İlla Aya mı Çıkıp Yaşayalım?

Burcu Tunakan

Sinop’ta santral uğruna talan edilen alana gittiğimizde uçsuz bucaksız bir katliamla karşılaşıyoruz: yalnızca bu yıl kesilen ağaç sayısı 225 bin!

Yaz biterken doğanın değişimini, güzelliğini ve asiliğini en iyi Karadeniz’de izleyebilir, hatta eşsiz doğa ile efsunlanabilirsiniz. Ancak rant uğruna su ve ağaç kıyımları devam ederse, bir süre sonra bu cümleyi –di’li geçmiş zaman kullanarak düzeltmemiz gerekecek. Karadeniz’in batısından doğusuna kadar uzanan muhteşem sahil şeridinde sizi içine çeken Karadeniz’in yanı sıra, içeriye doğru girdikçe aşık olacağınız bambaşka bir dünya yaşıyor. Elbette ki insanlığın doğa sömürüsü tüm gücüyle devam ediyor. Karadeniz’in güzel insanları, aynı zamanda kendi özel yaşam alanları olan bu yerlerde, olan gücüyle bir direniş sürdürüyor. Bu direnişin en önemli noktası ise, mücadelenin bayrağı kadınların elinde olmazsa kazanımların yaşanamayacağının herkesçe biliniyor olması.

“Bir kadın olarak benim ülkem yoktur. Bir kadın olarak bütün dünya benim ülkemdir.” Virginia Woolf

fatsa_web02Ağustos ayının sonlarında, yaşam mücadelelerine destek olmak amacıyla Karadeniz İsyandadır Platformu bir yaşam yolculuğu düzenledi. Zonguldak Ereğli’den başlayan yolculuğun Fatsa’ya kadar olan kısmında ekoloji mücadelelerinden tanıdığımız bir isim, TBMM Çevre Komisyonu Üyesi ve CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur da bize eşlik etti. Onun bizlerle olması hem medyanın dikkatini bu alanlara çekmemize hem de mücadele veren insanların umut tazelemesine bir vesile oldu.

Yolculuk boyunca üzerimize rant uğruna düşen karanlıklar ve dayanışma ile gelen aydınlıklarla ilerledik. Ereğli’de ve Bartın-Amasra hattında bulunan termik santral projeleri, Sinop’ta yeni bir Çernobil faciasına sebep olabilecek nükleer santral projesi, Ordu-Fatsa’da siyanürle arama yapan altın madeni ve HES projeleri, Doğu Karadeniz’in gürül gürül akan derelerini kurutan ve doğa talanına sebep olan yüzlerce Hidro Elektrik Santral (HES) projesi ve taş ocakları tüm karanlığıyla daha onay süreçleri tamamlanmadan bile kara bir bulut gibi doğa üzerine çökmüş durumda.

“Termik Santrale İnat Yaşasın Hayat!”

Yolculuğumuzun ilk durağı Zonguldak’ın Ereğli İlçesi’nde Yalı Boyu köyleri olarak adlandırılan Bayat ve Ballıca köyleriydi. Bizi umutla karşılayan Ereğli Çevre Platformu eşliğinde, Yalı Boyu köylerini fazlasıyla etkileyecek iki termik santral projesinin planlandığı alan olan Kireçlik Koyu’nda kamp kurduk. Bu koyda yapılması planlanan termik santrallerin ikisi de, Batı Karadeniz’de büyük bir hakimiyet sağlamış Hattat Holding’e bağlı firmalar tarafından projelendirilmiş durumdaydı. Hattat Holding kömür ocaklarında istihdam alanı yaratarak bölge insanlarının bir kısmını çoktan yanına çekmiş.

Daha önce Bülent Ecevit Üniversitesi’ne Su Ürünleri Fakültesi yapılması için tahsis edilen koyda, 2 yıl boyunca herhangi bir adım atılmayınca üniversite hukuki olarak hakkını kaybetmiş ve bu alan şu anda firmaların eline verilmek üzere hazır ve nazır! Ekolojik mücadelelerde en büyük sıkıntı bol keseden dağıtılan ÇED olumlu raporları: Türkiye’de 1993’ten 2014’e kadar, yaklaşık 2400 ‘ÇED Olumlu’ raporu verilmiş. Ancak, yalnızca 38 tane ÇED Olumsuz raporu verilmiş. Ayrıca, bu koyda yapılması planlanan proje hem biyolojik yaşamı olumsuz etkileyecek hem de koya bir liman yapılması gerekecek. Termik santral için saatte yaklaşık 500 ton kömür yakılacak ve bölge halkı burada yaşayamaz hale gelecek.

