Tütün Kokan Ellerinden Öperim…(Zehra Kosova)
L. Gülden Treske
Zehra Kosova için…
[1910-18 Ağustos 2001]
Sandık, mezarlı, Samsunkari, Rumelikari, İskenderiyekari, tonga usûlü; tüm bunlar tütün denkleme işleri. Hepsi zahmetli ve ustalık gerektiriyor. Özellikle Samsunkari eski bir tütün denkleme tarzı olup, Ege tütünleri ve Bafra, Alaçam, Gerze ve Sinop tütünleri için kullanılıyor.
Tütünün kalite, boyut ve tav durumuna göre özel sandıkları var. Beceri ve deneyim isteyen Samsunkari denk için, çeşitli kalitede tütünlerden oluşan binlerce demet yapmak gerekiyor (Kosova, 1996: 59).1930’lu yıllarda Türkiye’de 30 bine yakın tütün işçisi var. Çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan, çok zor şartlarda, düşük ücretle çalışan geçici mevsimlik işçiler. Genellikle de Balkanlar’dan gelen göçmenler.
Zehra Kosova da bir tütün işçisi ve tütün yapma usûllerinin hepsini çok iyi biliyor. Bu yüzden bazen erkekler kadar saat ücreti alabiliyor.
Tütüncü bir ailenin çocuğu olan Kosova, 1910 yılında Kavala’da doğdu. 1924 yılında, mübadeleyle yerlerini yurtlarını bırakıp, ailece, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti topraklarına geldiler. Savaşlar nedeniyle yerinden yurdundan olan, tüm geçmişini denklere, balyalara paketleyen, ne ilk ve ne de son olacak bu kafilede Zehra, annesi, babası, ağabeyi, iki kız kardeşi, ablası ve eniştesi, yeğenleri ile bazı akrabaları da yer alıyordu.
Sakarya vapuruyla önce İstanbul’a gelip, kısa bir konaklamadan sonra Reşadiye vapuruyla Samsun’a geldiler. Daha sonra Kavala’dan gelen seksen hane, kurayla yerleri belirlenerek ayrıldı. Altı gün altı gece, konvoy halinde, bilmedikleri topraklardan, bilmedikleri köylerden geçerek Tokat’a vardılar. Misafirhanelerde ve devletin nüfusa göre verdiği ekmek, çorba ve benzeri yiyeceklerle geçen bir süreden sonra, iskân edilerek kendilerine verilen eve yerleştiler. Zehra Kosova on dört yaşlarındaydı. 1930’lu yıllara kadar, “bir iki yıl içinde, evimize topraklarımıza döneriz” umuduyla yaşayacaklardı. Yerleştikleri evin sahibi de gitmek zorunda kalan Tokat’ın papazıydı ve şimdi kim bilir nerelere savrulmuştu…
Evlerinde, bir tek berberlik yapan baba çalışıyordu. Anne ev kadını, çalışacak yaşta olanların bildiği tek iş tütün işçiliğiydi ve Tokat’ta o dönem tütün işi yoktu. Ancak daha sonra Tokat’ta bir tütün mağazası açılınca girebilecekleri bir işleri oldu: “Erkekler on, kadınlar iki buçuk kuruş yevmiye alıyordu” (Kosova, 1996: 17) ve bu çok az bir paraydı.
1930 yılında beş sene olan oturma izinleri bitiyordu. Zehra Kosova anılarında o zamana kadar, bir kaç sene içinde evlerine geri dönebilecekleri umudunu taşıdıklarını yazıyor ama dönemeyeceklerini de hissediyorlar artık. Birlikte Tokat’a geldikleri bazı aileler çalışmak için İstanbul’a, Samsun’a gitmeye başlıyor. Kosova Ailesi de Erbaa’ya göç ediyor. Zehra okulu bırakıp babasıyla beraber tütünde denk basma işinde çalışmaya başlıyor. İş bulduğu için çok seviniyor ama okulu bıraktığı için de çok üzülüyor. Bir yandan da, aklı İstanbul’da! Daha önceden İstanbul’a yerleşmiş olan ağabeyinin yanına giderek yine tütün işçisi olarak çalışmaya başlıyor. Sonradan, çalışıp biriktirdiği parayla anne ve babasını da İstanbul’a getirecek.
