Ali…

aliguldiren

Anşa Ceyno GÜR ve Özel Kalamış Lisesi 6 Edebiyat A

Göktaşı düşmüş müydü bilmem dünyaya. Ama dinozorlar henüz ölmüştü hatırladığım. Biz çok gençtik…

Dünyadan daha temizdik. Dertlerimiz, sevgilerimiz, nefes alışımız bile temizdi.

Bıyıklar yeni terlemişti. Kız erkek hepimizinki. Güzellik kavramı pek gelişmemişti anlayacağınız.

Lise arkadaşıydık. Henüz olmuş, tam olmamış. Ham.

Lise arkadaşlıkları başkadır. En azından bizim zamanımızda öyleydi. Aileden fazla vakit geçirdiğimiz insanlar hayatı çözmeye daha yardımcıydı anneden babadan. Kişiliklerimizi bir hamur gibi yoğuruyorduk ellerimizde. Çok açtık hayata, meraklıydık her şeye, korkusuzduk, ne geldiyse başımızdan bundan gelirdi. Ama şanslıydık. Gelmedi çok şey başımıza. Büyüyorduk sadece.

“Yeter bıktık” diye mezuniyetimizi gözlerken “doymadık” diye bitti gitti o günler. Bütün kaderimiz bir sanırken, ayrı okullara, ayrı şehirlere, ayrı hayatlara sürüklendik. Anılarımızı, kahkahalarımızı, bir bakışla başlayan gülme krizlerimizi hatta aşklarımızı bıraktık tahta sıranın altında. Anılarımızı karakterlerimizde sakladık. Küçük kısa görüşmelerde, rastlaşmalarda güvende hissettik. Ama hayat güvenli bir yer değildi, biz devam ettik.

Yıllar geçti. Her şey aslına döner misali döndük birbirimize. En tatlı, en ergen, en hesapsız, en arsız, en tutarsız gülücüklerle güldük yeniden. Hatıralarımız dökülüyordu sere serpe. Utangaç tavırlılar hayatın arsız ama saf bıraktıklarıyla açıldılar. Konu konuyu açtı.

Sonra biri dedi ki;

“Ayşegül öldü…” Sessizlik… İç hesaplaşma… Vicdan sorgusu… Bir yolunu bulup kendini affetme… “Kanser oldu, bir sene önce vefat etti…” Nur içinde yatsın…

Çok canımız yanmadı. Ayşegül başkaydı. Bizden başka. Hiç arsızca gülmemişti Ayşegül. Güzel değildi. Çirkindi hatta. Çok konuşmazdı. Tuhaf yürürdü. Işıklı bir gülümsemesi vardı ama. Sınav ertelenince sessizce gülüp ellerini birbirine vurması, kibarca, sessizce tuttuğu alkış aklımda bir de. Vicdanlarımızla oynardı sanki. Acır mıydık? Belki. Vicdan sızısı gibi dururdu karşımızda. Kızardık belki de. Hüzün hissetmek istemeyecek kadar bencil bir hayat vardı üstümüze yeni yeni sinmiş. Ayşegül oradaydı, vardı. Ama yoktu. Bir şeye ilgisi var mıydı bilmezdik. Hangi müziği dinlerdi bilmezdik. Biz aşk çentikleri atarken hayat defterine kimseden hoşlanmış mıydı Ayşegül? Sormazdık. Niye yanımızda değildi? Ya da yanımızdaydı da görünmez miydi Ayşegül? Biz dünyayı sorgularken bunu merak etmezdik…

Biz kötü çocuklar değildik üstelik. Ölüm haberini aldıktan sonra hepimizin vicdanında depremler oldu bunu herkes öylesine güzel kelimelerle itiraf etti ki. Oysa hiç dalga geçmemiştik Ayşegül’le. Acımasız çocuklar değildik. Ama bu bizi “iyi” yapmaya yetmiyordu şimdi…

Ne Ayşegül rahatsız etti bizi, ne biz rahatsız ettik onu. Belki Ayşegül istemiyordu bizi. Belki ne yaşıyorsa ailesinde, özel hayatında biz bu kadarıyla bile iyi geliyorduk ona.

Kim bilir…

Ah Ayşegül…

Bir tek sen… Bir tek sen bilirsin her şeyi ve yoksun…

Üzücü haberi aldıktan sonra, hemen değil gerçekten “sonra”, bu iç hesaplaşmalarından sonra biri belki de biraz ihtiyatla “Ayşegül çok ünlü oldu” dedi.

Nasıl yani? Duymak istediğimden emin değildim. Ömrümün belli zamanlarında bana verdiği hüznü yine istemiyordu bünyem. Ayşegül gibi bir kızı ünlü yapan şeyin iyi bir şey olmadığı fikriyle boğuştum bir an. Ama hayat benden merak etmeyi, korktuğumun üstüne gitmeyi almamıştı. Arkadaşlarımı beraber yazıştığımız mesajda bırakıp Google’a girdim. Kim bilir en son ne zaman yazmıştım bu ismi bir yere. Ayşegül ARIKAN…
Oyuncu Ayşegül Arıkan, şu Ayşegül Arıkan, bu Ayşegül Arıkan… Onlar olamazdı.

Tek bir Ayşegül Arıkan haberinden alamıyordum gözümü.