Köylerde yaşayan insanlarla konuştuğumuzda ise Karadeniz kadınının inatçı ve dik duruşunu görüyoruz. Ballıca Köyü sakinlerinden Güler Civelek ile sohbet ederken, köylülerin hem işten atılma korkusuna tanık oluyoruz, hem de hayati tehlikenin bilincinde olduklarını öğreniyoruz: “Kömür ocaklarında pek çok akrabamız, komşumuz çalışıyor. Hepsini de tehdit ediyorlarmış. Santrale karşı gelen yakınlarının fotoğraflarını gösterip işten atarız seni diyorlarmış. Ama durmayacağız biz. O makinelerle buraya geldiklerinde önüne yatacağız. 80-90 yaşında annelerimizle birlikte yatacağız o makinelerin önüne. Anlatıyorlar, duvarlarımıza kadar siyah olacakmışız. Ama ben çocuklarımın ciğerini karartmam kızım. Ezip geçsinler geçebilirlerse!”

Bu sözlerin ardından mıdır bilinmez, Ereğli’den Eylül ayında güzel bir haber alıyoruz: “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’yla yaptığımız yazışmalar sonucunda, Kireçlik’te kurulması düşünülen termik santralle ilgili olarak, ilgili firmaya ÇED Raporu’nu hazırlamak ve bakanlığa sunmak üzere tanınan süre içerisinde rapor sunulmadığı için, Bakanlık tarafından ÇED sürecinin sonlandırıldığını öğrendik.”

“Bir Problem Yoktur” vs. “Tehlikenin Farkındayız”

amasra_web01

Zonguldak’ı ardımıza ve aklımızın bir köşesine alıp ikinci durağımız olan Amasra’ya bağlı Çapak Koyu’na geçtik. Amasra, Batı Karadeniz’in en önemli turizm bölgesi ve UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’nde yer alıyor. Buradaki tehlike de Ereğli’de olduğu gibi, Hattat Holding’e bağlı bir firma olan Hema A.Ş. tarafından planlanmış bir termik santral. Bartın Platformu ve Amasra Platformu eşliğinde tam da 1 Eylül Barış Günü’nde mücadeleye destek olmak için hem Amasra merkezde hem de termik santralden en çok etkilenecek köylerde bu talana karşı duran halkla bir araya geldik. Mayıs ayında Bartın Platformu’nun gerçekleştirdiği eylemden bir kare gözümün önüne: “Tehlikenin Farkındayız”. Evet, burada halk tehlikenin farkında ve kirli oyunların karşısında.

Santral en çok, koya 3km uzaklıktaki Tarlaağzı Köyü’nü ve 2km uzaklıktaki Gömü Köyü’nü etkileyecek. Çed raporuna itiraz için 42 bin kişinin imzası toplanmış ve bakanlık henüz karar vermiş durumda değil. Amasra Platformu’ndan Yurdanur Topçu, “Böyle bir direnişte, biz merkezdekilerden çok köylerde yaşayan insanlara, özellikle de kadınlarımıza ihtiyaç var. Ancak Hattat Holding kadınların eşlerine, oğullarına kömür ocaklarında olduğu gibi santralde de iş vaat ediyor. Bu da kırılmalar yaşanmasına sebep oluyor. Holding bir de cd dağıttı, cd’ye bakın ve meğer termik santral ne kadar güzel bir şeymiş(!) siz de görün,” diyor. Dağıtılan cd’yi izlediğimizde ise santralin hayat karartan bir işletmeden öte ağaçlar, çiçekler, böcekler içerisinde huzurlu ve son derece sağlıklı bir işletme profili ile tanıtıldığını görüyoruz. Bölgede madenci hastalığı olarak bilinen akciğer kanserinin yaygınlığına rağmen İl Sağlık Müdürlüğü’nün “Bir problem yoktur” açıklamasını yaptığını da sanırım tam burada not düşmek gerekiyor. Esas önemli nokta ise kayıplara rağmen kömür madeninden henüz kömür çıkarılmamış olması. Her ay neredeyse düzenli olarak yaşanan kayıplar ve şirket sahiplerinin tutumu, insan hayatına önem verilmediğini açıkça gözler önüne seriyor. En son Ekim ayında yaşanan göçükte verilen canların ardından Bartın Platformu yaptığı açıklama ile her zaman olduğu gibi holdingin ipliğini pazara çıkarıyor, ama devlet nezdinde nafile…

