İnsanlar Ayrıntısız Olmalıymış*
Dilek Atlı
Ben bir orospuyum.
N’oldu? Kulağınızı mı tırmaladı? “Orospu muyum ben?” deseydim, daha mı az rahatsız olurdunuz? Ben daha mı terbiyeli, daha mı masum olurdum? Cevabı sizin vicdanınıza bıraksaydım! Utandırmak için sizi, bu cümleyi soru şeklinde kursaydım!? Yani hinlik yapsaydım, ikiyüzlülük etseydim?! Sizin gibi… Sizin gibi, gerçeklerden kaçsaydım. Yapmayın ya!
Merak edenler için söyleyeyim, ben orospuluğa tecavüze uğrayarak ya da mahallede en çok beğendiğim adamın altına yatarak başlamadım. Ben orospuluğa annemi öldürerek başladım. Üstelik öyle bir kere de değil, her gün öldürdüm onu. Beni doğuran kadını sırf beni bu dünyaya getirdi diye her gün öldürdüm. Doğrusunu isterseniz kendimi öldürmeye cesaretim olmadığı için, onun gerçekten öleceği güne kadar bekliyorum. Çünkü ben annemi çok severim. Eğer o ölürse ben de ölürüm, biliyorum. Çok mu saçma ya da çok mu dehşetengiz? Kusura bakmayın, orospuların kafası böyle çalışır.
Ama orospuluğun en güzel yanı bu farklı çalışan kafaya sahip olmak değil; fütursuzluğunun, çaresizliğinin ve zalimliğinin bir örtüsü olmasıdır. Bu nedenle, orospulara kimse ilişmez. Dayak yerler, yerden yere vurulurlar, bıçaklanırlar, öldürülürler ama insan orospu olunca ne yapsa ona dokunulmaz. Sanki içten içe bilirler; orospular, öyle bir acıyla sınanıp yanmıştırlar ki bu dünyada ne yapsalar hakları vardır. Sırf orospu oluşları, her türlü tepkilerine, davranışlarına ya da ne bileyim, anormalliklerine hak doğurur ve diğerleri tüm bunlara hürmet duymakla yükümlüdür.
Siz hiç bir orospunun gözlerine baktınız mı bilmem, ben her gün bakıyorum. O gözlerde, böyle bebeğinin içine oturmuş, karşısındakini suçlu hissettiren bir çizgi vardır. O yüzden orospuların gözlerinden çok memelerine ya da götlerine bakılır herhalde. Ben hiç bir orospunun gözleri güzel ya da manalı diye becerildiğini görmedim örneğin. Hayır, başıma da gelmedi; oysa benim gözlerim çok güzeldir. Ama herhalde diğer meslektaşlarımın olduğu gibi benim de gözlerimde aynı bakıştan bir çizgi var. Karşımda duran en mazbut, en günahsız ya da en kibar herif de olsa, “Senin yüzünden” diyen bir çizgi. “Orospuluğum senin yüzünden” diyen değil; “Şu anda dünyada aklına gelebilecek tüm pislikler, tüm onursuzluklar, zalimlikler ve sapıklıklar senin yüzünden” diyen bir çizgi. Çünkü az sonra beni becereceksin. Bir orospuyu… Yani, aslında bir bedeni değil; “orospuluk” sözcüğüne sıkışmış, son kalan ihtimalleri… Yani, yok edeceksin biraz daha, bu dünyada kalmış olduğuna inandığım güzellikleri, masumiyetleri ve umutları. Bunun için kimse bana kızmasın, çünkü erkekler olmasa ben olmazdım, orospuluk olmazdı. Eğer, bu dünyada orospuluk varsa kadınlar olduğu için değil, erkekler olduğu içindir.
