zamanlarda kadın orgazmıyla, erkek sünnetinin cinselliğe etkisiyle, cinsel yaşantıda özel olanın ne açıdan politik olabileceğiyle ilgili yazarken “Dünyada başka konu mu kalmadı?” tepkisini sıkça aldım. Tanımadığım binlerce insanın yazdıklarıma bir köşesinden de olsa değdiğini görmek, yazdıklarımın birilerinin hayatında, kendilerine bakışında bir şeyleri değiştirdiğini gözlemlemek beni çok sevindirse de, bazı yakınlarımın yazılarımı bilinçli olarak görmezden gelmesi, kendime ve yaptığım işe güvenimi zaman zaman zedeledi. Bireylerin bedenlerini kendilerine karşı baskı aracı olarak kullanmaktan çok, bu baskı mekanizmalarını dile getirmek utanç verici ve hatta yakışıksız addediliyor. Oysa insanları ne bedenlerinden ne fikirlerinden soyutlayabilir, ne de bu ikisini birbirinden tamamen ayırabilirsiniz. Birinin bedenini yok saymak, en az fikirlerini yok saymak kadar küçümseyici ve o insanı değersizleştirmeye çalışan bir yaklaşım. Bu yüzden artık önce kendi hayatlarımızı, sonra da bir sonraki neslin hayatını az da olsa değiştirebilmek için hemen, şimdi konuşmaya başlamalı ve susmamalıyız.

Utanç çalışması yapan araştırmacılar, paylaşım başladığı an utancın hayatta kalamadığını söylüyorlar. Empati, utancı yok ediyor. Kendi bedenlerimizden utanmamaya başlamamız ve başkalarına da bu konuda yardımcı olabilmemizin yolu iletişimle açılacak. Amargi’nin “Adına da Derler Seks!” sayısının açtığı tartışma hiç kapanmasın. Ailemizleyken, arkadaşlarımızlayken, hatta tek başımızayken bize dayatılan cinselliği ve elbette cinselliksizliği, sohbetlerimizden ve düşüncelerimizden hiç eksik bırakmayalım. Çünkü öz be öz bedenlerimizi konuşma hakkımızı “Başka konu mu kalmadı?” sorusuna cüret edebilenlerin elinden alıp, kendimizin kılmamız gerekiyor.

Share Button