Biz İki Kadın, Mücadeleye Devam Edeceğiz!
Sonay Tezcan
Ben Kastaş Kauçuk Fabrikası’nda bir buçuk yıldır çalışmaktaydım. Size dışarıdaki insanların burada çalışmak için can attığı fabrikamızı biraz anlatayım: Bu fabrikanın işçilere cazip görünmesinin sebebi hafta içi ve cumartesi günleri çok sık mesaiye kalınmaması, ikramiye ve erzak yardımı verilmesi. Özellikle işçi kadınlar ev işleri ve çocuk bakımı yükü nedeniyle mesaisi olmayan Kastaş’ı bulunmaz nimet gibi görüyor. Erkek işçiler ise diğer fabrikalara göre performans zammını daha çok alıyor. Tabii ki bu kötünün iyisi koşullardan faydalanmanın bir karşılığı var. Emeğini satarken onurunu da satacaksın! Birçok fabrikada köleleştirme uygulamaları patronların doğal silahı, fakat bizim fabrikamızda bu sistematik, planlı ve örgütlü bir biçimde uygulanıyor.
500’e yakın çalışanın olduğu fabrikamızın 250 kadarı kadın işçi.
Fabrikada uygulanan performans sisteminden bahsedecek olursam, saat başına çıkartman gereken mal sayısı üzerine kurulu bir sistem. Buna, baskı kurmanın daha yasal kurgusu da diyebiliriz. Sabah 8’den akşam 6’ya kadar hangi maldan ne kadar çıkarttığını yazdığın defterlerde kaç dakika tuvaleti kullandığını veya makine ayarıyla uğraştığını da yazmanı isteyerek her anına müdahale edebiliyorlar. Eğer hedef sayıyı çıkaramazsan formen [ustabaşı] tarafından herkesin gözü önünde dakikalarca azarlanıyorsun. Tuvalette 5 dakikadan fazla durduğunda ne yaptığını soruyor ya da tuvaletin önünde dikilip denetime başlıyor.
Aynı işi yapan iki işçi çoğunlukla yakın sayılar çıkarıyor. Biri daha fazla çıkardığında diğeri, “sen niye yapamıyorsun?” diyerek azarlanıyor. Dolayısıyla performans sistemi insanları birbiriyle rekabet ettiren, güvensizleştiren ve yalnızlaştıran bir rol oynarken, hedefler yükseldikçe ve işçilerin birlik olma zemini parçalanırken patron her gün daha fazla kâr elde etmiş ve bunu koruma altına almış oluyor. Patrona bu zenginliği kazandırması karşılığında formen, kadın işçilere istediği rahatlıkta hakaret edebiliyor, aşağılayabiliyor ve kendi özel istekleri uğruna kullanabiliyor. Formen, kadın işçilere sözlü ve fiziki tacizde bulunuyor. Kadınların dış görünüşleriyle alay ediyor, kocalarıyla ilişkisini sorabiliyor, “zilli bebeğim” diyerek yanağından makas alabiliyor. İşçiler ise bütün bu onursuzlaştırma, baskı ve sömürü altında ezilmeye mahkum ediliyor.
Diğer yandan, yemekhaneyle üçüncü kalite yemek üzerine anlaşarak, işçinin sağlıklı ve hijyenik yemek hakkına saldırarak tasarruf ediliyor. Yemeklerin içinden kurt, saç, tırnak, sinek, plastik parça gibi aklınıza gelemeyecek nesneler çıkıyor ve ucuz malzeme yüzünden bir çok işçi mide hastası oluyor. Buna karşılık bir hafta yemek yemeyen işçilere müdür gelip “Arkadaşlar sizin evinizde de böyle şeyler olabilir. Yazık değil mi çöpe atılıyor her gün onca yemek?!” diyerek ucuz ve kötü yemek kabullendirilmeye çalışılıyor.