Elbette bu kulak tırmalayan kelimeyi, mesleki olarak ele alıyorum. Sıfat olarak ele aldığımızda orospuluk, kadın-erkek ayrımına karşı, eşitlik ilkesine bağlı bir kelimedir. Zira, sıfatken kullanılan “orospu” sözcüğü vajinadan değil; karakterden kaynaklanır. Erkeklerin kadınlar gibi vajinası yoktur ama kadınlar kadar karakteri vardır, öyle değil mi? Neyse, konu benden sapıp toplumsal bir hal almasın. Hep topluma verdim zaten, biraz da kendime vermek istiyorum. İlgiyi yani…
Size hiç şaşırmayacağınız bir şey söyleyeyim örneğin: Ben de aşık oldum. Benim de ağzıma sıçıldı. Ama bu nedenle orospu olmadım elbette. Hani, birileri arkamdan “orospu” demiştir mutlaka, zaten bu sıkça kullanılan bir kelimedir. Üstelik erkeklerden çok kadınlar, diğer kadınlar için kullanır. Örneğin bir kadın, sevdiği bir adama ekşiyen başka bir kadın gördü mü, ne bileyim, şirkette kendisinden daha çok koltuk atlayan bir meslektaşını fark etti mi, sokakta bir kız kısa etek giyip cesurca salındı mı ya da en basitinden bir kadın diğerine “gıcık” oldu mu hemen “orospu” deyiverir. Sanki orospu olmak bu kadar kolay bir şeymiş gibi! Hem ben, kızınca kimseye sekreter ya da kimyager diyor muyum? Kimsenin mesleğini, hakaret sıfatı, küfür olarak kullanıyor muyum? Onların neden aklına hemen aynı meslek geliyor? Orospuluğun birleştirici gücü mü, yoksa kadın olmanın sonsuz sersemliği mi? Anlamıyorum ve buradan sesleniyorum: Siz de orospu olun, tek çatı altında birleşelim. Nasılsa, birileri de sizin orospu olduğunuzu düşünüyordur. Çünkü her kadın, diğerinin orospu olduğunu düşünür.
Her neyse konu neydi? Ha evet, benim aşık olmam. Durun anlatayım: Ben çok sevdim. Hem de “çok sevdim” demek, az kalacak kadar çok sevdim. Günün birinde bir kitap okumuştum, küçük bir kadının hikâyesi. O kitabı okuduktan sonra aşık olmaya karar verdim. Şaşırmayın, ben entelektüel bir orospuyum. Üniversite mezunu, şiir yazan, psikanalize meraklı, çok güzel kuru fasulye yapan, mevsimlerden şubatı seven (çünkü kimse sevmez şubatı, ha bir de otuz bir çekmez şubat!), az da olsa İngilizce kelam eden, Fransız sinemasına ilgili, Nutella’yı kızarmış ekmekle yiyen bir oros-kadınım. “Oros-kadın”lar farklı bir familyadır. Antropoloji okusaydım, tezim bu olabilirdi!
Kararlı biri olduğum için aşık da oldum elbette. Bir gün, daha ben orospu olmadan önce, “Yeryüzündeençoksevdiğimadam”ın kolunda Taksim’deki ıslak hamburgercilerin önünden anıta doğru yürüyorduk. Yeryüzündeençoksevdiğimadam, karşıdan gelen bir kadını işaret etti bana. Gözüme son derece normal gelen bu kadını illâ neden gösterme gereği duyduğunu anlayamadan kulağıma doğru hafifçe eğilerek, “Bak, bu hayat kadını” dedi. “Yani, seks işçisi mi?” dedim. Zira, bana bunu diyen sevgilimle İstiklal Caddesi’nde LGBTİ’lerle “Seks işçiliğine ve köleliğine son” diye bağırarak yürümüşlüğümüz de vardı. Ama işte erkek milleti: Çabuk unutur!
Ne olur biraz samimi olsak! “Hayat kadını” sözü bana oldum olası tuhaf gelir. Zoraki kibarlığın en samimiyetsiz şeklini almışlar, dobra dobra “orospu” demek varken, “hayat kadını” demişler. Yani, hayatın sillesini yemiş, doğrulamamış falan filan. Eminim ki bir takım erkek topluluğunun kibirli bir kibarlıkla koyduğu bir addır bu. Bir kadın topluluğu asla böyle bir isim tercih etmezdi. “Oros-kadın” adı bile daha bilimsel ve yaratıcı. Sanki ben, bir reklam şirketine ya da catering şirketine gidip iş başvurusunda bulunsam eski işimi sorduklarında “Hayat kadınıydım” desem, “Ha tamam o zaman, kaç yıl tecrübeniz var?” diye devam edecekler! “Orospuydum” desem, “Tövbe tövbe, atın şunu dışarı” diyecekler. En iyi ihtimalle tabi.