amasra_web02Hattat Holding’in buradaki amacı taşkömürü çıkarmaktan çok termik santral kurmak olarak görülüyor. Bartın Platformu, şirket tarafından elde tutulan madenleri santrale bir paravan olarak açıklıyor: “Şirketin Tarlaağzı-Gömü köylerinde yapmak istediği dev liman, bu termik santraller için gereken kömürün yurt dışından getirileceğini kanıtlamaktadır. Yani ölen işçiler kömür çıkarmak için değil, şirketin termik santral yapmak için paravan olarak kullandığı maden işletme gösterisinin kurbanıdır.”

Yolculuk kapsamında Tarlaağzı ve Gömü köylerini ziyaret ettik. Her iki köyde de kadınların arasına karışıp sohbet başladım. Tarlaağzı Köyü’nde 60’lı yaşlarda bir kadın ile firma hakkında konuşurken, Hattat’ın bir hınç ve gözyaşına sebep olduğunu görüyoruz: “Bir tek Soma’da ölmüyorlar. Daha yeni kaybetti benim ablam torununu. Canımız gitti bizim. Kaç kişinin canı gidiyor ama duyan yok. Hele bir gelsinler buraya, elimize ne geçerse, heriflere sopa bize oklağacın, saldırmaz mıyız kızım?” Ardından köy meydanında muhtardan platformdakilere, Karadeniz İsyandadırPlatformu’ndan köy halkına kadar eline mikrofonu alan her ses aynı şeyi vurguluyor: “Kadınlar yürüyecek, biz onların ardında dimdik duracağız!”

Gömü Köyü’nde de durum farksız. Her yerde “Termiksiz Yaşam İstiyorum” posterlerini görebiliyoruz. İşsiz kalma korkusu, ölümle mücadele, santral yapımı için araştırmaya gelen Çinli görevliler ve dayanışma. Gömü Köyü’nden ayrılırken Sevil Ablamızın söylediği cümle kulaklarımdan gitmiyor: “Evimde misafir edeyim seni kızım. Şimdi hazırlıksız yakalandım, doyuramam hepinizi, pek kalabalıksınız. Ama siz bu açgözlüler gibi değilsiniz belli. Canımızı almağa değil, yüzümüzü güldürmeye gelmişiniz. Bir daha geliverdiğinde, güzel günlere gelesin inşallah. Evimde misafir edem, kutlama yaparız.”

Sinop Kıyameti: Pek Yakında

Fatsa_web01Türkiye’de şu an Sinop ve Mersin Akkuyu olmak üzere, iki ayrı bölgede nükleer santral kurulması planlanıyor. Sinop için verilen ilk kararda santrale verilen arazi 60 bin metrekarelik bir alana kurulmasıymış. Ancak alan içerisinde köyler bulunduğu için, 12.500 metrekarelik bir alana düşürülmüş. Tabii, bu alan Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından tahsis ediliyor. Yani devlet göz göre göre yeni bir Çernobil faciası için alan tahsis ediyor. Sinop’ta santral uğruna talan edilen alana gittiğimizde uçsuz bucaksız bir katliamla karşılaşıyoruz: yalnızca bu yıl kesilen ağaç sayısı 225 bin!

Kamp alanında gerçekleştirdiğimiz forumda, herkesin aklında aynı şey var: “Nükleer Santral yalnızca Sinop’un değil, tüm şehirlerin derdi!” Forumda çıkan en gür seslerden biri de Melda Onur’dan yükseliyor: “Bu santrali buraya yapamayacaklar. Sinop, gördüğüm en güzel şehirlerden birisi. Bunun kıyameti kopar.”

