Cadılar, Kocakarılar ve Doktorlar: Jacoba Felicie Vakası

Ülkü Özakın

Komşum anlatmıştı, 20 yaşındayken rahminde tümör olduğu ortaya çıkmış. Doktorlar ümitsiz konuşunca bir kadına gitmişler. Kadın, “süt ve maydanozu kaynatıp bir ay boyunca her gün orana koy, ama sakın ha bana geldiğini kimseye anlatma” demiş. Komşum bunu uygulayınca kanamaları geçmiş. Doktor kontrolüne gittiğinde ise tümörün yok olduğu ortaya çıkmış. Doktor, ne yaptın kime gittin diye, sıkıştırsa da, komşum kadını koruyup söylememiş. Yoksa kendisini iyileştiren kadının ceza almasına neden olacaktı.

Kocakarı ilacı diye küçümsemeye yönlendirildiğimiz yöntemlerin büyük bir kısmı aslında kadınların binlerce yıldır kullandığı, tarihten gelen birikim. Modern tıp, bir yandan gizlice buralardan öğrendiklerini patentler ve kullanımını tekeline alırken bir yandan da kadim yöntemleri yasaklatır. Örneğin Aspirin’in hikayesini ele alalım. Binlerce yıldan beri ağrı kesici olarak bilinen söğüt ağacı özünü saflaştırıp patentini alan Bayer, yüz yıldır bir “kocakarı ilacını” üreterek büyük kâr elde etmekte; patentini aldıkları için de başkasının aslında anonim olan bu bilgiyi kullanması yasak ve cezaya tabi. İlaç şirketleri Amazon ormanlarında yaşayan yerli halkları ziyaret ederek nereleri ağrıdığında ne kullanıyorlar öğrenip insanlığın kolektif mirasından çalmaya çalışıyor. Tarihsel olarak aktarılan bilgi insanla bile sınırlı değil, başka türler de sağlıkları için gerekli bilgileri keşfedip nesiller boyu aktarıyor. Bir belgeselde izlemiştim, maymunlar bazı yaprakları akordeon gibi katlayıp yutuyordu, buna anlam veremeyen araştırmacılar daha sonra fark ediyordu ki, bu yöntem yaprak sindirilmemiş şekilde dışkısından çıkarken bağırsaklardaki parazitleri de düşürmelerini sağlıyordu. Kedilerin ve köpeklerin ağrı hissettiklerinde yedikleri otları biliriz. İnsanların, özellikle geleneksel olarak bu mesleği icra etmiş olan kadınların bilgisi de diğer türlerinkinden az değildi. Modern tıp bu tür bilgileri kendi kapalı cemaatinden olmayana yasaklayarak kadınların elinden de aldı.

Jacoba Felicie 13.yüzyılda yaşamış ve kadınlara doktorluk yapma hakkı verilmediği zamanlarda tıpla meşgul olduğu için yargılanmış Fransız bir ebe. Uyarılara rağmen iyi olduğu bu mesleği yaparak tıpta cinsiyet hiyerarşisine meydan okumuş bir kadın. 1322’de Paris Üniversitesi Tıp Fakültesi, diploması olmadan çalıştığı için kendisi hakkında şikayette bulunuyor. O zaman yürürlükteki 1271 yılına ait yasaya göre, kadın olduğu için doktorluk yapma hakkı yok, zaten fakülteye kadınlar kabul edilmiyor. Hastaları tedavideki başarılarına rağmen tüm kadınlar için bu böyle. Mahkemede tanıkların anlattığı gibi hastaların nabzını ölçmesi ve idrar tahlili yapması aleyhine kanıt olarak kullanılıyor ve “tıbbın ampirik olarak öğrenilecek bir zanaat değil metinlerle aktarılan bir bilim olduğu” gerekçesi suçlamalara dayanak teşkil ediyor. Mahkemede savunmanın çağırdığı hali vakti yerinde altı tanık dinleniyor ve bunların hepsi birçok tanınmış doktorun sonuç vermeyen tedavilerinden sonra Jacoba’nın kendilerini iyileştirildiğini ifade ediyor. Bir tanığın onun Paris’teki bütün cerrahlardan ve doktorlardan daha iyi olduğunu söylemesi de para etmiyor çünkü suçlama konusu zaten mesleğinde yetersiz olması değil, kadın olmasına bakmadan tedaviye cüret etmesidir.

