Tecelli

tokmak

Nuran Kalpakçı

Çünkü hepimiz ölüme mahkûmuz – J. Derrida

Hani yargı kararlarında önce olgular ortaya konur ya, ne olmuş, nasıl olmuş, deliller tanıklar ifadeler… Kimi zaman doğru kimi zaman yanlış, çoğu zaman eksikliğinden dolayı yanlıştır hikâye, hakkını hikâyenin tamamıyla savunan için. O siz iseniz tekrarlar da tekrarlarsınız, ister zeytin tarlası karşılıksız kamulaştırılan olun ister apartman yöneticisiyle takışan, ister yakını faili meçhullere karışan, ister tecavüzden yargılanan. “Öyle olmadı, tamı tamına şöyle oldu”. Bir daha, bir daha, bir daha anlatırsınız, her seferinde ilk kez anlatır gibi, bu dünyaya bunu anlatmaya gelmiş gibi, eşinize dostunuza avukatınıza televizyona yargıca uykuya dalmadan kendinize anlatırken nihayet bir aydınlanma olsun, adalet tecelli etsin diye. Sonra ne diye olduğunu bile unutur hâlâ anlatırsınız. Yüzünüz sayfa sayfa hikâyeniz olmuştur, aynaya baksanız başka şey göremezsiniz.

Şansınız varsa karara kadar. Ki karar her şeyden önce bir tanımadır. İnce ince yazılmışsa, mutlak adaletin olmadığını bilenlerce, adil olmanın en yakınına varmaya çabalayanlarca. Sorumluluklar belirlenir kararla, haksızlıklar, mağduriyetler, belki masumiyet tanınır. Artık böylece bilinsin diye. Cezadan, cezasızlıktan hepsinden önce. Bir kez kesin karar çıkınca. Bazen yüksek yüksek yerlerden verilen kesin kararlar yeni adaletsizlikler, mağduriyetler yaratır. Çünkü tanınmamıştır sizin tanıdığınız. Ya da eksiktir. Denir ki adalet tecelli etmemiştir.

Adalet tecelli eden bir şey değil ki, insanların adaleti.

29 Ocak 2011 tarihinde, bu bulutlu şehrin yerel gazetesinde yedi satırlık bir haber çıktı: Ekim ayının başlarında, insan hakları sarayının kanala bakan yakasında çalışan bahçıvanlar bir femur ve bir kalça kemiği buldular. Önceki haftalardaki yoğun yağış ile sular yükselmiş, kanal taşmıştı. Kemikler üzerinde yapılan DNA analizi sonucu, polis yetkilileri kemiklerin kime ait olduğunu tespit ettiler: Artak Mkhitarian, otuz bir yaşında, 2010 baharından bu yana kayıp. Fransa’ya sığınma talebiyle gelen Ermeni Mkhitarian, ciddi sağlık sorunlarına rağmen sokakta yaşıyordu. Geçici oturma izni ve birkaç sosyal yardım kurumuyla ilişiği vardı. Ortadan birdenbire kaybolmuştu.

Adalet kelimesinin kökeni “adl” imiş, denk, denge, ince terazi, hakkaniyet.

“Ad” duyuyorum adalet deyince, dilbilimi, etimoloji bana hak vermese de, adını koymayla da bir ilgisi olmalı diyorum adaletin.

Adını koyunca var olmayla, tanıma, tanınmayla.

Festus Okey’in gömleği karakoldan hastaneye yaralı götürülürken üzerindeydi, öldükten sonra kayboldu. Gömlekli Festus güvenlik kameralarının gözünden kaçmadı. Gömlekteki kurşun izi delildi, delâlet edecekti. Kaybedildi. Etmedi.

Festus’un kimliği de tespit edilemedi, davası görülemedi. Festus’a avukat tutulamadı: Ölenin hukuken kendisini temsil etme yetkisini haiz kimsesi yoktu ki. Adaletin imkân kapılarının hiçbiri, öldükten sonra dahi ona açılmadığına göre Festus Okey diye bir var mıydı sahi. Davası derdest olduğu sürece varla yok arası gidip geliyor, bir de adını andıkça adil olanın en yakınına varmaya çabalayan birileri, kâğıtlara yazdıkça.

Artak’ın önce kemikleri su yüzüne çıktı, sonra adı. Davası yok ne insan hakları sarayında ne başka yerde. Sığınma başvurusu düştü.