Kopabilecek kıyametin ilk adımı ise Hüseyin Ürkmez’den geldi: Nükleersiz Türkiye için Kürekle Karadeniz! Sinop’ta kurulması planlanan nükleer enerji santralini protesto etmek için kürek çekerek ilerledi. Amacı Çernobil’i yaşamış hafızaları biraz canlandırmak ve farkındalık yaratmaktı. Karadeniz’in doğusu Hopa’dan başlayarak batıya doğru bir hareketlenmeye vesile oldu. Gittiği her ilde bir basın açıklaması okundu, Karadenizlinin günlük yaşamanın içerisine girmeyi başardı. Hatta tüm Türkiye’de büyük bir farkındalık yarattı. Elbette ki Hüseyin Ürkmez ile kalmayacağı belli. Yaşam Yolculuğu’nda alınan karar sonrası Ekim ayı içerisinde mecliste görüşmeler yapıldı. Görünen o ki, nükleer santraldan vazgeçilmezse Melda Onur’un dediği kıyamet kopacak.

“Ölüler Altın Takmaz”

Fatsa dendiğinde çoğumuzun aklına gelen, “Fatsa Deneyimi”dir. Dünyada pek çok üniversitede ders olarak okutulan bir deneyimdir Fatsa; hem bir yerel yönetim hem de hoşgörülü, özgürlükçü sosyalizm. Fatsa’nın 14 Temmuz 1980 öncesi günlere dönünce insanların toplanarak kararlarını kendi başlarına aldığını görürüz. Şimdilerde ise Fatsa ve Ünye halkının yerine kararlar verilerek, yaşam alanları işgal ediliyor. Bir tarafta HES mücadelesi verilirken, diğer bir tarafta Bergama’dan aşina olduğumuz siyanürle altın arama işlemi uygulanacak bir maden işletmesine karşı bir mücadele başlamış durumda.

fatsa_web03Tüm bu doğal alan mücadelelerine karşı yılmadan direnen Ordu Doğa ve Yaşam Alanlarını Koruma Platformu üyesi Gül Arslan ile Fatsa merkezde bulunan imza standında buluştuk. Süreç üzerine konuşup biz de kampanyaya destek verdik. Bu sırada bir pankart çarpıyor gözüme: “Ölüler Altın Takmaz”.

Yaklaşık bir yıl önce maden işletmesi için başlatılan çalışmalarda 100 dönümlük bir arazide kıyım yaşanmış. Yaşam yolculuğu başlamadan birkaç gün önce, 24 Ağustos’ta ilk eylem gerçekleştirilmiş. Köylüler ve çevre platformları işletmeye yürümüş, ellerinde bahçelerinden topladıkları ürünleri ile tepkilerini dile getirmişti. Çevre platformundan Gül Arslan yaşananlara bakışını aktarıyor: “Yaklaşık 5 yıldır HES’lerle mücadele ediyoruz. Suyumuzu, derelerimizi korumaya karşı mücadele ediyoruz. Burası hepimizin. Sadece çevre köylerin değil ve ne yazık ki Türkiye’de son hızla yaban hayat yok ediliyor. Ormanlar yok ediliyor. Sadece maden deyip geçmemek lazım. Kullanılacak olan ister siyanür olsun ister başka bir şey olsun kimyasallar suyumuzu havamızı zehirleyecek. Dolayısıyla burada tarımda yapılamayacak. Aç kalacağız, bizden ne istiyorlar, topraklarımızı bırakıp gidip köle mi olacağız?”

