Hiçbişiciği yok Mürüvet

Ayça Örer
Pazar arabasının yaylanan tekerlekleri “Bir kilo kayısı bile taşıyamam,” diyor. Oysa Mürüvet daha 3 kilo patates alacak. Pazar arabasının hayali lüks tabii, daha turfandaya yeni düşmüş kayısı hayal edecek para ne gezer?
Başı kalabalık bir tezgaha kıyın kıyın yanaşıp “Bir poşet açsana” diye ricalandı. Artık bu saatte kalanları seçmek de lüzumsuz ama belli mi olur, şöyle iyi bir domates bulsa, ne güzel yahnisini yapar.
Domates yahnisi deyince aklına hep 11 yaşında ölen Ömer’i gelir. Ömer, küçükleri. Annesi bahçesinde yetiştirdiği domatesleri toplarken hep eteğine yapışır, “Ana ya, yemeğini yapsana ya” diye sızlanırdı. Annesi oğulcuğuna kıyamaz, “Yapayım ama azıcık, emi?” Sonra salçaya ayırdığı domatesleri uykuya yatırır, ayırdığı domatesleri ocakta helmelerdi. Pirinçleri de kattı mı. Yoğurdu da döktü mü. Oh, Ömer’in o akşam deme keyfine.
Sonra öldü Ömer. Mürüvet’e kalsa ölmezdi ama öldü. Kızıl saçlıların hep uzun yaşadığını düşünürdü o. Çevresinde kızıl saçlı çok kadın vardı. O saçların kına, Ömer’inin mefta olduğunu anladığı gün bir kıyamet ağladı. Artık yanında kardeşçiği yok mu imiş?
Mürüvet. Ömrü okulda ismini düzelterek geçti:
“Evet efendim. R’den sonra ü var. Hı hı.” Nüfus memurlarının bonkörlüğü işte.
Bunu yinelemekten bıkmış olacak, çabuk bıraktı okulu. Ü harfini sevmez oldu. Üzüm bile yemez oldu.
Elinden pek güzel dikiş gelir. Dikiş yapmadığı nadir zamanlarda lif örer. Ördüğü lifleri önceleri eşe dosta dağıtırdı, şimdi mağazaya veriyor.
Minicik boyuna aldırış etmez upuzun saçları vardır. Canının pek sıkkın olduğu görünmez ya, eğer görülürse, “Nen var Mürüvet” diyenlere, “Hiçbişiciğim yok” cevabı meşhurdur. Bu cevabı vermediği zamanlarda uzun saçlarını şöyle bir atar, “Ay nem olacak, hava bunalttı” der.
Tezgaha verdiği lifler ve bütün mahallenin kadınlarını giydiren dikişler olmasa evine bir kuruş para girmez. Evi dediysek, orada yalnız değil. Kocası Yahya’yla oturur.
Yahya inşaat kalfasıdır ve bu işin baştacıdır. Yalan söylediği görülmedi ve işçilerin babası denilse yeri. Tam da bu yüzden 2 mevsimdir işsiz. Boşluğu delen derin sigaralar içiyor. Mürüvet kocasını çok sever ve ne zaman canının sıkıldığını hissetse, hemen saçlarını savurup, “Ay hava bunalttı, demi Bey?” der.
Yahya Bey hanımının bu gizli mesajını evvel ezel bildiğinden, “Aman bunaltan hava olsun” diye gülümser.
Mürüvet pazara her gidişinde bir şey eksik dönüyor. Erik mesela, ucuzlamadı ki meret alsın şurdan bir kese. Yaptığı hesaplar tutmayalı ne zamandır. Yahya Bey diyor ki, yeni bir inşaat varmış, orada başlasaymış. Yaşı da var şimdi adamın, korkmasın mı?
Mecbur. İnşaate başladığının ikinci haftasında pazar arabasına 2 kilo kayısı koydu, en ballısından.
Dönüşte eczaneye uzattı başını, “Emel Hanım gelmedi mi?”
Çarşıya çıkmış, öyle dedi kalfa. Tamam olmadı eve uğrayıp gelsin.
Evde durdu durmadı, poşetleri açar açmaz koştu eczaneye. Emel Hanım da taze gelmiş.
Uzun bir merakla oturdu. Reçete yaptıran yaşlıları ve allerjisi azmış bir çocuğun babasını, müzmin bir baş ağrısını bekledi.
En nihayet Emel döndü yüzünü. “Gel gel, içeri geçelim.”
Geçtiler. Hışır hışır bir sesle döndü, elinde upuzun bir çubuk.
“Şimdi buna işe, tamam mı?”
Mürüvet görmedi ama bildi ki, kıpkırmızıdır.
“Buna işeyemem ki ben, utanırım.”
Emel eşantiyonları sallayan bir kahkaha attı. “Dur ben sana bir plastik bardak vereyim. Doktordaki gibi ayol.”
Mürüvet ömrünün en kıymık dakikasını yaşadı. Belli belirsiz tek çizgiyle döndü odaya.
“Göremedim ben.”
Emel de baktı. O da göremedi.
“Sağlık olsun, genç kadınsın. İstersen bir doktora da gideriz.”
Mürüvet, sağ’dan sonrasını duymadı. Ama 5 yıl oldu, olmadı. Olsaydı, mesela adı da Ömer olsaydı. Yok yok. Genç ölenin ismi verilmez.
O kadar dalgın gitti ki eve, dalgınlık bir şehir olsaydı, o bütün sokaklarından geçmişti.
Eve gelince kapıyı ardına kadar açık buldu. Eşiği kanlı buldu. Yahya’nın yeleğini yerde buldu. Bir feryat ki nasıl koptu.
Onun telaşına kurtlar kuşlar üşüştü. Çalışma demişti, gitme demişti, senin inşaatte bu yaşta ne işin var demişti, dememiş miydi?
Ne kadar ağladıysa içinde yaş kalmadı.
Nihayet başını kaldırdığında mahallenin kalabalığı içinden Yahya’yı buldu.
“Hanım” dedi Yahya, “N’oldun, delirdin mi?”
Kapının önünde komşunun oğlu bisikletten düş sen, kafanı da çarp, ortalık kan revan, Yahya da onu öyle görünce bir koşu hastaneye, yelek falan kalır mı tabii?
Sımsıkı sarıldı minicik Mürüvet’e, “Neyin var senin?”
Mürüvet silkti omzunu, “Hiçbişeyciğim yok benim.”