Tarihin unuttuğu kadınlar
Seda Yılmaz
“Bilim alanında çalışan kadınların sakal bırakma riskini göze almaları gerekir. Immanuel Kant’ın belirttiği üzere, eğer bir kadın sakal bırakırsa, karşı cins üzerinde kullandığı müthiş gücü, yani cazibesi azalır.”
Feminist karikatürist Jacky Fleming, kendi tabiriyle kadınları tarihin çöp tenekesine tıkmak için ortaya atılan mantık dışı ve absürt fikirleri böyle parodileştiriyor. Fleming, The Trouble with Women (Sorun Kadınlarla İlgili) kitabında, ismi belki de hiç duyulmamış başarılı kadınları bir bir çöplükten çıkarıp okuyucuyla tanıştırıyor. Bu esnada, onların tarihe gömülmesinde elbirliğiyle çalışan erkekleri de anıyor. Mesela, Darwin’in, erkeğin biyolojik olarak kadından üstün olduğu iddiasını karikatürize ediyor. Araştırdıkça, rastladığı tüm kadınları not ederek bir yığın defter doldurduğundan söz ediyor.
“Çok sayıda kadının, okumak ya da çalışmak için erkek kılığına girmeyi tercih ettiğini öğrenmek benim için şaşırtıcıydı. İngiltere’nin ilk kadın doktoru Margaret Bulkley, James Barry ismini kullanarak, erkek kılığında dünyanın farklı ülkelerinde çalışan itibarlı bir cerrahtı. Tıp alanındaki ilk kadın do
ktorların tümü hayranlık uyandırıcı. Mesela, Pensilvanya Kadın Tıp Fakültesi’nde okumuş olan Suriyeli Musevi Thabat Islambooly’nin, Hintli ve Japon hemcinsleriyle 1885’te çekilmiş bir fotoğrafını kitapta çizdim. Einstein’ın takdirini toplayan Alman Emmy Noether parlak bir matematikçi olmasına karşın onun hakkında hiçbir şey duymadık. Bir Alman üniversitesinin kadrosuna katılmak üzere davet aldı; kadın olduğu için maaşlı bir çalışan olamadı. Annie Kopchovsky, dünyayı bisikletle gezen ilk kadındı. Nan Aspinwall, Kuzey Amerika’yı boydan boya at sırtında dolaştı.” Görünen o ki toplum, bildiğini okumak isteyen, çalışan ve üreten kadını hizaya getiremezse onu yok sayarak öcünü almış. Edilgen bir nesne olmayı reddeden kadın için bırakın tarihe geçmek, erkeklerin dev gölgelerinde kalmaktan kurtulmak bile mümkün olmamış. Bugün bile, Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu raporunun sonuçları, kadın-erkek maaş eşitsizliğinin kapanması için önümüzde 118 sene olduğunu gösteriyor. Toplumun, kadının önündeki engelleri kaldırma yönündeki çabasının hiç de yeterli olmadığı ortada. Yani, o dev gölge yerli yerinde duruyor.
Kadınlar dâhi olabilirler mi? Fleming, 50’li yıllarda New York’un sanat ortamını anlatan bir belgesel izlerken kadın sanatçılardan hiç söz edilmediğini fark edince bu soruyu Google’a yazmış. “Erkeklerin, yüzyıllardır kadınların rasyonel olmamalarının sebeplerini anlatıp durduklarını ve bu yüzden karar merciinin kendileri olduğuna inandıklarını gördüm. Kadınların neler başardıklarını öğrenseydik, cinsiyet eşitsizliğine dair tüm inanç sistemi doğal bir olgu olmaktan çıkardı. Eğer eşitsizliğin normal görünmesini istiyorsanız kadınları tarihten menetmek bir gereklilik.” Söyledikleri, 50’lerin sanat ortamının maçoluğundan faydalanarak hiç rahatsız edilmeden çalışma fırsatı bulduğunu söylemiş olan sanatçı Louise Bourgeois’yı getirdi aklıma. Ömrünün sonuna dek üreten sanatçının, sanat dünyası tarafından “tanınması” hayatının oldukça geç bir dönemine rastladı.
Yine de Bourgeois, sanatıyla var olmayı başardı. Ya onun kadar sebat gösteremeyenler? Ya da sebat göstermesine karşın sesini duyuramayanlar? Kitaptaki bir karikatür, tam da bu konuya parmak basıyor. “Kadınların yaptığı bazı sanat eserleri ezkaza mükemmel addedildi. Bu hata, tarihin çöp tenekesine atılmalarıyla kolaylıkla düzeltildi.”
Tarihin erkekler tarafından yazıldığı inancını pekiştiren en güçlü araçlardan biri eğitim. Okul sıralarında, gözü pek ve savaşçı padişahları, başarıdan başarıya koşan erkek liderleri, sanatta çığır açan erkek sanatçıları öğreniyoruz. Kadınlarınsa adı sanı yok. Fleming, halihazırdaki okul müfredatlarının sansürlü olduğunu düşünüyor. “Hepimiz öğretilenlerin doğruluğuna inanarak ve sadece birkaç istisnai kadının kayda değer şeyler yaptığını düşünerek büyüdük” diyor. Bunu o kadar içselleştiriyoruz ki öğrendiklerimize normal gözüyle bakıyoruz. Sanki kadınlar, tarih boyunca evlenip üremek dışında başka bir şey yapmamış!
İktidar sahibi bir aklı evvelin, “Kızlar okuyunca erkekler evlenecek kız bulamıyor” sözünü düşünüyorum ve Fleming’e soruyorum: “Neden erkekler halen kadınların temel görevinin evlenip çocuk doğurmak olduğunu düşünüyorlar?” Bunun, onlara bir güç ve kontrol hissi sağladığından bahsediyor. “19. yüzyılda, kadınlara seçme hakkı verildiği takdirde insan ırkının yok olacağından korkuluyordu. Bunun için, sözde bilimsel araştırmalarla yüksek öğrenimin kadınları hasta ettiği ve onların üreme kapasitelerini ortadan kaldırdığı söylendi. Mecbur bırakılmadıkça kadınların evlenmeyi ve çocuk doğurmayı istemeyeceğine inanmış olmalılar.”
Her şeye rağmen Fleming eşit bir geleceğe dair umut besliyor. “İnternet, kadınların yaşadıkları tecridi durdurma konusunda çok işe yaradı. Bugün, hayatlarımızda olan biten her şeyi paylaşabiliyoruz. Yalnızken bize kötü hissettiren şeylere artık müşterek paylaşılan tecrübeler gözüyle bakabiliyoruz. İlham veren geçmişimizi ne kadar ortaya çıkarırsak, kadınların hayatlarına dair karar mercii olmamalarını normalleştirmek o kadar güçleşir. Umarım bu kitap ümit verir ve güldürür.”