Bu mücadelenin kahramanlarından bir diğeri ise Rize’nin Pazar İlçesi’nde görev yapan Kocahisar Köyü’nden İmam Zeki Fidan. Çernobil patlaması yüzünden 3 yıldır kanser tedavisi gören Fidan, haber aldıktan sonra izin alarak köye gidip fotoğraflar çekmiş ve köy köy dolaşarak olacaklardan bahsetmiş. Ancak durumdan haberleri geç olduğu için civar köylerden işe alımlar başlanmış. Bu durum da yine önceki ziyaret ettiğimiz yerlerdeki gibi işsizlik korkusunu beraberinde getiriyor. Fidan Ağustos ayında gerçekleştirilen eylemde aktardıklarını yineliyor: “Burada insanlarımızın gelecekte sakat doğmaması, burada yaşayabilmesi, tabiatımızın zarar görmemesi, mısırımı, fasulyemi, fındığımı, meyvemi yiyebilmem için bir mücadele veriyoruz. Bu mücadelemize sonuç alana kadar da devam edeceğiz. Bu bulunduğumuz bölgede kaya mezarlarımız var. En az bin yıl önce yapılmış eserler. Bunlar Kültür Bakanlığı tarafından hiç görülmüş ve araştırılmış değil. Biz buranın devletimiz tarafından incelenmesini hatta sit alanı ilan edilmesini ve turizme açılmasını istiyoruz.”

İşletmenin hemen karşısında bulunan kamp alanımızda, kendi fındıklığında bizleri Güldane Kısacık karşılıyor. Güldane Abla ve ailesi kışın İstanbul’da ikâmet ediyor, bahar aylarında memleketlerine gelip kendi mahsüllerini ekip, biçiyor, topluyor. Eylül ayında ise tekrar İstanbul’a göç ediyor. Geçimlerinin bir kısmını bu topraklardan kazanan aile de durumdan oldukça mutsuz. Üstelik her zaman kendi topraklarında olamadıkları için mücadeleye tam destek verememenin de üzüntüsünü yaşıyorlar: “Seneye gelip tüm topraklarımı kurumuş görmek istemiyorum. Biz belki burada kalmayacağız, zehirlenmeyeceğiz. Ama toprağımız, eşimiz, dostumuz zehirlenecek. Köye domuzlar inmeye milletin mahsülünü yemeye başladı. Oradaki orman kesilmeden önce hiç böyle şeyler yaşamazdık biz.”

Eregli_webKampımızı kurduktan sonra köy içinde gerçekleşen bir kınaya misafir edildik. Yöresel yemeklerle karnımızı doyurup gelin ve damadı tebrik ettikten sonra ise Erenyurt Köyü’ne inip köy kahvesinde halkla buluştuk. Metalurji Mühendisleri Odası Halk Sağlığı ve Ekoloji Komisyonu Başkanı Cemalettin Küçük, hem bizi hem de köy halkını siyanürle altın aramanın ne anlama geldiği ve sonucunda nasıl bir vahşet gerçekleşeceğine dair yaptığı sunum ile aydınlattı. Aynı zamanda Karadenizli olan Cemalettin Hoca’nın sunumu ardından köylüler zaten istemedikleri madenin yalnızca topraklarına değil tüm yaşantılarına ve geleceklerine etki edeceğini öğrendiklerinde ise sanırım Fatsa’daki en duygu dolu anları yaşadık. Günlerini kahvede geçiren erkeklerin hınçla birlik olduğunu görmek bir yana, kadınların haykırışları ve isyanları, işte Karadeniz kadınının isyanı doğanın isyanıdır dedirtiyor bize. Yaşam için isyan diyor, Sevim Abla’dan Gülnaz Teyze’ye adını öğrenebildiğim öğrenemediğim tüm kadınlara umutla sarılarak ayrılıyorum. Bu umudumun boşa olmadığını ise daha yolculuğun son durağı Arhavi’de aldığımız direniş haberi ile görüyoruz. Fatsa halkı direnişini büyütmeye başladı. Araçların önünü kesen Tepeköy halkı, 6 Ekim’de gerçekleşen “Siyanüre Hayır” mitingi, İstanbul’da gerçekleştirilen destek eylemleri ve en son maden işletmesi girişinde kitlesel bir basın açıklaması yaparak çadır direnişi ile Fatsa halkı bu kıyımı durduruna kadar ilerleyeceğini gösteriyor.

Ordu’nun bir diğer büyük sorunu ise HES mücadelesi. Kurşunçal ve Çiseli şelaleri arasına kurulması planlanan Selimiye HES projesi ile şelaleler yok olacak. Üstelik Çiseli Şelalesi’ne vardığımızda Gül Arslan’dan öğreniyoruz ki, daha önceki planlanan projeler ve bu proje ile zaten şelalenin suyunda bir azalma gözlemlenmeye başlamış. Kurşunçal Şelalesi ise Ordu’nun en büyük şelalesi.