Kosova, 1931 yılında İstanbul’a abisinin yanına geldiğinde ilk intibasını şöyle dile getirir: “… Vapurdan indik ama, nasıl? Hamallar; genç, ihtiyar, elimizdeki zembili taşımak için çırpınıyorlar. Vapurun merdivenlerine giremeyen hamallar iplere asılıp vapura çıkıyorlardı. Ekmek parası için nasıl bir mücadeleydi bu, çok şaşırmıştım” (Girgin, 2005). Bazıları için hayatın neden bu kadar zor olduğu konusunda şaşkınlığı hep sürdü Zehra Kosova’nın; hep bu mücadele içinde, hep bu mücadele içindeki insanlar için çalıştı. İnsanların rahat yaşadığı, ezilmediği ve sömürülmediği bir dünya özlemiyle yaşadı.
Babasının verem hastalığından vefatıyla hayatı daha da zorlaştı. Annesi ve kız kardeşlerinin sorumluluğunu yüklendi. Tütün işçiliği mevsimlik bir iş olduğu için sık sık işsiz kalıyor; işsizlik dönemi uzadığında, bazen vapurdan inenlerin bavullarını taşıyarak hamallık yapıyor, bazen de daha tütün mevsimi geçmemiş çevre illere gidiyor, köylerde yanında getirdiği eşyaları satıyordu.
Kasımpaşa’da oturuyordu ve artık İstanbul’a alışmıştı. Çoğunluğu tütün işçisi olan bir arkadaş çevresi edinmişti. Bulunduğu işçi çevresinde Türkiye Komünist Partili işçi arkadaşlarıyla yavaş yavaş siyasi eğilimi, sınıf bilinci şekilleniyordu. İşçilerin durumu, neden 1 Mayıs zamanı bazı işçilerin hapse atıldığı gibi merak ettiği konularda soruyor, okuyor, öğreniyordu. Zaten yaşayarak gördüğü işçi, aracı, işveren, tüccar çarkını, neden işçilerin neredeyse boğaz tokluğuna çalıştığını, kötü çalışma şartlarını daha iyi anlıyordu. Artık örgütlenmenin önemini biliyordu. Bir yandan da tütün işçileri arasında gizli de olsa, sendikal örgütlenme çabaları sürüyordu.
1934 yılında bazı partili arkadaşlarıyla birlikte Türkiye Komünist Partisi adına eğitim görmeye, Sovyetler Birliği’nde bulunan Doğu Halkları Komünist Üniversitesi’ne [KUTV] gitti. Eşi Mustafa’yla burada evlendi. Evliliğini, Kadınlar Günü’ne denk getirdi ve 8 Mart 1935’deki anma töreninden sonra evlilikleri ilan edildi. Bir bebekleri oldu. 1937 Nisanı’nda ülkeye dönüşlerinin zorlu, tehlikeli ve uzun bir yolculuk olabileceği nedeniyle kızı Ayten’i tekrar geri almak üzere orada bıraktı. Ama bir daha Ayten’e hiç ulaşamadı…
Eğitim için gittikleri Moskova’da evlenmeleri parti içi disiplini açısından eleştirilmişti. Bu eleştiriler Kosova’yı çalışmalarından vazgeçirmedi. Dönünce İstanbul ve Samsun’da parti ve sendika örgütlenme faaliyetlerinde çalıştı. Gizlice yürütülen Müstakil Tütüncüler Sendikası faaliyetlerine katıldı. Samsun’dayken bir bebekleri daha oldu. Kasım 1938’de ikinci kızı Gülten’i de kaybetti. Bu kez hastalık ve ölümle gelen bu ikinci kayıp, Mustafa ve Zehra için büyük bir yıkım oldu. Savaşın etkilerinin de ülke üzerine çöktüğü, yoksulluk, işsizlik ve karaborsa koşullarının hüküm sürdüğü çok zor yıllar olarak anlattığı 1939 yılında annesini de kaybeden Kosova, cenaze masrafları için Moskova’dayken hediye edilen saati rehine vermek zorunda kaldı. 1940 yılı Şubatı’nda daha sonra ona dört torun verecek olan kızları doğdu. Adını, ölen bebekleri anısına Gülten koydular.
