İran’da Herşey Bir Gecede Başlamadı

Tuğba Tekerek

Haziran ayında İran’daki Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili çıkan haberlerin içinde çokça kadın kelimesi de geçti. Bu haberlere göre talepleriyle, onlara vaat edilenlerle kadınlar seçim öncesi kampanyaların önemli bir gündem maddesiydi. 12 Haziran’daki seçim sonrasında ise sonuçları hileli ilan edip sokaklara çıkan protestocuların arasında kadınlar ön saflarda bulunuyorlardı.

Ben seçimlerden bir hafta sonra gazeteci olarak Tahran’a gittim, orada 9 gün kalıp neler olup bittiğini anlamaya çalıştım. Bir yandan “Halk neden sokaklara çıkıyor?” sorusunun cevabı peşinde koştururken, başkaldırı resminde kadınların yerine ilişkin bir fikir sahibi oldum. En başta söylemek gerek; İran uzmanı değilim, “Ortadoğu’da kadının durumu” gibi tamlamalar kuracak biri hiç değilim. Sadece bir gazeteci ve kadın hareketinin içinden biri olarak orada gördüklerimi duyduklarımı, okuduklarımdan öğrendiklerimi burada aktarmaya çalışacağım.

Yırtılan kıyafetler

İran’daki feminist hareketin önde gelenlerinden biri (İran’da konuştuğum pek çok muhalif gibi o da güvenlik kaygılarıyla isminin yazılmasını istemiyor) “Her şey bir gecede başlamadı, yaşananlar, özellikle son yıllarda gözlenen her türlü ekonomik ve toplumsal baskıyla, insan hakları ihlallerinin bir sonucu” diyor

Üniversiteden yani mezun Meryem ise yıllardır biriken baskıları şöyle örneklendiriyor: “En basiti, ben deneysel tiyatro yapıyorum. Tiyatroda yeni anlatım biçimleri deneyen bir topluluğuz. Hatemi döneminde olsa eminim ki faaliyetlerimiz için izin alabilirdik. Ama şimdi hiçbir faaliyetimiz için izin alamadık. Rock müzik yapan arkadaşlarım eskiden yılda yedi sekiz konser veriyordu, şimdi bir konser için zor izin alıyorlar.”

Baskının en kolay anlaşılabilir olduğu alanlardan birisi kılık kıyafet. Meryem bu konuyla ilgili şunları söylüyor: “Ahmedinecad gelince, her sokağın başında pencereleri karartılmış küçük minibüsler türedi. Bunun içinde oturup senin ne giydiğine bakıyorlar. Eğer manton biraz kısaysa, seni alıp götürüyorlar. Cahil, kompleksli bir kadın sana hakaretler yağdırıyor. Sonra bir kâğıt imzalatıyorlar, “Bir daha böyle giyinmeyeceğim” diye. Ailene haber veriyorlar. Ailen ‘düzgün’ kıyafet getiriyor, seni öyle serbest bırakıyorlar.

İran’daki feminist hareketin tanınan yüzlerimden Nesrin Afzali, kendisinin de son iki yılda kıyafeti nedeniyle üç kez tutuklandığını belirtiyor, kıyafetlerini cezaevindeyken kestiklerini de ekliyor. Nesrin, bir de çantasından iki siyah beyaz bez parçası çıkarıyor. Dirseğe kadar uzanan el kısmı olmayan bir eldiven hayal edin, öyle birşey. Benimle buluşmadan önce hastaneye gitmiş. Hastanede, gömleğinin kolu bileğinden biraz yukarda olduğu için oradaki görevliler taksın diye vermiş bu bez parçalarını.

Kıyafet konusundaki uyarılardan, İran’daki kısa ziyaretim süresince ben de payıma düşeni aldım. Bir parkta yürürken arkamdan bir devrim muhafızı geldi. Bağırarak bana birşeyler söylüyordu. Başımı işaret ettiğinde başörtümün kayıp düşmüş olduğunu farkettim, hemen düzelttim. Kadınların bedenleri üzerine tahakküm kurma dünyanın hemen her yerinde farklı şekillerde var ama bu kadar doğrudan hali, 30 yaşında bana yeşil kıyafetli birinin, annenin kızına kızdığı gibi kızarcasına, “şöyle giyin, böyle giyinme” demesi gayet fenaydı. İşleri ve güçleri kadınların kıyafetini izlemek ve onları “doğru yola getirmek” olan devrim muhafızları var İran’da.