“Uçurumun Kenarından Kurtardığım Köy”

Yolculuğumuzun beşinci durağı Andon Vadisi. Vadide yeni bir kıyıma sebep olacak HES projesine karşı iki büyük kahramanla buluşmaya gidiyoruz: HES projesine karşı açtığı dava uğruna ineğini satan Kazım Delal (Yurttaş Kazım) ile mücadele uğruna işten atılan Yusuf Esir. Biz oraya varmadan güzel de bir haber alıyoruz: “Mahkeme HES projesi için iptal kararı verdi!”

Yusuf Esir ve ailesi ile sıcacık sobalarının başına kuruluyor, Askoros Deresi’ni seyre daldığımız evlerinde hem sohbetleri hem de çayları ile içimizi ısıtan sıcacık bir gece geçiriyoruz. “12 Haziran 2012 burada HES’in başladığı tarih. O güne kadar herkese AKP’ye oy verin diyordum. O tarihten sonra ise hep tersini söylüyorum,” diyen Esir yaşananları anlatıyor. Karaağaçların nasıl tükendiğini, kestanelerin nasıl hastalandığını, doğanın bir bir nasıl tüketildiğini anlatıyor. Ve sonra soruyor: “İlla aya mı gidip yaşayalım? Bunun başka bir yolu yok mu?”

Yurttaş Kazım ve Derelerin Kardeşliği Platformundan Ömer Şan ile Esir ailesinin elinden enfes bir muhlama yiyerek yeni bir güne başlıyoruz. Rize’de yaşanan mücadeleyi en önemli kahraman Yurttaş Kazım’dan dinlemeye ve HES planlanan alan olan Paşaçukur’u incelemeye koyuluyoruz. Bölgede 1500’den fazla insan yaşıyor, ancak Yurttaş Kazım kendilerine 10-11 kişiden fazla bir destek çıkmadığını belirtiyor: “Bu su herkesindir. Ben burada kendim için değil 6 milyar insan için mücadele ediyorum. Bana teklif edilenleri bir bilseniz, başkası olsa çoktan çekip giderdi. Ama ben bu köyü uçurumun kenarından kurtarmayı seçtim.”

Kurtardığı deresinin üzerinde hoplaya zıplaya kıyılan yerleri gösterirken kurtardığı suya bakıp mutlu oluyor. Ayakkabılarımızı çıkarıp gidebildiğimiz yere kadar peşinden gidiyoruz. Karşısındaki bir kayalığa oturup imrenerek onu izliyoruz. Kulaklarımızda orada kalan sözleri ile ayrılıyoruz: “Buraya kimler kimler çekim yapmaya geldi de suya dokunmaya çekindiler sanki. Şimdiye kadar kimse benimle buralara kadar çıkmamıştı. Başkasınız. Sizi görünce suyu yalnızca kendim için kurtarmadığımdan emin oldum.”

“HESsizce Dağılın!”

arhavi_web01Ve Karadeniz Yaşam Yolculuğu’nda son kampımızı Arhavi Direniş Evi’nin hemen yanı başına kuruyoruz. Ciğani Deresi’nin hemen yanında Çılgın HES’e kafa tutmak için yapılan Direniş Evi. Çılgın HES olarak anılan projenin adı Kavak HES Projesi, çılgın olarak adlandırılmasının sebebi ise şehrin içerisinden geçiyor olması. HES projesi MNG kargo şirketine ait ve proje için Ciğani üzerine iki kaçak köprü yapılmış ve hâlâ yerinde duruyor. Ancak Arhavi Direniş Evi devlet arazisine 1,5 metre girdiği için bir süre önce eski yerinden kaldırılmış. Halk yılmıyor elbette, çardaklarını yine Ciğani’nin yanında olan yeni yerine taşımışlar, mücadeleye devam diyorlar. Buradaki ikilem buralarda yalnızca şirketlerle mücadele edilmediğini de açıkça göstermiş oluyor. Direniş Evi’nden Nazlı Demet Uyanık, “Bu olanlara göz yumamazdık, İstanbul’u çılgın projelerine alet ediyorlar direniyoruz da bu topraklarda izin vereceğiz mi sandılar?” sözleri ile İstanbul’dan kalkıp Arhavi’ye dönme sebebini açıkça belirtiyor.

Proje 2012’de başlamış ve 2013 yılında belediye imar planında değişiklik yapmış. Sonrasında birkaç arazi satılmış. 28 Ocak 2014’te bilirkişi incelemesi yapılmış ve bunun ardından en büyük eylemlerden biri gerçekleştirilmiş. Mart ayında direniş başladığı sırada da kaçak köprüler yapılmış. Mart ayında düzenlenen eyleme katılanlardan bazıları işlerinden atılmış. Ağustos ayında yürütmeyi durdurma kararı alınmış ve 18 Eylül’de gerçekleşen davada ÇED raporu iptal kararı verildi. Ciğani dışında bir de Kamilet’te projeler mevcut. Konaklı’da ve Kemer Köprü köylerinde 2 adet HES ve taş ocakları var. Kamilet ve Mençuna Şelalesi turizmin kalbi sayılan yerler. Ancak buralara ulaşana kadar taş ocakları için patlatılan dağları, ağaç kıyımını ve derenin çamura çevrilmesini gördüğümüz esnada Karadeniz İsyandadır Platformu’ndan Eren Dağıstanlı aktarıyor: “Burası için ‘Cennete giden yoldaki cehennem’ desek yeridir.”

Kamilet’in o buz gibi suyunda biraz kendimize gelip taşların üstünden suya atlarken çocuk oluyoruz. O çocukluk bir kez daha kızdırıyor, inadımızı bir kez daha hatırlatıyor bize. Karadeniz’de yıllardır süren bu kıyımlar devlet yardımıyla adeta hız kazanmış durumda. Ve bu sebeple Melda Onur’un yolculuk sırasında yapmış olduğu davete icabet etmeye karar veriliyor. Karadeniz’in her köşesinden insanlar toplanıp Ankara’ya meclise geliyor.

Karadeniz’in İsyan Ateşi Ankara’yı Sardı

Karadeniz İsyandadır Platformu öncülüğünde yaşam yolculuğunda direnişine destek verilen pek çok köy ve platformdan insanlar 21-22 Ekim tarihlerinde biraraya gelerek Mecliste Doğal Direniş var dedi. Mecliste görüşülen isimler şöyle: Bu ziyaretler sırasında Meclis Enerji Komisyonu başkanı İbrahim Halil Mazıcıoğlu, Çevre Komisyonu başkanı Erol Kaya, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkan Yardımcısı, Engin Altay, CHP Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan, CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçelebi, MHP Grup Başkanvekili Yusuf Halaçoğlu, HDP Milletvekili Levent Tüzel HDP Çevre Komisyon Üyesi Erol Dora. Tüm bu görüşmelere vesilen olan isimleri de unutmamak gerek elbette; yolculukta da bizlere eşlik eden İstanbul Milletvekili Melda Onur, yardımcıları Hande Coşkan ve Ender Doğan bu görüşmelerin kahramanlarından üçü.

“Yaşam Bizim, İsyan Hepimizin!” diyerek meclis bahçesinde basın açıklaması yapıldı. Görüşmelerin ardından gözler Ankara’ya çevrildi. Toprağını savunan tüm Karadenizli’ler ve onlara destek olan bizler dışında iktidarın da buna dur demesi gerekiyor.

Kâzım Delal’in dediği gibi bu su hepimizin, Gül Arslan’ın dediği gibi burası hepimizin ve bu yıkım sessizce durmayacak belki ama Arhavi Direniş Evi’ndeki pankartlarda yazdığı gibi, şirketler HESsizce dağılacaklar bir gün. Biz her gittiğimiz köyde gördük ki, kadınlar olmadan direniş olmaz. Ve kadınlar yalnızca kendi toprakları ya da kendi hayatları için değil hepimiz için ve her toprak parçası için direniyorlar. Çünkü Karadeniz kadınlarının emeği nasıl görmezden geliniyorsa, biliyorlar ki doğa da görmezden geliniyor.

Share Button