250 kadın için sadece 6 tuvalet var ve yeterince hijyenik tutulmuyor. Şikayet ettiğinde göstermelik temizleme yapılıyor ve daha sonra yine aynı periyoda geri dönülüyor.
İşçinin haklarına bir diğer saldırı da, bir gün izin aldığında iki günlük yevmiyenin kesilmesi. Yasalara aykırı bu uygulama tabii ki müdür ve insan kaynakları yönetiminin bir diğer köleleştirme saldırısı. Asgari ücretle çalışan bir işçi için iki günlük yevmiye ya pazar parası ya da çocuklarının harçlığı. Dolayısıyla bunu kaybetmemek uğruna işçiler hasta da olsalar, önemli işleri de olsa izin almamaya zorlanıyor. Veya izin alanlar sırf eksik para almamak için gönüllü mesaiye kalıyorlar. Kestikleri para da tabii ki prestiji büyük Kastaş patronunun cebine kalıyor.
Kadın işçiler 10 yıl çalışmış olsa bile asgari ücretin en fazla 100 lira fazlasını alabiliyorken, erkek işçiler daha ilk girişte 100 lira farkla başlıyorlar ve performans zammını ilk yıllarından itibaren almaya başlıyorlar. Kadın işçiler zam istediklerinde “siz eve ek gelirsiniz, ne zammı?!” deniyor. Erkek işçilere sayı sistemi uygulanmazken kadınlara uygulanıyor. Dolayısıyla kadın işçileri sayı sistemi ve baskıyla ayrıştıran Kastaş yönetimi kadın ve erkekleri de bu uygulamalarla ayrıştırıyor ve örgütsüzlüğü sağlamlaştırıyor.
Gelelim yönetimin, hakkını arayan işçilere uyguladıkları yönteme… Herhangi bir şeye karşı çıktığında fabrikada farklı bölümlere sürülüyorsun. Yapamadığın işlere veriliyor ve sürgün olduğunu bilen arkadaşlarının kötü tutumlarıyla karşılaşıyorsun. Son bir yıldır Kastaş bir diğer hukuksuzluğa daha imza attı. Kıdem ve ihbar tazminatlarını vermemek için işçiler, işi bırakana kadar baskı ve tehditle oradan oraya sürülüyor ve zaafları bulunup işçilere değişik biçimlerde yükleniliyor. Müdür, formen ve insan kaynakları bu işi örgütlü bir biçimde sürdürüyor.
Biz bütün bu baskı, sömürü ve onursuzlaştırma koşullarına karşı örgütlenme çalışması başlattık. Aslında daha işe girdiğimiz ilk günden beri hiç susmamıştık. Toplumun edilgen, güvensiz yapısı ve özellikle kadınları ikincil gören bu sistemi döne döne teşhir ettik. Sendikaya kendiliğinden üye olan bir arkadaşımızın atılması örgütlenme sürecimizi durdurdu. Daha sonra yine kendiliğinden üye olan arkadaşları atmayıp mobbing uyguladılar. Solak bir işçiyi sağ elle çalışılacak makineye verdiler, mesaiye kalmak istemeyeni mesaili bölüme geçirdiler. Bu üye işçilere gelip selam veren arkadaşları dahi, insan kaynakları sorguya çekti ve yalnızlaştırdı. Yine insan kaynakları tarafından odaya kapatılıp baskılara maruz kaldılar. Vardiyalı çalışan arkadaşımızı vardiyadan çıkartarak, aldığı gece farkı ve mesai parasını ücretinden düşürerek ekonomik sıkıntı yaşattılar. Birkaç ay direnseler de daha fazla başa çıkamayan arkadaşlarımız işi bıraktılar.
