Temizlik İspat İster

camasir

Selda Tunç

“Çamaşır suyu olmadan temizlik olur mu hiç!”

Temizliğin gündelik hayatımıza sızma şekillerinden ve kadınlarda yarattığı takıntılardan bahsetmek hep aklımda olan bir şeydi. Sonunda yazmaya, hafiflemeye karar verdim. Kadınlığın keskin deneyimlerinden biridir “anne olmak”. Annelik, kutsallık üzerinden çeşitli mitlerle yüceltilse de bir travmadır aynı zamanda. “Anne olmak” mekânla kurulan ilişkiyi baştan ayağa değiştirir. Bir anne için yeni evlenecek kızı annenin yaptığı gibi bir temizliği miras almak zorundadır. Ama asla annesi gibi temizlik yapamayacağının bilincinde olarak. “Anne olunca anlarsın”, “anne eli lezzeti”, “anne evi” gibi sözleriyle sınırlı bir mekâna ev içine uyum yaratma çabaları başlar. Peki, “anne evinde”, ya da ev içinde hissedilenler bu kadar güzel mi gerçekten? Peki ben neden “anne evinde” eşyaların izin verilse kaçıp gideceğini, eşyaların simetrisini, sürekli diken üstünde oturulma halini sevmiyorum. Çünkü bunların her biri kadının sırtında annelik maskesiyle taşıdığı bir yük ve bu yükün zihne ve bedene eziyeti büyük. Yükü sahiplenmek, bunu doğallaştırmak, “görev ve sorumluluk” bilinciyle yükü paylaşmamak ise en tehlikeli olanı.

Anneliğin “bilişsel haritası” temizlik üzerinden nasıl kuruluyor? Temizliğe yüklenen anlamlar nelerdir? Ben annem üzerinden annemin “bilişsel haritasından” “temizlik” kısımını çıkarıp almaya çalıştım. Temizlik yapmak bir aşamalar silsilesi, her bir deterjan ve bezin nasıl, ne şekilde bir yüzeyi temizleyeceğini bilmektir aynı zamanda. Bir koza gibi kendi kendini örer aşamalar. Hijyen ve temizliğin aşamaları vardır ve ben o aşamaların hangi basamağındayım bilmiyorum. Annemin bir haftalık hastalığından dolayı ara verdiği ev işleri görevini ben devralmıştım. Hangi aşamada olduğumu merak etmiyor değildim. Merakla anneme dönerek “nasıl olmuş” diye sordum, annem ise temizlik kovası içindeki kirin miktarını sorarak yaptığım temizliği ispat etmemi istedi. Bunun dışında temizlik yapmış sayılmıyormuşum. Oysaki geri gelmeyecek bir sürü zaman harcamıştım. Temizlik “kız çocuğuna” devredilen, eğer çalışıyorsa da kariyerin yanına sıkıştırılan “hem çalışıp hem ev kadını” olacaksın şeklinde bir sınavdı ve bu sınavı geçmek hiç kolay değildi. “Temizlik yapmak” öyle kolayca devredilemez, becerilemezdi. Anne olmanın kendini ispat noktalarından taviz vermek zordu. Ev içi emeğin, yıllarca görünmeyen yüzü, temizlik değil daha da temizlik istiyordu. Görünmeyen mikroplar ve “görünmeyen emek” arasında bağ kurabilir miydim? Yıllar önce köyden kente göçle birlikte “su yoktu, elektrik yoktu, her şeyi kendimiz yapıyorduk”, “annem bizi asker gibi yetiştirdi” diyordu annem. Bu emeğin gizli kalmış tarihsel sürecinin kentte tek karşılığı şimdi, bulaşık ve çamaşır makinelerinin annemin deyişiyle “bir nebze kolayladığı temizlikten” zevk almaktı. Düzen ve hijyenden…

“Evin düzeni, temizlik ve hijyenden” nasıl zevk alınır, ya da bu sayede “öteki” ile iletişime nasıl geçilir? Derslerde iletişim konusu anlatılırken gündelik hayat ıskalanır. Kitle iletişim araçları var, ileti, alıcı, kaynak, kod var. Ama nesneler ve yarattıkları imgeler en güçlü iletişim ve etkileşim araçlarıdır aslında. Kadınların “ilgi ve zevklerinden” biri olarak “temizlik ihtiyacı” ve bununla parelel gelişen “simetri hastalığı” tesadüf değildir. Kadınların ev içi emeğinin görünür olduğu yer bir “ötekinin temizliği” üzerine konuşmaktır. Balkondan diğer balkona sarkan çamaşırların beyazlığından, pencere açıkken uçuşan perdelerden, perdeler kapalıysa evin havalandırılmadığından anlaşılır temizlik. Bir konuşma konusu, kendini doğrulayan bir zeminde birikir temizlik. Temizliğin kişilerarası iletişimden, toplumsala uzanan tabloda en güçlü göstergesi ise çamaşırsuyudur. “Mutfakta kullandığın bezleri çamaşır suyuna basmazsan mikrop kaynar”. Mutlak temizlikte çamaşır suyunun yeri büyüktür. “Çamaşır suyuyla yapılan temizlik bellidir”, “Kokusundan anlaşılır”. Bu sözler temizliğin temizlikten duyulan hazzın ve dış dünyayla iletişim kurmanın bir biçimidir aynı zamanda. Ama temizliğin bilgisi, kadının ev mekânıyla kurduğu ilişkinin politik tarafını gizler. Çamaşır suyu, çamaşır suyuyla sınanan kir, deterjan markaları, kadın kendini evde ve sadece annelikle var ettikçe vazgeçilemez nesneler olmaya devam edeceklerdir. Bundan yirbeş yıl önce kazanda kaynayan “sakız gibi” çamaşırlar mutluluk kaynağıydı, annem için ve hala da öyle görünüyor. Ama “annelik”, “fedakârlık” “sabah altıda kalkardık, 4 çocuk, ev işi, yemek” dünyanın yükünü kirini sırtlandığını da bilerek yaşar bu mutluluğu. Bu yükün ağırlığı bedenine, gözlerine yansımış şekilde hem de.

“Anne” en mükemmelini “hiç büyümeyecek çocuğuna” en mükemmel olanını öğretmek “aktarmak” ister. Bunlardan biri de “temizliktir”. Okumuş, “kültürlü kızı” burun büküyordur böyle şeylere. Daralıp sokaklara atmak ister kendisini. Yapılabilir, halledilebilir şeylerdir. Büyütmeye gerek yoktur, hayatta dertlenip tasalanacak yığınla şey vardır oysa ki. Temizlik kendimizi “ötekinin” temizliği üzerinden kurmamıza yardım eder. Temizliklerini beğenmediğimiz kişilerle etkileşim ve iletişim kurarız kir, pas üzerinden. “Evin düzeni”, “dip köşe temizlik” ve “beyazlık” bunlar öylece olmuyor ya! ispatı gerekli. Temizlik ispat ister. Daha da parlak cilalı görünmek, karşılaştırılmak ister. Bunu en iyi yapan ise çamaşır suyudur. Her an tetikte, her daim ayakta, “beğeni” ve “hazzı” temizlik üzerinden gerçekleştirmek, Kocaman parkelerdeki en ufak siyah lekeyi görebilmek. Fazla uyuduğunda kendini suçlu hissetmek. Elbette bir yandan da “boşa emek bizimkisi dışarıda çalışmayı tercih ederdim” diyebilmek elbette ki içinde umut barındırır. Bu umutları körüklemek de bizim “görevimiz” olsun.

 

Share Button