12. Yüzyıldan Güncel Tavsiyeler: Tuhfetü’l-Müteehhilîn: Evlilik Armağanı

sandikceyiz

Neslihan Demirkol

Annesiz bir kız çocuğuysanız kadınların mahrem dünyalarına ilişkin pek bir bilginiz olmayabilir. En azından benim vakamda durum böyle gelişti. Annemin olduğu zamanlardan yaşça büyük kuzenlerle yapılan ağda partilerini hatırlıyorum ama ötesi boş. Bedenim gelişip dönüşürken neyin ne olduğunu her seferinde başka biri anlattı bana. Genellikle benden büyük, tanıdık/akraba ablalardı bunlar. Ama bu konuşmalar hep hedefe yönelik, bir defaya mahsus ve kendileriyle bağlantılı daha büyük bir gerçeğin adı anılmadan yapıldı ve geçildi. Dolayısıyla ne öncesinde ne de 28 yaşında evlenirken kimse benimle cinselliğe dair bir konuşma yapmadı. Sanırım isteseler de bu tür bir konuşmayı yapamazlardı. Geniş ailenin her yaştan kadınından uzakta, tek başıma büyümüş, dolayısıyla onlarla böyle bir mahrem dili kurma imkânını hiç bulamamış, ama daha da önemlisi onlara hiçbir konuda “otorite” rolü biçmemiş, akıl danışmamıştım. Yaşı bana en yakınlar için bile ben “o ne yaptığını bilir”dim, bu nedenle kimse akıl vermeye kalkmadı.

Cinselliği dokunarak, deneyerek ve okuyarak kendi kendime öğrendim. Burada “okuyarak öğrenmek” çok modern bir olgu gibi görünüyor. Oysa cinselliğe dair bilgilerin “kitap” yoluyla yayılmasının tarihi çok eskiye dayanıyor. İlter Uzel, androloji bilimine ilişkin kitapların Batı’daki tarihinin M. Ö. 5. yüzyılda yaşamış olan Hippokrates’e kadar gittiğini söylüyor. İslam coğrafyasında da androloji kitaplarına benzer yapıtlar bulunuyor: “Bâhnâme”. Bâhnâme, bir tür cinsel bilgiler ansiklopedisi. Bazılarında pornografik hikâyelere, minyatürlere rastlanmakla birlikte özellikle erken dönemdeki örneklerinin amacı cinsellik, dış görünüş, gebelikten korunma gibi konularda bilgi vermek.

İlter Uzel’in sadeleştirilmiş metniyle yayımladığı Tuhfetü’l-Müteehhilîn: Evlilik Armağanı adlı bâhnâme de bu kaidenin bir istisnası değil. Kitap, Halep’te yaşamış, Taberiyye’de kadılık ve tabiplik yapmış Şeyzerî’nin (ö. 1193) özgün dili Arapça olan el-Îzâh fî Esrâri’n-Nikâh adlı iki bölümden oluşan bâhnâmesinin kadınlarla ilgili olan ikinci bölümünün Türkçeye çevirisi (s. 21). Çevirmeni Tabip Mustafa Ebu’l-Feyz. Çevirmenin hayat hikâyesinin kesin çizgileri belli olmamakla birlikte, 18. yüzyıl ortalarında öldüğü sanılıyor, dolayısıyla çevirinin de aynı yüzyılın ilk yarısında yapıldığı söylenebilir (s. 20).

10 baptan oluşan kitapta kadın güzelliğinin unsurları, kadın cinsel organının sınıflandırılması ve özellikleri, ten güzelliği ve bunun için kullanılabilecek karışımlar, kıl çıkarmaya, dökmeye ya da rengini koyulaştırmaya yarayan tarifler, diş ve ağız bakımı, beslenmeye yönelik tavsiyeler ve şişmanlatıcı ilaçlar, kına tarifleri, koku giderici çözümler, kadının cinsel organının kusurlarını giderici reçeteler ve son olarak gebeliği kolaylaştırıcı, gebeliği önleyici, kıskançlığı giderici, sevgi ve bağlılığı artırıcı, şehveti çoğaltıcı bir dizi tarife yer verilmiş. Tariflerden bazılarının fantastik edebiyat metinlerindeki büyü tariflerini andırdığını söylemek gerek. Kılların çıkmasını önlemek üzere verilen şu tarif gibi: “Diğer terkip, yapılışı: Gölgede kurutulmuş kurbağa eti, tatlı su kurbağasının kanı, bure-i ahmer, mürdesenk, yanmış sedef. Her birinden eşit miktarda alınıp su ile yoğurulur, kasıkta olan kıllar yolunduktan sonra sürülürse bir daha kıl çıkmaz” (s. 47).

Kitapta yer alan tariflerin bir kısmında erkeklere özgü kaygılar özellikle öne çıkıyor. Hem bu kaygıların ifade ediliş biçimi hem de giderilmesine ilişkin çözüm önerileri söz konusu toplumun kadın-erkek ilişkileri hakkında bize bir ipucu sunuyor doğrusu. Burada bahsettiğimiz kaygıların erkeğin kendi cinsel gücüne ve bedenine dair olanlar olmadığını hatırlatayım, bunlar kitabın çevrilmeyen birinci bölümünün konusu (s. 17). Çevrilen kısımda öne çıkan ise başka bir erkekle/erkeklerle cinsel ilişkide bulunan kadını bundan vazgeçirme kaygısı. Kitaptaki “Ne zaman ki bir mahbubeyi kendine bağlamayı aklına koyar, senden başka kimse ile gerek nikah gerekse zina ile cima edemesin istiyorsan” (s. 63) ifadesi, en azından söz konusu dönemde – bu dönem kitabın kaynak metninin kaleme alındığı 12. yüzyıl ya da çevirinin yapıldığı 18. yüzyıl olabilir – bir kadın için nikah dışı cinsel beraberliğin mümkün olduğunu göstermesi açısından ilginç. Benim için bir başka ilginç nokta böyle durumdaki kadının lanetlenmesi yerine bunu önlemek için erkeğe şiddete başvurmak dışında bir çare sunulması. Bu derde deva niyetine verilen tariflerin hemen hemen hepsi aşağıdaki tarife benziyor. Kullanılacak hayvan değişebiliyor, gözümden kaçan olmadıysa listede kurt zekeri, kurt hayası, horoz ibiğinin kanı, sırtlan ödü, kuzgun kanı var: “Kitabın müellifi der ki; ne zaman bir mahbûbenin fercini senden başkası ile cima yapmaması için bağlamak istersen, kurt ödünü zekere sürüp cima yaparsan bir daha senden başkası ile cima yapamaz” (s. 62).

Kadın başkasıyla cinsellik yaşamasın isterken, erkeğin ikinci bir evlilik yapmak için çareler düşünmesi de dikkat çekici bir başka nokta. O dönemde kadın kıskançlığının, hatta kadının gücenmesinin erkek üzerinde caydırıcı etkisi olması bana ilginç geldi doğrusu. Kadının gücenmemesi için ya da kıskançlığından vazgeçip üzerine evlenilse bile buna razı olması için verilmiş tarifler var. Hatta “arpa çekilen değirmenin tozunun yağmur suyu ile karıştırılarak içirilmesi” tavsiyesinin “denendiği” notu da düşülmüş (s. 67).

sandikBâhnâmede dikkati çeken bir başka nokta, kadının cinsellikten zevk alanının erkek tarafından da arzulanması. Tariflerin bir kısmı, “Kadını cinsel açıdan nasıl daha arzulu hale getirirsiniz?” sorusuna cevap olarak veriliyor. Verilen tariflerin sonu “şehveti artar, [kadın] cimaa talip olur”, “sabrı kalmayıp erkeğinin üzerine atılır”, “sabr ü takati kalmayıp öyle yaklaşır ki kendisi teklif eder” (s. 67-68) cümleleriyle bağlanmış: “Diğer fayda: Kitab-ı Havâss’da belirtildiği gibi kadının başına bağladığı örtüye haberi olmadan bir kırmızı kurtçuk bağlasalar şehveti tahrik olup cimaa talip olur” (s. 67).