Jacoba okumuş ve tıp konusunda okul dışı özel bir eğitim almış bir kadın ve haddini bilmediği için suçlu bulunuyor. Cezası aforoz edilmek ve 60 Paris Pound’u ödemek. Sonrasında gizlice çalışmaya devam mı etti yoksa işten çekildi mi bilinmiyor. Ama bilinen o ki, akademik eğitim almış kişilerin tedavi edemedikleri durumlarda geleneksel iyileştiriciler devreye girmeye devam etti. Paris’in nüfusu, diplomalı doktorların yetişebileceğinden fazlaydı, yani Felicie’nin meslekte kalmış olması ihtimali daha fazla. Onun davası, Paris tıp piyasasının düzenlenmesi çabasının bir örneği olmasının yanında akademik kurumların motivasyonlarını sorgulamamıza da izin veriyor. Barrett’e göre, “Felicie’nin davası Paris tıp piyasasında kadınların rolünün nasıl algılandığı ve üniversitenin tıp kültürünü etkileme gücü hakkında bize içerden bilgi sağladığı için dikkate değerdir.” Dava süresince tıp fakültesinin yanında başpiskopos da, diploma olmadan çalışmanın ölümcül günahlardan olan cinayetle sonuçlanabileceğini, bunun cezasının da aforoz edilmek olduğunu söyleyerek endişelerini ifade ediyor. Kendisini suçlayanlar, bu meslekten men edilmesinin ruhunun iyiliğine yönelik olacağını öne sürüyorlar.

Minkowski’ye göre, Felicie gibi üniversite dışı eğitim almış geleneksel sağaltıcılar, 14. yüzyıl Paris’inde en yaygın pratisyenlerdi. Birçok kadın çıraklık ve staj eğitimiyle yetişerek insanları tedavi ediyordu. Kadınlar üniversiteye kabul edilmediği için tüm akademik eğitim almış kişiler erkekti. Üniversite tıp pratiğini düzenlemeye başladığında kadınlar dezavantajlı duruma geldiler. Üniversite eğitimi ve diploma gerektiren Paris tıbbı geleneksel kadın sağaltıcıların pahasına işlemeye başladı.

Green şöyle söylüyor: “Doğal olarak şunu sormamız gerekiyor; tıp fakültesinin motivasyonu neydi? Esas dertleri Parislilerin sağlığı mı, yoksa üniversite eğitimi almış doktorlara karşı varolan rekabeti azaltma gayreti miydi?”

Fransa’da görülen bu davadan sonra İngiliz doktorlar da, kendi parlamentolarına “değersiz ve haddini bilmeyen kadınların mesleği gasp etmesinden” yakınan bir dilekçe gönderirler. Talepleri, tıpla meşgul olmaya cüret eden kadınlara para cezası ve uzun hapis cezaları verilmesidir. 14.yüzyılın sonunda tıp mesleğinin şehirli ve eğitimli kadın sağaltıcılara karşı kampanyası artık Avrupa çapında tamamlanmış sayılır. Erkek doktorlar üst sınıflar arasında açık bir tekel kazanmıştır (kadın doğum hariç, bu dal üst sınıflar arasında bile üç yüzyıl daha kadın ebelerin alanı olarak kalır.) Doktorlar artık büyük kadın sağaltıcılar –“cadılar”- kitlesinin yok edilmesi sürecindeki anahtar rol üstlenmeye hazırdırlar. Yani önce kadınların geleneksel tedavi yöntemleri yok edilmeye, unutturulmaya çalışılır. Kadınların alandaki tarihsel birikimi modern tıp tarafından ele geçirilip karalanır, küçümsenir ve yasaklanır.

Jacoba’nın zamanının en iyi doktorlarının tedavi edemediği hastaları iyileştirdiğini biliyoruz. Ama kadın olmak ve erkek bilimle rekabet etmek kiliseyle akademiyi karşısında bulmasına yetmiştir. Sonuç, yasaklanan meslekleri ellerinden alındığı için ekonomik olarak çaresiz kalan -en fazla gizlice çalışmaya devam eden- kadınlar, yüksek ücretli doktorlara erişemediği için hayatlarını kaybeden yoksul kadınlar, kaybolan kadim bilgiler ve tekelleşen tıp olur.

Kilise, devlet ve tıp mesleğinin ortaklığı cadı yargılamalarında zirveye çıkar. Doktor’a uzmanlık, bilimsel bir hale atfedilir. Ondan belirli kadınların cadı olup olmadıkları, bazı hastalıkların büyücülükle ilgisinin olup olmadığı konularında yargıya varması istenir. Cadılık ceza kitabında şöyle denir: “Bir hastalığın büyücülük sonucu mu yoksa doğal bir fiziksel arıza sonucu mu çıktığını nasıl anladığımızı sorarsanız bunun ilk yolu doktorların yargısıdır.” Cadı avlarında Kilise, doktorların profesyonelliğini açıkça meşrulaştırır. Profesyonel olmayan tedaviyi kâfirlik sayar. ”Bir kadın okuluna gitmeden tedavi etmeye çalışıyorsa cadıdır ve ölmelidir.” (Tabii ki kadının okumasının yolu yoktu.) Ayrıca cadılık çılgınlığı şu işe de yarar: Günlük pratiklerde çuvallayan doktorlara işe yarar bir bahane çıkmıştır: İyileştiremediği her şey açıkça cadılığın sonucudur.

“Kadınsı” batıl inançla “erkeksi” tıp arasındaki fark, doktorun ve cadının mahkemedeki rolleriyle kesinleştirilir. Mahkeme, doktoru yargılamaya çağrıldığı sağaltıcı kadının ahlaki ve entelektüel olarak çok üzerinde bir düzlemde kurar ve erkek doktoru, hukukçu ve teologlar gibi bir profesyonel olarak Tanrının ve hukukun yanına, kadını ise karanlık, kötülük ve büyünün yanına yerleştirir. Doktor, yeni statüsünü kendi tıbbi ya da bilimsel başarılarına değil, hizmet ettiği kilise ve devlete borçludur. “Cadılara” yani kendi ayakları üstünde duran kadınlara karşı bu topyekün saldırı, ataerkinin kendini sağlamlaştırma adımlarının en korkunçlarındandır. Maria Mies’in incelediği belgelere göreyse, bu dönem aynı zamanda kadınların ekonomik birikiminin erkeklere geçtiği dönemdir. Mies, Marx’ın tarif ettiği ilksel birikimin oluşma tarihini o zamanlara verir, cadı avlarıyla ortaçağ öncesinde kadınların ellerindeki sermaye ellerinden alınıp erkeklerin elinde birikir. Artık kadınların ekonomik bağımsızlığı yasaklanıp cezalandırılır. Bir zamanlar kadınlara ait olan alanlar ve malları tamamen erkeklerin elindedir. Bir zamanların bilgili ve saygın kadınlarının mesleğinden artık kadınların payına düşen cadılık, kocakarılık, sonrasında ise bağımlılık, ev kadınlığı ve yoksulluk olur. 14. yüzyıldan kalan, kadınların yukardaki yönetmelerle güçsüzleştirilmesi sürecidir.

Barrett-Graves, Debra, Jo E. Carney, and Gwynne Kennedy.Extraordinary Women of the Medieval and Renaissance World. Greenwood Press, 2000.

Green, Monica H. “Women’s Medical Practice and Health Care in Medieval Europe.” Journal of Women in Culture and Society (14) 1988-89.

Minkowski, William. “Physicians’ Motives in Banning Medieval Traditional Healers.” Journal of Women and Health (1:2) April 1994.

Share Button