Fatma
Hatice Meryem
Ne hilâldi kaşları ne bademdi gözleri, ne boyu servi ne saçı sırma. Yaşadığı devrin güzellik anlayışından fersah fersah uzak, düpedüz çirkindi. Çocuk yaşta geçirdiği sarılık yüzünden göz akları sarıya çalardı. Koyu kahve gözleri bu sarı bulanıklık içinden dünyaya çorak bir ada gibi bakardı. Çevresindekilerde takdir hissi uyandıracak hiçbir meziyete sahip değildi; kanaviçe işlemeyi denediyse de becerememişti. Bunca niteliksizliğine rağmen kocası onu el üstünde tutar, bir dediğini iki etmez, canı ne çekse koşar alırdı. Fatma’ydı adı.
Konu komşu ona gıptayla bakar, Fatma’nınki altın kaplı olmalı derlerdi. Bir alt tabaka latifesi gibi görünmekle beraber isabetli bir öngörüydü bu. Sarılık Fatma’nın çilliğini de vurmuş; ince, yumuşak, sarı bir zarla kaplamıştı. Dili, dudağı, hatta sağlam köklü kılları bile pasparıldı. Öyle ki eğer güneş hiç var olmasaydı bile Fatma’nın çilliğinden yayılan ışıkla geceler gündüze yahut en azından Norwegian night’lara dönüşebilirdi.
Kocası Fahim evlendikleri ilk gece ondaki tuhaflığı fark etmiş, önce korkup uzak durmuş, sonra talih kuşunun kafasına konduğunu düşünüp karısının bacakları arasındaki cennet bahçesini talan hissine kapılmıştı. Fatma’nın kapı dışarı çıkmasına izin vermiyor, her isteğini yerine getirmek suretiyle ona adeta hapis hayatı yaşatıyor, canı istedikçe çilliği tatlı bir bitki örtüsü gibi kaplayan sarı kılları çekip koparıyor, bir kuyumcuya götürüp satıyor, sevinçten havalara uçuyor, artık çalışmaya lüzum kalmadığını düşünüyor ve hatta bu haksız kazançla alemlerde günü gün ediyordu.
Canı çok yandığı için gözlerinden topur topur yaşlar akıtıyordu Fatma ise. Çektiği çileyi kimselere anlatamıyordu. Bir süre sonra gam kasavet ruhunu sardı ve bahtı gibi o da kararmaya başladı. O cânım parlak sarı geri çekiliyor, göz altlarından başlayan bir karartı dur durak bilmeksizin koyu bir gölge gibi yüzüne, boynundan aşağılara, gerdanına, çilliğine kadar dağılıyordu. Konu komşu gibi Fatma’nın kendisi de ölümcül bir hastalığa yakalandığını düşünürken böyle düşünmeyen bir kişi vardı, Fahim. Şafak attı adamda birden. Sanki olanlar zavallı Fatma’nın suçuymuş gibi de onu dövmeye başladı her gün her gün. “Eski haline dön çabuk!” diye bağırıyordu vurdukça.
Fatma’nın aklına havuç, maydonoz, balık gibi insanın cildini aydınlatacak yiyecekleri yemenin yanı sıra hamama koşmak da geldi. Kocasından izin istedi. Başka zamanlarda kapı dışarı adım atmasına izin vermeyen Fahim istemeye istemeye bu izni verdi.
Böylece elinde gümüşten tası, halis zeytinyağlı kalıp sabunu ve kesesiyle hamamın yolunu tuttu Fatma. Sabun köpüklerine boğdu kendini, çiçek gibi akladı pakladı ve Allah’a bol bol dua etmeyi de ihmal etmedi.
Yazık ki duaları kabul olmadı. Hamam aynasında gözüne pırıl pırıl görünen cildi eve girip de Fahim’i gördüğü an karardığından. Eh Fahim ne yapsın, ister istemez bastı odunu her yanına. Fatma yalvar yakar oldu; eğer hamama bir zaman daha gider, daha haşlak sularla yıkanır ve gövdesini zımparalar gibi kanatırcasına keseler ise eski haline döneceğine yeminler etti. Fahim imana geldi, odunu elinden bıraktı.
Bundan sonra her gün aynı güzergâhı elinde hamam takımı, aklında kara bahtı melul mahzun arşınlamaya başladı Fatma. Halini gören genç bir adam bir akşamüstü peşine takıldı. Arlı namuslu kadındı Fatma. Tabana kuvvet adımlarını hızlandırdı. Tay gibi koşmaya başladı. Adam da peşinden koştu ve tam köşeyi dönerken kolundan tutup ona kimi güzel sözler söyledi. Bunlar her kadının yüreğini çıra gibi tutuşturacak kadar güzel olmasa da, Fatma’nın onu eve almasına yetti. Genç adam aygırın tekiydi. Fatma’nın çilliğinin şavkıyla mahalle o gece ışığa kesti.
Fahim ertesi gün karısını som altına kesmiş görünce sebebini merak dahi etmedi. Fatma’yı derhal yatağa yatırıp bacak arasından avuç avuç kıl koparmaya başladı. Fatma ağlayıp feryat ettiyse de dinlemedi zorba.
Çektiği çileye artık bir son vermeye kararlı Fatma gecelerden bir gece bohçasını koluna taktığı gibi evden çıktı. Niyeti genç adamın yanına birkaç günlüğüne sığınmak, sonra da başının çaresine bakmaktı. Korkulu, endişeliydi yüreciği eli kapı tokmağına uzanırken. Böyle nice erkek duyulmuştu ki hazır bulduğunda kıyısına yanaşamayacakları taze ete murdar muamelesi yapan.
Kapı açıldı. Eşik eşik olalı beri böyle bir şeye şahit olmamıştı. Genç adamın kucaklamasıyla Fatma an be an altından toz zerrecikleriyle kaplanmaya başladı. Dili, dişleri dahil. Genç adam ona bakarken kamaşan gözlerini elleriyle kapamak zorunda kaldı.
Fatma bu işe o derece sevindi ki, tepişirken yerlere düşen saç tellerini, kılları tüyleri derleyip toplayıp genç adama uzattı ve eğer kendisine zulmetmez ise bundan sonra tatlı bir hayat sürebileceklerini söyledi. Gülüşüp sarılıştılar o dakika.
İşte böyle. Fatma gerçekten de uzun ve tatlı bir hayat sürdü. Kabri hâlen Edirnekapı mezarlığında olup bazı geceler semti kaplayan sarı bir ışık sızdırmaktadır.
Not: Pek bilinmez ama ülkemizin altın ihracatında son yüz yıldır hacimli bir yer kaplayan Burma A. Ş.’nin kökeni Fatma’nın çilliğine kadar uzanmaktadır.