Fakat erkeğin tek isteğinin cinsel arzu olmadığı da anlaşılıyor. Çiftin arasındaki sevginin artırılması, kadının erkeğe sevgi yoluyla bağlanmasının yöntemleri de anlatılmış: “Diğer terkip: Cevamiü’l-Lezzât adlı kitapta yazılmıştır, bir kimse kendi menisini şekere bulayıp aşığına haberi yokken bir parça yedirirse daha fazla sevgi olup ona râm olur” (s. 63).

Kadının da cinsellikten zevk alması, zevkin karşılıklı olması, erkeğin kadının zevk alması için yapması gerekenler de bâhnâmede değinilen konular. Bugünkü durumla karşılaştırıldığında aklıma gelen ilk soru şu: Bu kadar eski ve köklü bir bilgiyi ne zaman unuttuk? Bu soruyu cevabın sadece kadına unutturulması, kadın cinselliğinin “ayıp”, “günah” bahanesiyle bastırılması bağlamında sormuyorum, erkeklerin 12. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar kırılmadan gelen bilgi zincirinin nerede koptuğunu da merak ediyorum.

Bâhnâmeye geri dönecek olursak yazar cinselliğe az istekli kadının nasıl şevke getirileceğini, kadın orgazmının nasıl bir şey olduğunu, cinsel uyumun önemini tek tek anlatıyor. “Şehvetlerinde hareket olmayıp cima istekleri az olan mahbûbeler” olarak nitelendirdiği kadınların sadece bedensel özellikleri nedeniyle değil, aynı zamanda “eri tarafından cimaa zorlan[dıkları]” (s. 38) için de cinsellikten soğuduklarını yazıyor. Böyle durumlar için erkeklere kadınlar üzerinde uygulanacak bir reçete sunmak yerine, tam olarak ne yapmaları gerektiğini anlatıyor: “Bu gibi mahbûbeleri öpüp okşayarak, sarılıp severek ve dudaklarından içerek şehvetlerini harekete geçirip cimaa rağbet etmelerini sağlamak gerekir” (s. 38). Ardından güzel bir cinsel birlikteliğin sırrını veriyor ki bugün bizim için pek de sır değil: “Eğer erkeğin ve mahbûbenin doyumları aynı anda oluyorsa, kadına göre ondan yüksek zevk ve lezzet bulunmaz ve bu onların aralarındaki ilgi ve sevginin artmasına neden olur” (s. 38). Bunun mümkün olmadığı durumlar için de erkeğe yol gösteriyor: “Erkeğe layık olanı ve yaraşanı, avradın doyumunu hissetmedikçe kendisi doyuma ulaşmış olsa bile aletini çekip almamasıdır, ta ki avrat da cimaından lezzet duysun” (s. 38). Bu bilgiler cepte olmakla birlikte sanırım bugün olduğu gibi o günlerde de temel sorulardan biri kadının doyuma ulaştığının nasıl anlaşılacağı. Yazarın bunun için de bir cevabı var. Metinde sade bir kadın orgazmı tarifi yapılıyor: “İnzalin belirtisi şudur: Ellerini ayaklarını bırakır, gözleri küçülür ve erkeği ile yüz yüze gelmekten utanıp kolunu yüzüne koyar ve alnı terleyip eklemleri gevşer ve titreme gelip şehvetinden erkeğine sarılır” (s. 38).