Ben ve Kardelen, örgütlenmenin önüne çıkan bu baskı politikalarını ve onursuzlaştırmaya boyun eğen, kabullendirilen bu uygulamaları teşhir etmek için bir yazı yazdık ve kadınların soyunma odasındaki dolaplarına bu yazıları bıraktık. Hem iyi hem kötü tepkiler gördük. Kötü tepkilerin sahipleri çoğunlukla baskı uygulamalarının parçası olanlardı. Sonrasında bu işi bizim yaptığımızı bilmemelerine rağmen, birkaç işçinin formene isimlerimizi verdiğine şahit olduk. Fakat bizi insan kaynaklarından çağırmadılar. Çünkü daha önce meslek hastalığı yüzünden Kastaş’a dava açan bir işçi için keşif yapılacaktı ve bunun geçmesini bekliyorlardı. Bu keşif heyetine delil göstermek için son birkaç gündür iş güvenlikçi ile işçilere egzersiz yaptırıp videoya kaydediyorlardı. Yine bir egzersiz vaktinde Kardelen iş güvenlikçinin elinden mikrofonu aldı ve içerideki koşulları bir kez daha teşhir etti, yönetimden açıklama beklediğini söyledi. Bu sırada sesleri duyup ben de çalıştığım depo bölümünden onun yanına geldim. Ben de formen ve müdürün yüzüne karşı konuştum ve bunların hesabını vereceğini söyledim. O sırada müdür beni kolumdan tutup makinenin üstüne doğru fırlattı. Arkadaşlarım beni tuttu. Daha sonra gelip küfür etti. Ve insan kaynaklarından gelip işimize son verdiler.
Atıldığımız 25 Mart gününden itibaren kapı önünde direnişe başladık. Bizim arkadaşlarımız bu kapıdan hep ağlayarak ve dostlarıyla vedalaştırılmadan güvenlik eşliğinde çıktı. Biz bu şekilde çıkıp gitmek istemedik. Çünkü biliyoruz ki hemen her fabrikada işçi kadınlar, bu yaşadıklarımızın daha azını veya daha fazlasını yaşıyorlar. Sömürüyü sürdürmek adına kadın işçilerin kimlikleri eziliyor, baskı ve onursuzlaştırmayı daha şiddetli yaşıyorlar. Toplumun algısındaki ikincil konum, bunu kökleştiren, sürdüren ve koruyan devlet politikaları daha fazla kâr elde etmek isteyen patronların hizmetinde!
Çadır açtığımız ilk gün polis bizi darp ederek ve hakaret ederek gözaltına aldığında onlara “içerideki hukuksuzluğa, mobbinge, tacize müdahale edin!” dedik. Ama polis bunu yapmak yerine patronun imdadına hemen yetişerek bize saldırdı. Daha sonrasında biz direnişimizi yaymaya başladık. İlk günden itibaren Ege İşçi Birliği Facebook Sayfası’ndan sesimizi duyuruyoruz. Bir çok destek eylemi örgütlendi, her gün bir çok fabrikadan örgütlü veya örgütsüz işçi dostlarımız bizi ziyarete geldi.
İlk hafta polis bizi “terörist” ilan etti. İktidarı desteklemeyen herkesin “terörist” olduğunu iddia eden iktidar, toplumun algısını da şekillendiriyor. Bu sebeple haksızlıklara karşı çıkan işçileri de hedef tahtasına çakıyor. Biz solcu ve sosyalist kimliğimizi hiçbir zaman saklamadık. Zaten bu terör demogojisi de uzun süremedi! Sendikaların, kadın topluluklarının ve devrimci kurumların destek verdiği bir eylem gerçekleştirdik fabrika önünde. Bu, içerde çalışan işçileri çok etkiledi. Yalnız olmadığımızı, destek gördüğümüzü anlamaları da onlara cesaret verdi. Biz dışarıda durmaya başladığımız günden beri formen ve müdür geri adım atmış durumda. Artık önceki gibi rahat hareket edemiyor.
Bir imza kampanyası başlattık. Herkesi bütün işçi kadınların talebi olan taleplerimizi sahiplenmeye ve mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz.
Biz taleplerimiz kabul edilene kadar direnişi sürdürmeye çalışacağız.
Kadın işçilerin başlattığı imza kampanyasına destek vermek için: