Anlatılan Kimin Hikayesi- İki Gün Bir Gece
Fatoş Usta
Belirlemek, yadsımaktır.
Spinoza
Kişisel çıkarın, ekonominin ve piyasa mekanizmasının esas varsayımlardan biri kabul edildiği klasik iktisat, çıkar-fayda kavramları üzerinden kendi “insan” tanımını yapar. Herhangi bir üniversitede okutulan temel iktisat kitaplarına göz atıldığında, toplumsalın vurgusunu yapabilecek tek bir başlık belki bulabiliriz; o da Hasan Bey’e yardım edince daha yüksek bir tatmin düzeyi elde eden Ahmet Bey’den başkası değildir.
“Ahmet Bey’in, Hasan Bey’in yaşam standardını bir mal gibi algıladığı ve Ahmet Bey’in tatmin düzeyinin Hasan Bey’in yaşam standardından etkilendiği varsayılmıştır. Bu varsayım, Ahmet Bey’in Hasan Bey’e gelirinin bir kısmını bağışlayarak daha yüksek bir tatmin elde edebileceğini içerir.”
Dardenne Kardeşler, son filmleri İki Gün Bir Gece’de (Two Days One Night) filmografilerine yabancı olmayan bir konuyla devam ediyorlar. Psikolojik sorunları nedeniyle bir süredir çalışamayan Sandra, işe başlayacağı sırada aslında işten çıkarılmak üzere olduğunu öğrenir. Çalıştığı kurumun patronu, Sandra’nın işe devam edebilmesini, bir bakıma aynı yerde görev yapmakta olan on altı kişinin tercihine bırakmış; söz konusu kişileri alacakları bin euroluk prim ile Sandra’nın işe devam etmesi arasında kararı verecek olan kişiler olarak tayin etmiştir. Çoğunluk alacağı primden vazgeçmeyi göze alırsa Sandra işe dönecek, aksi takdirde işten atılacak ve çalışan herkes primlerini almaya devam edecektir. Yapılan ilk oylama, yalnızca iki kişinin primden vazgeçmesi ile sonuçlanmıştır. Sandra’nın birlikte çalıştığı insanları işe devam edebilmesi yönünde oy kullanmaya ikna etmek için yalnızca bir hafta sonu; iki gün, bir gecesi vardır. Film, iki günlük bir sürede işsiz kalma tehlikesindeki birinin ikna kabiliyetine odaklanmıyor veya sürekli artan bir tempoda başarıya ulaşıp ulaşamayacağı bir maraton sergileme telaşında da değil (zaten böylesi bir kaygı Rosetta ve Çocuk adlı filmlerinden tanıdığımız Dardenne Kardeşler’in üslubu olmaktan çok uzak). Aksine psikolojik olarak hayli kırılgan ve başarmaktansa vazgeçmeye doğru itilen bir kadının peşine düşüp, tek tek kapıları çalıyoruz. Açılmayan kapılar için tekrar tepilen yollar, açılan her kapıda yinelenen sözcükler ve ustaca kurgulanan tekrarlar ile Sandra’ya ve diğer herkese öfkelenmeden şahit oluyoruz. Hikâyenin gidişatı gereği, işveren tarafından bireylerin vicdanıyla baş başa bırakılmış gibi görünen Sandra’yla birlikte ilerlerken, alacağı paradan vazgeçmeyen insanların seyircide öfke yaratmaması, işçilerin hepsinin işveren karşısında aynı konumda olduğunu göstermesi açısından önemli bir ayrıntı olarak kabul edilebilir. Seçilmiş kişinin Sandra olması, onun ruh sağlığı nedeniyle verimli bir işgücü olarak görülmemesinden kaynaklanıyor. Çalınan kapıların ardındaki herkesin birbiriyle oldukça benzer ve anlaşılır dertleri var: Ev taksidi, geçim sıkıntısı, okul parası. Sıralanan bu nedenlerden hiçbiri, Sandra’nın çalışmak zorunda olma nedenlerinden farklı değil. Fakat kendi durumunda hiçbir değişiklik yapmaksızın, insanlardan birinin ya da diğer on altısının durumuna müdahale edebilen işveren, klasik iktisadın birinin durumunu düzeltmeyi diğerinin vicdanına bırakan yaklaşımından pek de farklı görünmüyor. Böylelikle asıl sorumluluk karar verenden, gerçekte karar verme özgürlüğü pek de bulunmayanlara devredilmiş gibi görünüyor. Bu önemli ayrım sosyo-ekonomik meselelerin bireysel kararlarmış gibi görünmesinin ardındaki temel politik yöntemdir. Böylelikle koca bir yapı, özgür iradeleriyle karar verip eylemde bulunan bireylerin ardında görünmez kılınır. Hal böyleyken, Sandra’nın yanında yer alan ve almayan herkesin tavrı salt ahlaki bir ikilem halini almıştır; onunla yüz yüze bile gelmek istemeyen bir iş arkadaşının kapıyı açmamasında olduğu gibi, seyircinin kendiyle arasına bir mesafe koyduğu, bir yandan da anlaşılmaz kabul edemediği türden bir ahlaki ikilem.
Dardenne Kardeşler’in benzer konular çerçevesinde kurguladıkları filmleri göz önünde bulundurulduğunda belki de üzerinde en fazla düşünülmüş karakterlerinden biri Marion Cotillard’ın canlandırdığı Sandra olmuştur. Sandra, orta sınıf bir işçi. Düzenli olarak ve yeri geldiğinde artan sayıda kullandığı ilaçların antidepresan olduğunu anlamamız uzun sürmüyor. İşini kaybetme ihtimali, onu ilaçlarıyla görme sıklığımızı artırıyor. İşi için mücadele ettiği iki gün içerisinde, kendi deyimiyle “dilenmek” gibi bir konumda kaldığı için daha da kırılgan bir ruh haline bürünüyor. Onun vazgeçmek, yüzleşmek, mücadele etmek sarmalında dolaşan bu süreci işini geri kazanmaktan daha fazlasına, kendi benliğini yeniden kurmak gibi bir amaca hizmet ediyor. Bu bağlamda, “ruh bütünlüğü” tamamen bozulmuş gibi görünürken Sandra, onu bu hale getiren sürecin bizatihi kendisinde ayakta kalacak dinamikleri bir araya getirmek zorunda kalacaktır; gerek kendine olan güveni gerekse ahlaki tercihleri ile. Dardenne Kardeşler, “Belçika’da bir işçinin hayatı” olmaktan öteye giden bir hikâye kurgulayıp, işsizlik meselesini yarattıkları karakterin hayatında dolaysız bir etken şeklinde oluşturarak, İki Gün Bir Gece’yi diğer filmlerinden farklı bir noktaya taşımayı başarıyor.