Kitabın ve çevirinin, bir erkek tarafından erkeklerin kullanımı için kaleme alındığını söylemek malumun ilamından başka bir şey değil elbette. Söz konusu dönemde ve sonrasında uzunca bir süre İslam toplumunda kadının okuma-yazma bilmesi son derece düşük bir ihtimal. Bilse bile bu kitabın kadının erişiminde olacağını düşünmek de iyimserlik olur. Elimizde Şeyzeri’nin kitabının tam çevirisi yok. Dolayısıyla onun önsözünden bilgileri nasıl elde ettiğini bilemiyoruz. Çevirmen Tabip Mustafa Ebu’l-Feyz de bu konuda kitap dışında bir kaynak göstermiyor. Ancak yine de aklıma şöyle bir hinlik gelmiyor değil: Bu tür kitapların doğrudan üreticisi ve tüketicisi kadın olmasa da kadın bedeniyle ilgili bilginin kaynağının kadınlar olduğunu varsayamaz mıyız? Kadına büyü yapıp kendinden başkasıyla sevişmesini önlemek, yahut kadının kıskançlığını gidererek ikinci kez evlenebilmek gibi konulara üretilen çarelerin erkek toplumunun ürettiği bilgiler olduğuna şüphe yok. Oysa gebe kalmak ya da kalmamak için alınan önlemler, kadın cinsel organının sıkılaşması, kayganlaşması, sıcaklığının artması gibi doğrudan kadın bedenini ilgilendiren ve kadın bedenine uygulanması gereken çözümlerin aslında nesilden nesile anadan kıza aktarıldığı ileri sürülebilir. Dolayısıyla yazılı kaynaklarda pek görünmeyen, tıbbın resmî tarihi içinde adları nadiren geçen kadın şifacıların, ebelerin aslında örtük olarak göründüğü bir metin olarak kabul ediyorum ben bu bâhnâmeyi. Şifacıların, ebelerin, kadınların adı geçmese de verilen tavsiyeler, karışımlar, bunların uygulanma biçimleri ancak bir kadından derlenebilecek bir bilgi gibi görünüyor. Bu açıdan bakılınca kitap, bir anlamda kadınlar arasında aktarılmaya değer görülen bilginin bir derlemesi halini alıyor.

Metin, 12. yüzyılda evlenmek üzere ya da evli olsak cinsellikle ilgili ne tür tavsiyeler, çözümler sunulabileceğine dair fikir veriyor. Yukarıda da belirttiğim gibi kendim bu tür tavsiyeler almadığım için konuların bugünkü sohbetlerle örtüşüp örtüşmediğini bilemiyorum. Ancak birçok sorunun günümüzde halen konuşulanlarla örtüştüğünü görmek mümkün. Ayrıca davranış düzeyindeki çözüm önerileri de bugünden bakınca çok yabancı gelmiyor. Karışımlar, tarifler söz konusu olduğunda muhteviyat yadırgatıcı olsa da, cinsel ürünler piyasasında arz edilenlerle aralarında işlev açısından benzerlik olduğu ortada. Demek ki cinsellikte kadına dair “sorunlar” pek de değişmemiş. Tuhfetü’l-Müteehhilîn: Evlilik Armağanı’ndan en övülen tarifi alıntılıyorum, sizin de ilgi çekici bulacağınızı umuyorum:

“Diğer terkip: Bu öyle bir ilaçtır ki, hekimler onda yedi türlü yarar görmüşlerdir. Birincisi: Ferci daraltıp bakire gibi eder. İkincisi: Fercin içini sıcak yapar. Üçüncüsü: Rahme kuvvet verir. Dördüncüsü: Fercin rahiyasını hoş eder. Beşincisi: Erkeğe süratle idrar çıkarttırır. Yani cimadan sonra arındırıcı idrar söktürüp mecrada bir şey bırakmaz. Altıncısı: Erkeğin menisini artırır yani lezzet çok olmakla beraber tabiat, meninin oluşmasına yardımcı olur ve çok meni hasıl eder. Yedincisi: Rahmin cazibesine kuvvet vermekle, bedenine cezbedip tam lezzet oluşturur. Kısacası Galenos bu ilacı çok methetmiştir.

Yapılışı: Sünbül, besbâne, merzengûş, za’ter-i berrî, kendir kabuğu, ıdhir, kırmızı gül, nar kabuğu, kendir kabuğu, andız; her birinden birer miskal. Bunlar dövülüp ban yağı ile yoğrulur, bir parça yüne bulanarak gündüzleri tutunulur, gece olduğunda çıkarılır ve çıkarıp cimaa başlanırsa fail ve mef’ule öyle bir lezzet verir ki tabir olunmaz (s. 60).

Share Button