“Rahim Kanserinden Ölen Bir Erkeğin Hikayesi”…

Bir çırpıda okudum. Bir çırpıda her şey oturdu yerli yerine…

Ah Ayşegül…

O gece sabaha kadar Ayşegül hakkında ne bulduysam okudum, seyrettim. Türkiye’nin ilk trans erkek örgütlenmesi Voltransın kurucusu, LGBT hareketinin önde gelen aktivistlerinden, lezbiyen, feminist… Ayşegül… Gözlerine baktım videolarda, sesini hatırladım, ellerini yine birbirine çırparak gülüyordu. Yine utangaç bir tavır, son derece kibar, kırmadan incitmeden konuşan Ayşegül. Hatırladım… Mimiklerini, gülüşünü. Ama onda hiç hatırlamadığım bir yaşamışlık ve güvenle yeni tanıştığım Ayşegül… Çirkin bir kız değildi artık hatta sevimli bir yakışıklılıkla duruyordu karşımda. Ve karmaşası bitmiş kalbinin yansımasıydı yüzündeki huzur. Gözüme ilişti sırt çantası. Çantanda neler taşıyordun kim bilir? Her gün toplumun sana yüklediklerini bir bir atıyordun o çantaya değil mi? Çok ağırdı değil mi Ayşegül? Ve biz hiç bilmedik yüklendiklerini…

Gözlerimden bir iki damla gözyaşı aktı. Biri içinde benim de olduğum koca bir toplum adına utanç diğeri senin adına mutluluk gözyaşlarıydı. Yakmadı yanağımı…

Büyük bir coşku duydum birden. Onu daha fazla tanıyabilmek için çırpınıyordum. Kendini bulmasına, savaşma gücüne, cesaretine, gücünü sarıp sarmalayan mütevazı haline hayran kalmıştım. Hastane süreci, aile ilişkileri, yaşadıkları… Cesaret dile gelmiş konuşuyordu karşımda. Ayşegül olarak, o görünmeyen, ezik kız olarak yaşayıp ölmüş olma ihtimalinin içimde yarattığı kızgınlık dolu üzüntü geçmiş, coşkulu, gururlu, rahatlamış, huzurlu ve hayranlık dolu bir üzüntüye dönüşmüştü. Ben “Ali Arıkan”a hayran olmuştum!
Mesajlara döndüm. Gururla söylüyorum ki bütün arkadaşlarım aynı hissediyordu. Hepsi seni okuyordu benim gibi. Bilir misin bilmem. O sessizliğinde duymuşsundur belki yüreğimizi. Biz iyi çocuklardık…

Keşkeler sardı kalbimi sonra. Keşke yanında olabilseydim, keşke cesaret verebilseydim, keşke feminist bir yürüyüşte beraber yürüyebilseydim onunla. Hiç haberim olmadı senden Ali. Affet beni…

İnsan olmak karmaşık bir durum. Biraz değil bayağı bencil insan. Bir süre sonra yazılarında, anılarında bizi aramaya başladığımı anladım. Kötü bir şey yapmış mıydık? Bilmeden bir kelimemiz, bir hareketimiz dokunmuş muydu kanına? Ya da şimdi itiraf edemeyen biri dokunmuş muydu acılarına?

Ali’ nin kendini keşfetmesinin 2007 yılında olduğunu öğrendim bir videosunda kendi sesinden. Bizi ciddiye alamayacak kadar kendisiyle uğraşıyordu, kendini çözmeye çalışıyordu belki de biz beraberken.

Ah Ali…

Kim bilir ne fırtınaların vardı içinde seni avaz avaz susturan…

Biz sormadık, sen söylemedin…

Beni sever miydin acaba? Hep feministtim ben kendimi bildim bileli. Okulda da. Severdin herhalde. Ben seni tanıyınca çok sevdim çünkü.

Ah Ali…

Yolunu bulmuş sana, duyduğum saygının yoğunluğunu anlatacak kelimem yok.

Yolunu ararken, yanında olmamanın verdiği hüznünü de…
Belki de biliyordun. Belki de şu anki aklımız lazımdı bizlere seni anlayabilmemiz için. Kendi cinsel kimliğimizle boğuşup, var olmaya çalışırken, cinsel kimlik hakkında tek bildiğimiz “kızlar kukulu, erkekler pipili olan” dan öteye gitmemişken mantığımıza zor gelirdi belki senin vücudunla kavganı bilmek. Bunu bize yüklemek istemedin belki. Yapayalnız buldun yolunu. Buna duyduğum saygı ve hayranlıkla beraber bu acıtıyor insanı be Ali…

Belki de bizle daha iyiydin. Dışarısı zordu senin için. Bilmiyorum. Ama senle tanışmayı bitirmedim daha. Öğreneceğim inan.

Ah be Ali…
Keşke bir anımız olsaydı…

Mezuniyet yemeğinde aynı masadaydık. Bir bu kaldı bana. Ayşegül de bizimle otursun yazık diyen o ukala vicdanımdan utanır haldeyim şimdi… Fotoğrafımızda gülümsüyorsun… Affedebilir misin peki? Helal edebilir misin hakkını?

Sözüm bitti Ali. Geç kaldım sana. Sen de erken gitmişsin be çocuk…

Huzurla, ışıklarla uyu Ali…
Seni tanıdığıma çok memnun oldum.

Hepimiz olduk…

Share Button