1945 yılında yine kapı kapı dolaşıp iş aradığı bir gün Kosova, Tan Gazetesi’ne yapılan saldırıya şahit oldu. Aynı gece mahallede bir arkadaşının üç oğlunun sünnetine gidişini ve duygularını, anılarında şu sözlerle anlatacaktı: “Gece yarısına kadar yenildi içildi. Ne biçim bir düzen Tanrım, gündüz bir gazete yakılıyor, yıkılıyor, tahrip ediliyor, gece biz burada eğleniyoruz…” (Kosova, 1996: 125).
Fındıklı’da çalıştığı bir tütün işinde, işçi temsilcisi seçildi. Eşi Mustafa İskender’in uzun askerliği sırasında sıkıntıları ve baskılar arttı. Bu arada iki kez gözaltına alındı. İlkinde kocası için sorguya çekildi, ikincisinde de sendika kurulması için dağıttıkları broşürler yüzünden on üç gün gözaltı sorgusunda işkence gördü.
Savaş sonrası ortalık biraz daha rahatlamıştı. Cemiyetler Kanunu’nda yapılan değişiklik sonrası sınıf esasına müstenit cemiyet yasağı kalkınca, sosyalist partilere ve sendikalara da örgütlenme hakkı verilmişti. 1946 yılında Şefik Hüsnü’nün kurduğu Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’ne üye oldu. Yasal sendikalar için çalışmaları hızlandı. Kosova’nın da içinde olduğu bir komisyon tarafından broşür hazırlandı. Broşürde sekiz saatlik çalışma düzeni, diğer haklar ve sendikanın ne olduğu hakkında bilgi veriliyordu. Yasal olma coşkusuyla matbaada basılan broşür, basılır basılmaz toplatıldı. Dağıtanların evlerine polis baskınları düzenlendi. Zehra Kosova da Sansaryan Han’ın en üstü katında ve kendi deyimiyle ünlü “K masası”nda sorguya çekildi, falakaya yatırıldı, dövüldü. Çıktığında işsizdi ve sağlığını kaybetmişti. Uzun süre evde komşuların bakımıyla iyileştikten sonra bulduğu işten de polislerin işverenini uyarmaları sonucu ayrılmak zorunda kaldı. Arada ev işleri için hizmetçilik işine girdi, ancak bedeni dayanamadı.
Kosova’nın yolu, ileride de, daha defalarca Sansaryan Han’a düşecekti. Bütün bunlar olurken eşiyle de ayrılmıştı. Kızı bazen onunla, bazen İzmit’te ablasının yanında kalıyordu. Sendikal ve parti faaliyetleri yüzünden sürekli gizlilik ve tehlike altında oldukları için ortaya çıkma tehlikesine karşı, eşi Mustafa İskender’le ancak 1970 yılında resmen boşanabileceklerdi.
