1. Ortadoğu Kadın Konferansı İzlenimleri
Seher Akçınar Bayar
Ortadoğu’daki son gelişmeler ve Kürt meselesine ilişkin durum göz önünde bulundurulduğunda bu konferans, Kürt kadınının ne denli zor zamanlarda ne denli zor şeyleri başarabileceğinin ve verdiği mücadele içerisinde ne kadar çok yol kat ettiğinin ispatıdır.
Görüldü ki “Siyasal İslam” kadar “seküler rejimler” de kadınların haklarını gasp ediyorlarmış. Ve nihayet üçüncü gün şu kanıya varıldı: İktidarlar dinî veya seküler söylemleri kullanarak kadın üzerinde tahakküm kuruyor ve bu tahakküm sürecinde bizzat dinin ya da seküler ideolojinin kendisi egemen güçler tarafından araçsallaştırılıyor.
31 Mayıs- 2 Haziran tarihleri arasında Diyarbakır’da Demokratik Özgür Kadın Hareketi’nin organizatörlüğünde gerçekleştirilen 1. Ortadoğu Kadın Konferansı 26 ülkeden 250 kadının katılımı ile yapıldı. “Jin, Jiyan, Azadi” sloganı ile başlayan konferans bir ilki gerçekleştirmesi bakımından son derece önemli bir organizasyondu. Konferansın önemi, Kürt kadınlarının bir yandan varlık mücadelesi verirken diğer yandan yeniden inşa edilen böylesine kritik bir coğrafyada, pek çok ülkeden ve kökenden kadını bir araya getiren bir toplantıya ev sahipliği yapabilmelerinden de kaynaklanıyordu.
Ortadoğu’daki son gelişmeler ve Kürt meselesine ilişkin durum göz önünde bulundurulduğunda bu konferans, Kürt kadınının ne denli zor zamanlarda ne denli zor şeyleri başarabileceğinin ve verdiği mücadele içerisinde ne kadar çok yol kat ettiğinin ispatıdır. Benim de katıldığım üç günlük toplantıda çok renkli karelere şahit olduk. Akademisyeninden, ücretsiz ev işçisine, siyasetçisinden öğrencisine, aktivistinden yazarına birçok alanda mücadele etmiş ve bedel ödemiş kadınlar, üç gün boyunca kendi coğrafyalarında verdikleri sosyal ve siyasal mücadelelerine dair deneyimlerini paylaştılar.
Anlatılar öyle gösteriyor ki, dünyanın neresinde olursanız olun kadınlar hep aynı sorunlarla karşı karşıyalar. Şiddet, taciz, tecavüz, emek sömürüsü, yönetimde yer alamama, baskı rejimleri, dinin ve ideolojilerin baskı unsuru olarak araçsallaştırılması, ataerkil ve eril zihniyet… Ancak her coğrafyada kadınların buna karşı çıkış biçimleri farklı. Kürdistan’da, Suriye’de, Filistin’de, Irak’ta, Türkiye’de, Ürdün’de, Mısır’da, Bahreyn’de, Yemen’de, İran’da, Tunus’ta, Kuzey Afrika’da, Lübnan’da, Hindistan’da, Pakistan’da… Kendi toplumsal ve geleneksel kodlarının aksine mevcut statükoya karşı güçlü bir direniş dili ve biçimi ile… Kimisi bedenini ateşe vererek direnmiş, kimisi silah kuşanıp dağlara sığınarak, kimisi intihar bombacısı olup bedenini ortaya koyarak, kimisi cezaevinde uzun yıllar yatarak, kimisi yazarak, kimisi sokakta aktivizm sergileyerek, kimisi örgütlenerek, kimisi kurumsallaşarak, kimisi de kendi küllerinden yeniden doğarak…