Muhafazakar İslam rejiminde kadınlar üzerindeki baskılar kılık kıyafetle sınırlı değil elbette. Nesrin, bunlara örnek olarak Ahmedinecad’ın üniversiteye giren kadınların sayısını sınırlamaya yönelik uygulamasından bahsediyor. Üniversitede okuyan kadınların sayısı erkekleri aşınca önce tıpta sonra da diğer bölümlerde “en az şu kadar erkek olacak” uygulaması başlamış. Nesrin gündelik yaşamdan örnek verirken de “Örneğin kadınların stadyuma gitmesi yasak. Bir eğlence merkezinde rodeo oyunu var, hani mekanik bir boğa var, üzerine oturan insanı sırtından atmaya çalışıyor. Kadınların ona binmesi de yasak” diyor.

Nesrin, protesto gösterilerine katılan kadınların cezalandırmalarını protesto ettiği için geçen yıl 6 ay hapis ve 10 kırbaç cezasına çarptırılmış. Çıkarttıkları, ülkedeki en eski dergilerden birisi olan kadın dergisi Zenan “İranlı kadınların durumunu hep kötü gösterdiği için” kapatılmış.

Ahmedinecad yönetiminin kadınlara ilişkin tavrını en açık şekilde ortaya koyan uygulaması da kanunda yapmaya çalıştığı değişiklikler olmuş. Bu değişiklik paketi çok eşliliği kolaylaştırmanın yanı sıra kadın aleyhine pek çok düzenleme içeriyormuş.

Bu düzenlemelere karşı yürütülen etkili kampanya sonrasında hükümet geri adım atmak zorunda kalmış ve böylece kadın hareketinin gücünü herkes görmüş. Bu süreçte kadın aktivistler geniş katılımlı gösteriler yapmış, Meclis’e gidip milletvekilleriyle konuşmuş, kendileri hem İran medyasına hem de yabancı medyaya röportajlar vermiş, din adamlarıyla bunun ne kadar kötü olduğunu gösteren röportajlar yapmış. Sonunda hükümet tasarıyı rafa kaldırmış.

Görünen o ki, Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad yönetiminin kadınlar konusunda baskılar ve bunlara karşı direniş seçim kampanyalarında karşılığını bulmış. En radikal muhalif Mehdi Kerrubi, seçilirse yasalardaki kadınlar lehine değiştirmenin yanı sıra kabinesine kadın bakanlar atayacağını da vaat etti. En güçlü muhalif Mir Huseyin Musavi yasal değişiklikleri de içeren kadınlarla ilgili kapsamlı bir reform programıyla çıktı seçmelerin karşısına. Muhazafakar muhalefet lideri Muhsin Rezai bile seçilmesi durumunda kadınların toplumdaki durumunu iyileştirmek için çalışacağını söyledi. Buna karşılık Ahmedinecad’ın ekibinden bir kadın bir gazetecinin sorusu üzerine “Kadınlarla ilgili reform isteyenler muhalefete oy versin” diyerek iktidarın tavrını açıkça ortaya koydu.

İran’da seçimlerde kadın konusunu konuşurken Mir Huseyin Musavi’nin eşi, Zehra Rahnavard’dan bahsetmeden geçmek olmaz. Seçim kampanyaları sırasında çok defa kocasından önce çıkıp konuşan Zehra Rahnavard, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar bir siyasetçi karısı olarak platformlarda görünür oldu, medyada yer aldı. Bu kimlikle kendisine açılan zeminlerde Kadına Karşı Ayrımcılığın Yok edilmesi Anlaşmasının (CEDAW) onaylanmasından, kadınlara daha fazla istihdam olanağı yaratılmasına kadar pek çok konuyu gündeme taşıdı.

Kadınların görünmezlik pelerini

İran’da seçim öncesinde kadınları da kapsayan bir değişim rüzgarının estiği söyleyen çok sayıda insan seçim sonuçlarıyla şok oldu: Geçen dönemin Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad, en yakın rakibi Musavi’nin oylarını neredeyse ikiye katlayarak yüzde 65 oy almıştı…

Bunun üzerine seçim sonuçlarına hile karıştırıldığını düşünen yüz binlerce insan sokağa çıktı, 1979 İslam Devrimi’nden bu yana yapılmış en kitlesel gösteriler yapıldı. Buna karşılık baskı rejiminin ete kemiğe bürünmüş hali Besiçlerin (devrim muhafızlarının bir parçası olan gönüllü güvenlik kuvvetleri) estirdiği terör herkesi daha fazla isyan ettirdi. Dini lider Ayetullah Hamaney’in seçim sonuçlarının arkasında durması ise rehberi olduğu rejimin sorgulanmasına kapı araladı. Kimilerine İslam Cumhuriyeti çatırdamaya başladı. Bu tarihi yazan özneler arasında hem erkekler hem kadınlar vardı.

Kadınlar ne kadar ön plandaydı, ne istiyordu, ne istemiyordu. Bunu anlamak için önce ana akım Türk medyasının yarattığı toz bulutunu dağıtmak gerekiyor.

Medya her şeyi mümkünse kadınların üzerinden, bu arada kadını araçlaştırarak, kadını görüntü olarak kullanarak, anlatmayı pek bir seviyor. (Şunu bir gazeteci olarak utanarak söylüyorum ki, bir trafik kazası haberi geldiğinde haber masasında “ölen kadın güzel mi” diye konuşuluyor) İran’dan eylem fotoğrafları geldiğinde de “güzel kadınlı” olan varsa, tercih edilme şansı bayağı artıyor. Bir de ana akım Batı medyası genelde İran kadınını zincirlerini kırarken görmeyi çok seviyor, gelişmelerin yorumunu fotoğrafların seçimini bu şablona göre yapıyor.

Ben gittiğimde gördüm ki, eylemlerde kadınlar Batı gazetelerinde hissettirildiği gibi önde yürümüyor. Erkeklerle beraber yürüyor, bir kalabalık düşünün kadınlı erkekli, işte onun içinde yürüyor. Zincirlerini kırması ise hiç öyle kolayca söylenebilecek bir şey değil.

Ama elbette ki bu süreçte kadınlara özel söylenebilecek bir şeyler var. Mesela kadınların görünmezlik pelerinin eylemlerde nasıl işe yaradığı…

İran’ın dinin çok belirleyici olduğu toplumsal hayatı bir açıdan bakıldığında kadının görmezden gelinmesi üzerine kurulmuş. İran’da otobüslerde önde oturan erkekler arkadaki kadınları görmüyor. Kadınlar mümkün olduğunca kamusal alanın dışında, evlerde tutulmaya, örtülerin altında kapatılmaya çalışılıyor. Etraftaki kadınlar yok sayılıyor.

Bu görünmezlik pelerini, yok sayılma, “adam” yerine konmama, karşıya alınıp konuşulmama eylemlerde kadınlar için bir avantaja dönüşüyor. Şöyle ki; ben gösterilerde hiç kadın güvenlik görevlisi görmedim, dolayısıyla erkek askerin, polisin kadının üstünü araması, ona diklenmesi, ona vurması erkeğe bütün bunları yapmasından daha zor. Sokaklarda erkek kadar kadın eylemci de vardı, ama benim gördüğüm gözaltına alınan kişiler hep erkekti. Kadınlara öznelik, eylemcilik, eyleyicilik pek yakıştırılmadığı için kadınlar eylemlere daha rahat katılabiliyor. Eylem için belirlenen alanları dolduruyor, kendilerine sorulduğunda ise olaylarla ilgisi olmayan, sadece oradan geçen insan süsünü kolayca verebiliyor, böylece erkeklere oranla sokaklarda varlıklarını daha rahat devam ettirebiliyorlar.

“Otobüs durağında eylem manzarası”nı hem İran’daki sessiz kararlı direniş halini gösterdiği için hem de direniş resmindeki kadınları anlattığı için önemli buluyorum: İran’ın işlek meydanlarından Hafti Tir’de hıncahınç dolu bir otobüs durağı. Otobüs geliyor ama kimse binmiyor. Devrim muhafızları “Binin” diyor, kadınlardan biri dikleniyor, “Binmiyorum, hangi otobüse bineceğimi sana mı soracağım, bir sonrakini bekleyeceğim”.