Yeryüzündeençoksevdiğimadam’ın bana “Bak, bu hayat kadını” diye yaptığı ilginç, ayrımcı ve saçma açıklamadan sonra ben hayretler içinde (Sevgilime hayret ederek) ona, “Nereden anladın?” dediğimi hatırlıyorum. O okka burunlu, ela gözlü Yeryüzündeençoksevdiğimadam bana, “Bacaklarından” demişti. “Bacaklarından belli olur bir hayat kadını.” Otomatikman yanımızdan sıyrılıp geçen normal görünümlü orospuya bakmıştım. Baktığım bacaklar, benimkilere benzemiyordu hakikaten. Daha yıpranmış, çarpılmış, genç bir kadına ait olmalarına rağmen varisli ve sanki şişkinceydiler. Ya da bunların hiçbiriydi. Belki insan nefeslerinin ağır yükünü taşıdıkları için farklıydılar. Bilemiyorum. Tek bildiğim, o günden sonra her kadının bacaklarına dikkatle bakar olduğumdur.
Yeryüzündeençoksevdiğimadam ile bir oyun oynamaya karar verdik o günden sonra: Bacaklar Sende oyunu. İsimi ben bulmuştum, “Elim Sende” oyunundan arakladığımı anlamışsınızdır herhalde. Bu oyunda, birlikte sokaklarda gezerken bir orospu fark ederse bana, “bacaklar sende” diyecekti. Ben de radarlarımı açıp orospumu bulacaktım. Yeryüzündeençoksevdiğimadam’ın orospuları nasıl bu kadar iyi tanıdığını sorgulamayı akıl etmezden önce, bu porsumuşluğuyla genç-yaşlı tüm orospulardaki ortak özelliğe takılmıştım. Acaba bu, sadece erkeklerin – orospudan hoşlanan erkeklerin – toplum içinde bir gizli işaret olarak okuyabildikleri seks endüstrisine ait sırlardan biri miydi? Ve ben, hayata dair bir gerçeği mi keşfediyordum geleceğin “hayat kadını” olarak?
İşte orospulukla ilgili ilk fikirlerim böyle oluştu. Bacaklarla! Elbette hayâl mayâl hatırladığım bir de Manukyan vardı. Gerçekten hayrandım Manukyan’a. Çocuk yaşta, televizyon kanallarının tekelden özele geçtiği yıllarda, omuzlarında siyah seyrek saçları, büyük renkli camlı gözlüğü, farklı bir aksanla konuşan Manukyan… “Acaba Manukya’nın bacakları nasıldı?” diye sormuştum bir gün Yeryüzündeençoksevdiğimadam’a. “Ne bileyim, hayatım. Nereden gelir böyle şeyler aklına? Hadi, benim karnım açıktı” demişti. Hep açtı zaten, hiç doymadı.
Çocuktum ve Manukyan hep vergi rekortmeni oluyordu. Demek iş kadınıydı, o zaman neden “hayat kadını” diyorlardı? Babama sordum. O da anneme, “Bu kızın ödevi yok mu? Ne biçim konuşuyor bu it eniği?” dedi. Ben de, “Öğretmenimiz vergi borcunun vatandaşlık ödevi olduğunu söyledi babaaaaaa” diye ukalalık yaptım. Ukalalığım götümde terlik olarak patladı.