Söz konusu coğrafya Ortadoğu olunca tabii ki kadınların en çok şikâyet ettiği ve onlar üzerinde korku kültürü olarak araçsallaştırılan şey “Siyasal İslâmi rejimler”in kadınlara bakışındaki problemli ve ayrımcı bakış oldu. Bu bakış Ortadoğu kadınında ciddi manada bir İslamafobi oluşturmuş durumda. Birinci günkü oturumda hemen her konuşmada kadınların yaşadığı acı ve zulümlerin müsebbibi onların tabiri ile “Siyasal İslam” oldu. Ve bunun üzerinden gelişen bir İslam karşıtlığı hakimdi konuşmalara. Kadınlar İslâmi rejimlerden kurtularak özgürleşeceklerini düşünüyorlardı. Ve ancak seküler bir anlayışın onları kurtarabileceğine inanıyorlardı. Öyle ki bu söyleme, hayata dokunmayan aşırı uç noktadaki kuru feminist söylemler ve “vajina siyaseti” de eşlik etti. Bence feminizmin kendisinin çıkış noktasının oldukça gerisinde, kadının kadınlık hallerini ıskalayan söylemlerdi bunlar. Örneğin anne olmak kadın olmanın bir gerçeği iken, çocuğu kadının özgürleşmesinin önündeki en büyük engel olarak sunmak kadının varoluşunu reddeden yaklaşımlardan sadece bir tanesi idi. Feminizmi kadın ve toplum gerçekliğinden koparan yaklaşımların tezahürleridir bunlar. Ya da feminizmin kendisinin ideolojiler tarafından araçsallaştırılmasının. Bir feministin başörtüsünü kadının özgürleşmesinin önünde engel olarak gördüğü için başörtüsü yasağını meşru görmesi ya da desteklemesi de bunun yansımasıdır. Sadece kadınların feminist olabileceğine dair yanılgı da… Zira erkekler de feminist olabilirler. Feminizm, beden siyasetinin ötesinde kadına dair zihinsel dönüşümdür çünkü. Toplumda dezavantajlı pozisyona düşürülen kadının güçlenmesine ve özgürleşmesine dair yeni bir paradigmadır, kadının özgürlük manifestosudur.
İkinci güne gelindiğinde bilhassa Türkiye özelinde “seküler rejimlerin” kadında oluşturduğu tahribata değinildi. Görüldü ki “Siyasal İslam” kadar “seküler rejimler” de kadınların haklarını gasp ediyorlarmış. Ve nihayet üçüncü gün şu kanıya varıldı: İktidarlar dinî veya seküler söylemleri kullanarak kadın üzerinde tahakküm kuruyor ve bu tahakküm sürecinde bizzat dinin ya da seküler ideolojinin kendisi egemen güçler tarafından araçsallaştırılıyor. Tıpkı günümüzde başörtüsü yasaklarının çeşitli bahanelerle iktidardaki İslamcı parti tarafından araçsallaştırması gibi. Benzer şekilde cumhuriyetçi partilerin cumhuriyet kadını profilindeki tayyörlü ve başı açık kadın modeli üretmesi gibi… Bu hali ile dinler ve seküler görüşler iktidardaki eril zihniyet tarafından kadını dezavantajlı pozisyona düşüren ideolojik aygıtlardır. Bunu çoğu zaman kadın bedeni üzerinden yaparlar. Nasıl giyinmesi gerektiğinden tutun da hangi işte ne kadar ücretle çalışacağına ve hatta kaç çocuk doğurması gerektiğine kadar. Peki, çözüm ne olmalıydı? İdeolojiler bu kadar yaşamın içindeyken? Kendimizi hep ideolojik kimliklerimiz üzerinden tanımlarken…
Sonuç bildirgesi aşamasında oldukça ciddi tartışmalar ve özeleştirilerin verildiği konferansın bitiminde nihayet ideolojilerin üstünde bir bakış açısı geliştirerek, yaşama kadınca bakarak ortaklaşabilinir ve sağlam bir mücadele yürütülebilinir kanısında hemfikir olundu. Aksi halde ideolojiler üzerinden bir kamplaşma kadınların kendi arasında “öteki”ni oluşturmak dışında bir işe yaramayacaktı. Ve bu ideolojiler üzerinden kamplaştırma hamlesi bizzat eril zihniyet patentliydi.
Devletler-ideolojiler devreye girince masaya vurulan yumruklar, yükselen sesler bunlar devre dışı bırakılınca atılan kahkahalar, koparılan alkış tufanları… Bizi bölen iktidar perspektifiyle bakmakken birleştirense bunlardan azade, yaşama “kadın perspektifiyle” bakmaktı.