Aslında olanı herkes biliyor: Otobüs durağındakiler meydanın diğer yanlarındaki yüzlerce insan gibi aslında eylemci. O akşamın eylem mekanı olarak Hafti Tir belirlenmiş. İnsanlar toplanmaya polis dağıtmaya çalışıyor. Kendilerini göndermeye çalışan güvenlik güçlerine halk “otobüs bekliyorum”, “evime gidiyorum”, “dükkana geçiyorum” diyerek ayak diriyor.

Otobüs durağında olduğu gibi güvenlik güçlerine diklenenler, bağıranlar genellikle kadınlar oluyor. Birisi gözaltına alındığında, Besiçler olmayacak bir şey yaptıklarında, haksızlıklara isyan eden bir bağırış duyarsanız bu çok büyük ihtimalle bir kadının sesi oluyor. Her durumda Besiçler’e karşı çıkmak tabi ki mümkün değil ama bağırırsa kadınlar bağırıyor. İsyan ederken güçlerini burada Cumartesi annelerinden bildiğimiz bir duruştan alıyorlar. Bir kadının isyanı çok daha derinden, doğrudan geldiği için ona karşılık vermek kolay olmuyor.

Çemberin içi mi dışı mı?

Peki sokakları dolduran bu kadınlar ne istiyor? Sistemin toptan değişmesini mi yoksa biraz reform mu? Feminist Nesrin Afzali “Ahmedinecad’ın gitmesi yetmez, sorun sistem sorunu. Kadını ailenin bir parçası olarak tanımlayan, “çalışırsa toplum yozlaşır” diyen din ve kültür sorunu, sorun şeriatla ilgili” diyor. Ancak Nesrin eylem alanındaki kaç kadının düşüncelerinin tercümanı orası biraz şüpheli… Erkekler gibi sokağa çıkan önemli sayıda kadın “benim sistemle ilgili bir sorunum yok” diyor. Örneğin, üniversite öğrencisi bir kadın “İslam devriminin daha ileriye gitmesini istiyorum o yüzden Musavi’yi destekliyorum, ben rejimin onay verdiği bir adaya oy verdim” diye anlatıyor kendi duruşunu. Öte yandan sokağa çıkanlar arasında “Musavi’ye oy verdim çünkü, o, bu rejimin dışına çıkışın ilk adımı” diyen genç kadın gibi düşünenler de var, “Laik bir sistem istiyoruz” diye açıktan açığa konuşanlar da…

Sistemin toptan değişmesini ya da kısmen değişmesini istesin kadınların özgürlük talepleri sadece kadınlarla ilgili değil çok daha geniş bir toplumsal bir muhalefetin parçası. Feminist hareketten bir kadın “Kadınların son yıllarda yaptıkları eylemler önemliydi ve bugünkü hareketin önünü açtı” diyor. Sonra ekliyor: “Ama şu aşamada, kadın haklarını ön plana koymaktan çok, herkes için demokratik haklar isteyen anaakım muhalefetle birlikte hareket etmek gerekli.”

İran’da kadınlar üzerinde Ahmedinecad yönetiminde artan baskılar ve buna karşı güçlü bir kadın muhalefeti var. Devrim muhafızları “başını ört” diyor, kadınlar türlü türlü baş bağlama modeliyle saçlarını rüzgârla buluşturma yolunu buluyor. İran’da pek çok kadın devlet televizyonlarında dizilerde gösterilen kadınların hayatına gülüp “biz çalışmak” istiyoruz, diyor. Üniversiteleri, yönetimi korkutup erkeklere kota ayırmaya götürecek kadar çok dolduruyor. İran’da yönetim insanların oyunu yok sayıyor, erkeklerle birlikte kadınlar sokaklara çıkıp, “oyum nerde” diye soruyor. İran şimdi Haziran’a göre daha sessiz ama bence 3-5 yıl içinde duyulacak çatırtıların yolunda taşlar döşeniyor.

KUTU

İran’da Anneler Parkı’nda: Sen kadın, ben kadın

Bir ülke, eğer oraya daha önce hiç gitmediyseniz, kafanızda karanlık bir nokta ve birkaç imge olarak duruyor. Oraya gittiğinizde ise sokaklarda dolaştıkça karanlık nokta aydınlanıyor, birkaç sembol imge ise gerçekliğin çeşit çeşit görüntüsü karşısında tuzla buz oluyor.

