“Bir Koca Yemeği Nasıl Pişirilir?” Üzerine Mülahazalar ve The Lunchbox (Dabba)

lunchbox_kocayemegi

Arzu Lermioğlu

İki göz ocak, uzun dar bir mutfak, üst kattan ara sıra aşağıya, mutfak penceresine sarkıtılan bir sepet; içinde baharatlarla, acı biberlerle, püf noktalarıyla, seslerle, seslenişlerle günü kaynatıp giden. Bir tutam koymalı yemeğe, daha fazlası değil, “Gör bak nasıl değişiyor tadı yemeğin,” diyor, yıllardır gözleri tavandaki dönen pervaneye dikili kalmış yatalak kocasına bakan, film boyunca hiç görünmeyen üst kat komşu, Deshpande anti (teyze).

The Lunchbox (Dabba), 2013 yapımı bir Ritesh Batra filmi. Filmi izleyene kadar Hindistan’da böyle bir uygulama olduğunu bilmezdim, yani sefertası uygulamasını. Memurların öğle yemekleri için, çoğunlukla kendi evlerinden hazırlanmış çeşit yemekler, sefertaslarında hazır edilip, bu iş için görevli dabbawalla (sefertası taşıyan adam)’larca taşınıp, önlerine konuluyor yemek vakti geldiğinde. Pek ilginç geldi.

Film, iyi işlediği, hatasız olduğu kabul edilen sistemde meydana gelen küçük karışıklık, tesadüf üzerine kurulu; Ila’nın (Nimrat Kaur) o dar mutfağında hazırladığı ince tatlar kocasının değil, başka bir adamın masasına bırakılmaya başlar, e tabii sehven. Filmin kısa mevzusu da bu. Memur Saajan (İrffan Khan) Ila’nın yemeklerini tadıp, bu işte bir tuhaflık olduğu sezmişse de anlayamıyor işin doğrusunu, tâ ki Ila’nın durumu bildiren bir mektupla sefertasını ona yeniden göndermesine dek. Oysa Ila, geçen akşam kocasının gözünün içine içine bakmış, yemekleri için ne diyeceğini merakla beklemişti? Yoksa kalbe giden yol mideden geçmiyor muydu? Ertesi gün, dolu sefertası memur Saajan’a içinde hem durumu izah eden hem de afiyetle yenilen yemekler için teşekkür niyetiyle yazılmış bir mektupla geri döner, sonraki günler mektuplar sefertasıyla gidip gelmeye başlar. Kocasıysa Ila’ya, ona neden her gün karnabahar yemeği gönderdiğini sorar, “Karnabaharı toptan mı aldın?” diye çıkışır hatta. Ila’nın iştah açan yemeklerini hiç tanımadığı bir adam tadıyordu şimdi, adam aklından çıkaramıyordu artık Ila’nın yemeklerini, belki yolunu gözledikleri artık mektuplardı. Öte tarafta tanıdığı, bildiği, sevdiği adam ise gittikçe yabancılaşıyor, uzaklaşıyor, hatta aldatacağı varmış ki (diyorum), bir de aldatıyordu bir başkasıyla. Ila emin değil artık. O yemekleri gerçekten kocası yemiş olsaydı da, onun kendisine bu hiç tanımadığı adamdan gelen mektupların ilham verici seyriyle yarışacak sözler edebileceğinden kuşkulu.

Ila, postaladığı sefertaslarıyla kendisinden yaşlı ve dul Saajan’ın hikayesini dinlemeye başlıyor, Saajan’da Ila’nın. Böylelikle dolaysız, müstesna bir “iletişim” kuruluyor aralarında, yemek kokan mektuplar sayesinde. Sonra, en sonunda, Ila soruyor, Saajan soruyor: Aynı anda bindikleri bu yanlış tren onları doğru istasyona götürebilir miydi?

Yemek bahanedir biraz, belki sadece hatırı sayılır bahanelerden, deyip durdu kulağıma film. Bundan öte etkili bir anlatım, daha birçok şeyden bahisle; Hindistan, rutin, yaşlılık, ölüm, yoksulluktan bahsetmiş bir hikâye izleyeceksiniz.

Tesadüf bu ya! Geçtiğimiz hafta sonu, Beylerbeyi’ndeydim, Elif’in bahçesinde oturuyoruz. Bahçede geniş rahat bir masa var, üstünde Elif’in Bodrum’dan getirdiği limonları dilimleyip içine attığı bir sürahi dolusu, keskin limon aromalı su duruyor. Su içmekte zorlananlar için güzel tarifler bunlar, bilirsiniz. Masa örtüsünü yenilemiş, dikkatimi çekiyor, üzerine iki çift laf ediyoruz. Köpoğlu Marvin etrafımızda, rahat durmuyor yine, kokluyor her birimizi, sırnaşıyor, dört dönüyor, göt vurup deviriyor, işte her zamankinden, heyecanlı Marvin. Masada bir de bir kaç kitap var, biri ortasından açılmış. Bizim Elif’in yemekle ilişkisi farklıdır, okulludur da, okur, araştırır, dener. Bu kitaplar da yemekle ilgili. Elif, ortadaki kitaplardan birini alıp ilk sayfasını açıp gösteriyor bana, başlık pek vurucu: “Bir Koca Yemeği Nasıl Pişirilir?” Dört yıllık evliyim, hemen yanımda da Mert oturuyor, yemek yapmaya meylimse, eh işte, şaka yollu başlık sanki bana hitap ediyor/etmeli gibi, Elif pek manalı gülüyor, “Oku oku,” diyor. Zaten ilk satırda başlığın garip durduğundan yazının kendisi de bahsediyor ya. Hem başlık, hem de altında yazanlar, gerçekten bi garipler ama. Genç evli hanımlara yol göstermek için, kalbe giden yollar üzerine, amme hizmeti kabilinden, bir erkeğin hayalinden kaleme alınmış. Yemek memek güzel şeyler tabii de şimdi filmden sonra aklıma gelince yeniden, içi daha da boşaldı başlık ve altındakilerin. Kalbe yürümek meselesinde yemeğin yerine genel-geçer bakıldığında, bi bakmışsın kadının bir zaman sonra çok işlevli bir mutfak aksesuarı haline gelmesi artık an meselesi, kabaca rahatlıkla, kabalıkla. Eksik, yanlış, bozuk artık ne derseniz deyin, Ila ve Saajan’ı şöyle diğer bir tarafa koyduktan, onları seyrettikten sonra, evet akla bunlar geldi.

Afiyet olsun.

İyi seyirler.

Share Button