Manukyan, bir iş ve hayat kadınıydı. Herkes, yani babam hariç herkes, Devlet Baba bile Manukyan’a saygı duyuyordu. O, iyi ve dürüst biriydi. Utanmıyor, aksine benim gibi ödevlerini yapıyor, örnek oluyordu. O zaman Manukyan, sadece adı tuhaf olan iyi bir iş-hayat kadınıydı. Yıllar sonra, “Bacaklar Sende” oyunu bana Manukyan’ı hatırlatınca, hemen Google’dan araştırmıştım. Hayretim ve bu mesleğe olan ilgim bir kez daha arttı: Aristokrat bir ailenin çocuğu olan Matild Manukyan, 1914 yılında doğmuş, 2001’de ölmüş, vergi rekortmeni Ermeni kökenli genelev patroniçesi olarak tarihimize geçmişti. Notre Dame de Sion mezunu Manukyan, sosyete terziliğinden Karaköy’de babasına ait binaların kirasını ödeyemeyen genelev işletmesine ortak olarak geçiş yapmıştı. Daha sonra işlettiği genelev sayısını 37’ye çıkarmıştı. Bu da yetmez gibi bir de genelevlerden kazandığı paraları gayrimenkule dönüştürerek ailesinden kalan gayrimenkul sayısını artırıp 6 kez vergi rekortmeni olmuş, ödüller almıştı. Artık şunu anlamıştım: Orospu olmasan bile orospuluk kaybettiren değil, kazandıran bir ideolojiydi. Manukyan, bir hayat kadını değildi. Ama, o da benim gibi orospulara saygı duyan biriydi.
Merak edenler için, Yeryüzündeençoksevdiğimadam’a gelince… Bir süre sonra yapacak daha iyi bir fikrimiz olmadığı için evlendik. Bir iki sene içinde benden vazgeçti. Çok yalvarmama rağmen beni terk etti. İlk karısını da aynı şekilde terk etmişti. Muhtemelen yeni evlendiği üçüncü karısının da başına aynı şey gelecek. Acaba ona da yoldan geçen orospuları gösterecek mi? Mesleğe saygım olmasa Yeryüzündeençoksevdiğimadam’a gidip, “Tanıdığım en büyük orospu sensin. Pardon, hayat kadını!” diyerek reverans vermek isterdim. Yoo hayır, “Pezevenk” demem. Meslek isimlerinin hakaret sıfatı olarak kullanılmasına karşıyım demiştim. Fakat, tüm bunların hiçbir önemi yok. Zaten ne diye anlattım onu da bilmiyorum. Çünkü burada önemli olan annem. Evet, annem…
Benim annem, belki sizin annenize benziyordur. Ama bilmiyorum babalarımız benziyor mu? Ben, kavgalarla büyüdüm. Babamın anneme ettiği küfürlerle… Yaratıcıdır babam, öyle küfürler eder ki zekasına hayran kalırsınız. Bana da küfür eder arada ama en nadidelerinden değil hani. İçkisi, kumarı yoktur. Kişiliği bozuktur. Ondan küfür eder, ne yapsın!? Yine de kendince bazı kuralları vardır: En ağır küfürde bile söylenmeyecek naziklikte kelimeleri kullanmamak gibi. Bu, ayrıca özen gösterdiği bir noktaydı babamın, farkındaydım. Ta ki bir gün anneme, “Orospu” diyene kadar. Daha önce hiç kullanmadığı bu kelime, evin ortasına ağır bir gülle gibi düştü. Üstelik, öyle sebepsiz, öyle sıradan bir anda. Annemin bakışı kaldı bir tek aklımda. En ağır küfürden daha ağır, en beter bedduadan daha beter o bakış. Ve bir de benim ağırlaşan kalbim. O an, annemi öldürmek istedim. Unutsun diye. Kalbi ağrımasın diye. Orospuluk ona yakışmaz diye. Babam nasıl yaptı da yakıştırabildi diye. İşte o günden sonra annemi her gün öldürdüm. Sırf o orospu olmasın diye ben orospu oldum.
Annem, elleri dualı, yüzü acıbadem kremi kokulu bir kadın. Sırtındaki kahverengi yeleği, ayağındaki eskimiş terlikleri, siyah örgülü saçları ve elinde babamın sevdiği şehriyeli pilav dolu tabakla sanki 38 yıllık evliliğinde ilk defa küfür yiyormuş gibi kalakaldı o gün. Ben, öyle hiçbir şeysiz kalakaldım. Babam kalmadı, gitti.
* Bu yazının esin kaynağı, Yılmaz Güney’in Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik öyküsündeki “Ben kendimden utandım, insanlar ayrıntısız olmalıymış… Bunu “orospu” dediğim karım söyledi” satırlarıdır.