İran da çarşaflı kadınlar ve “Türkiye İran olacak mı?”sorusuyla beliriyor pek çok kişinin aklında galiba. Ben, bunlara karşılık benim kafamda İran karanlık noktası açılırken hafızama kaydettiğim birkaç resmi aktarmak istiyorum:

  • İran’da “alkolsüz bira” diye bir şey var. Rengi, köpüğü, şişesiyle aynı bira, ama sadece psikolojik olarak sarhoş ediyor. Meyvelileri de olan bu bira bakkallarda su gibi atılıyor, kadınlar da çokça tüketiyor. Alkollü biranın ise ev partilerinde çokça içildiği, sokağa sarhoş çıkmadıkça devletin buna göz yumduğu söyleniyor.
  • İran yasaklar ülkesi, internet de bundan payını alan mecralardan biri. Ama şunu duymak insanın İran’a bakışına önemli bir açı katıyor: İranlılar, internette en çok blog açan dünyadaki üçüncü toplum.
  • Kadınların sadece el yüz ve ayaklarını açıkta bırakmalarına izin veriliyor, bunun dışında tepeden tırnağa örtünmeleri gerekiyor. Tahran’da okul yaşına gelmemiş çocuklara çarşaf giydirildiğini gördüm (gözümün önüne top oynayarak ip atlayarak büyüyen yaşıtları geldi, içim ezildi). Ama öte yandan Tahran’da gördüğüm kadınların hatırı sayılır bir kısmı deyim yerindeyse “yalandan”, yasak savmak için başını örtüyordu. Pek çok kadının başının yarısı açıktaydı. Saçlarını neredeyse Bülent Ersoy gibi yaptırmış bir kadın, kuş yuvasına aksesuvar koyar gibi iliştirmişti şalı saçlarının üzerine.
  • İran’da çokça burunu bandajlı kadın gördüm, “Bu ne?” diye sorduğumda, “Burun estetiği çok revaçta, insanlar bir de bunu göstermek için bandajlarıyla dışarı çıkıyorlar. Erkekler arasında da burun estetiği moda” cevabını aldım. Sonra iki tane de burnu bandajlı erkek gördüm.
  • İran’da kadınlara özel taksi var. Bu taksinin kadın şoförüne “Kadınlar erkek şoförlerin kullandığı taksiye binebiliyor. Sizin taksilere erkekler binebiliyor mu?” diye sordum. Şoför, ellerini kelepçe takılmış gibi yapıp, “erkek yolcu alırsak hapsi boylarız” dedi.
  • İran’da kadınlara özel bir park da var: Behesht-e Madaran, Türkçesi Anneler Parkı. Kadınların kollarında rüzgarı yağmuru, güneşi hissedebilecekleri tek kamusal alan burası. Çok sayıda ve güzel parkı olan Tahran’da bu park bir tepenin başına otobanın yanına yapılmış, çok ağaçlı parklarla kıyaslandığında biraz kel kalıyor. Yerleşim yerlerinden ve gözlerden ırak olsun diye böyle olmuş anladığım kadarıyla. Etrafı 3-4 metrelik yeşil metal plakalarla çevrilmiş. Girişi geçtikten sonra içeri doğru ilerlediğinizde göbek atan, piknik yapan, kulaklarında kulaklık koşan, paten kayan, kadınlarla karşılaşıyorsunuz. Burada bile çarşafından vazgeçmeyenler de var, çok sayıda şortlu kadın, ip askılı tişörtlü kadın da.
  • Anneler Parkı’nda kafenin yerini sorarken bir kadınla tanıştım. Yürümeye ve üç beş kelime Farsça üç beş kelime İngilizce’yle konuşmaya başladık. Bana kocasından hiç hoşlanmadığını söyledi, “Sen bekarsın oh ne güzel” dedi. Kocasıyla seksin kötü olduğunu da arada ekleyiverdi. 30’ların başlarında bu kadınla yürürken kuytu bir yere vardık. Orada önce kendini sonra beni işaret etti “sen kadın, ben kadın” dedi. Sonra, kendi diline dokunduğu parmağıyla havada bir yol çizdi, benim dilimi gösterdi. Hayatta ilk kez bir lezbiyen ilişki teklifini Tahran’da Anneler Parkı’nda aldım. Dünya kafamızda kurduğumuzdan çok başka bir şey… Keşfetmek çok güzel…

 

Share Button