Sosyalist parti ve sendikalar yasallaşmıştı ancak 1951 yılında bir seri tutuklamalar yapıldı. Gazeteler baş sayfalarından komünistlerin yakalandıklarını duyurdu. Zehra Kosova da önce Sansaryan Han’da, daha sonra da Harbiye Askeri Cezaevi’nde kaldı. O sıralar, Mübeccel Kıray ve 12 Eylül öncesi evinde öldürülen Sevinç Özgüner de bu cezaevinde tutukluydu. İki yüzün üzerinde tutuklu Harbiye ve Sansaryan Han’ı doldurmuştu. Ortak noktaları solcu olmalarıydı. Harbiye Askeri Cezaevi’nde kadınlar, mahkemeye çıkarılmadan tecritte tutuklu bulunmalarını, hapishanenin acımasız tecrit kurallarını ve sorguya gönderilen arkadaşlarının dövülmesini protesto etmek amacıyla açlık grevi yapmışlar, daha sonra erkekler koğuşu da kadınlar koğuşunu takip ederek açlık grevine gitmişti. 1951 Tevkifatı olarak anılacak bu davada, Türkiye Komünist Partisi üyeliğinden 181 kişi aleyhine dava açıldı. Zehra Kosova yargılandı ve sonra beraat etti.
Ardından, 1954 yılında Hikmet Kıvılcımlı’nın kurduğu Vatan Partisi’ne katıldı. Ancak bir süre sonra buradan ayrıldı. Partinin kapatılması için yapılan gözaltılarda, bir yılbaşı günü evinden alınarak götürüldü, sorgulandı, dövüldü, ayak tabanı kemiği kırıldı. Harbiye Askeri Cezaevi’nde, Sultanahmet Cezaevi’nde kaldı. On altı ay hapis yattı ve gördüğü işkencelerden uzun süre tedavi görmek zorunda kaldı.
Tüm bu polis baskılarının yanı sıra sürekli iş bulma, iş arama zorunluluğu, zor çalışma şartları, yoksulluk, davalar ve hapisten çıkmış komünist damgasıyla çok çetin bir hayat yaşadı Zehra Kosova… Çalışma hayatının son dönemlerini bir dantel fabrikasında geçirdi. Fabrikadaki çalışma şartlarıyla ilgili itiraz ve düzeltme çabaları hep devam etti. Tekstil İşçileri Sendikası’na üye oldu. Fabrikada sendikalaşma eğilimi de artmıştı. Ama sendika hep düşmanlarının hedefindeydi. Yorulmuştu, bedeni zayıftı. 28 Temmuz 1970 yılında işçi olarak geçirdiği çalışma hayatını bırakarak emekli oldu.
Zehra Kosova’ya 1995 yılı 8 Mart Kadınlar Günü’nde Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu [DİSK] tarafından Kadın Emek Ödülü verildi [1]. 18 Ağustos 2001 yılında, 91 yaşında aramızdan ayrıldı. Kosova, işçi hakları ve sendikalaşma konusunda öncü bir kadındı. Sadece kendisi için değil, tüm işçi sınıfı, tüm çalışanlar için bir koca ömür mücadele etti.
Zehra Kosova, “… otuz beş bin tütün işçisini ellerimin parmakları gibi tanıyorum” demiştin (Sezer, 2014).
O tütün kokulu ellerini öpebilseydim…
NOTLAR
[1] Kaderin garip bir cilvesi olarak, yine bir kadınlar gününde Zehra Kosova’nın resimleri iktidar partisi kadın kollarının Kadınlar Günü afişinde, billboardlarda yer aldı. Partinin kadın kolları ile yapılan görüşmede, afişte neden komünist ve sendikal hareketin öncü kadınlarından Zehra Kosova fotoğrafı kullanıldığı sorulduğunda, kim olduğunu bilmedikleri, kadın fotoğrafı olarak seçilip konulduğu söylendi [haber.sol.org.tr., 17 Mart 2010].
KAYNAKÇA
Girgin, Y. “8 Mart ve Zehra Kosova”. Marksist Tutum. http://marksist.net/Bellek/Zehra%2520Kosova.htm [17.03.2016]
Kosova Z. Ben İşçiyim. (Der. Zihni Anadol) İstanbul: İletişim, 1996.
Sezer, S. “İşçi Zehra Kosova’ya Mektup”. http://www.evrensel.net/haber/79749/isci-zehra-kosovaya-mektup [20.03.2016].