Ah şu ölü mültecilerin birbirini hatırlatması, tıpkı kayıplar gibi. Hepsi nasıl da birbirine benziyor değil mi, kemikleri, gömlekleri, isimleri. Hele yoksa bir bekleyenleri.

Kim yazmış yan yana adaletle tecelliyi.

Adalet tecelli etmez, kemikler tecelli eder toprakta, sularda. Hakikat aklığında vurur bazen bir yüksek mahkemenin kıyılarına.

Adalet mi demiştik, neden hep ölüm hep ölüm, biraz da hayattan bahsedelim.

Küçük kızsınızdır sınıfta, dişlerin döküldüğü yaşta. Öğretmen bağırır: “Çıkar o ağzındaki sakızı!”. Sakız yoktur ağzınızda, yok dersiniz. “Yalan söyleme!” diye gelir bu sefer emir. Yanına gider ağzınızı açarak göstermek istersiniz “Kapat iğrenç ağzını!” olur emir, “sana ağzının içini görmek istiyorum diyen oldu mu ! Çıkar at o sakızı çöpe, yoksa ceza!”. Çaresiz çöpe gider olmayan sakızı atar gibi yapar oturursunuz yerinize. Bir şey öğrenmişsinizdir. Sezersiniz ki bunun adaletle, adaletsizlikle hiç ilgisi yoktur. Bu sezgi biraz özgürleştirir mi sizi, büyütür mü biraz. Umutsuzluğa mı sürükler, teneffüste güldürür mü öbür kızlarla oğlanları da.

Gençsinizdir, bir değer verdiğiniz sizi yaralamıştır, bir cümle, bir kelimeyle. Bir daha görüşmemek, konuşmamak en iyisi sanırsınız yarayı kapatmaya. Yıllar sonra bakarsınız kapanmıyor; bu sefer konuşarak kapatmak için arar bulusunuz onu uzaklardan. Hikâyeyi birlikte yazmaya. Yanlış anlamalar, ne nasıl olmuştular, neyi niye dedimdiler, kelimeler, bir yere bağlansın, artık öyle bilinsin diye. Her şeyi hatırlar da hatırlamaz karşınızdaki illa ki o kelimeyi, o cümleyi. Ama naziktir, sizi onca yıldan sonra görmekten memnun, “Öyle demişsem özür dilerim” der nisyanla malûl hafızasıyla. Dilek-şart kipinde bir tanımadır, sizi arafta bırakır. Söyleyeceğinizi söylemiş olmaktan ibarettir rahatlamanız, ya da belki büyümüş olmaktan. Bir küçük unutmayla iki kişilik hikâye yazılamamış, adalet tecelli etmemiştir. Yüzer durur kelimeniz suyun yüzünde.

Küçük oğlansınızdır evin birinde, siz daha dünyaya gelmeden yetişkinler bir oyun oynamış, sizi kişi diye hesaba katmamıştır oyunda. Tanınmamışsınızdır. Babanıza baba diyemezsiniz, ve söylemezler size kim, neden, nasıl. Soramazsınız. Ömrünüz boyunca dört döner, arar durursunuz bir tanınmayı her yerde. Tecelli etsin diye bir isim, bir baba.

Dokuz yaşındasınızdır bütün tanıdıklarınız öldürüldüğünde topluca. Anne, baba, komşu, dayı, abla. Ne kadar büyük varsa. Adınız Melek. Hayatınızdan çıkanların hepsini unutursunuz, yeni hayat tecelli etsin diye. Kimseye anlatmaz, anlatmazken unuttuklarınızı anne, büyükanne olursunuz, yeniden tanıdıklarınız olur hayatta, sevdikleriniz, yeniden sizinkiler. Memleketinizi, dilinizi değiştirir, biraz da dilsiz olursunuz. Seksen yaşını geçince çözülür bir şey, az tanıdığınız biriyle az bildiğiniz dilde sohbet ederken bir resim tecelli eder: “Oluk oluk kan akıyordu, saman çöpleri yüzüyordu kanda”. Öldürülemeyen hayattan bu tek resmi bırakır öyle ölürsünüz. Bu bir tek resim dayanır adaletin kapısına. Yetmez, yeter mi yoksa.

Hayattan bahsedecektik, yine ölüme çevirdi adalet yolumuzu.

Oysa bir resim, bir isim, bir kemik, bir kelime.

Share Button