Osmanlı’da Feministler
Aynur Demirdirek
19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak ağırlıklı olarak İstanbul’da ve Selanik gibi büyük şehirlerde yaşayan üst ya da orta sınıftan kadınların bir bölümü, Avrupa’daki hemcinsleriyle hemen hemen aynı zamanlarda eğitim hakkından başlayarak kadınlık için talepte bulundu, çeşitli amaçlarla dernekler kurdu, bir mücadele yürüttü. Kamusal alana çıkmaları kendi içlerinde ayrı bir tartışma yaratan Müslüman kadınlar da, diğer dinî ve etnik aitlikleri tanımlı gruplardan kadınlar da toplumsal yaşamın öznesi olmak istediler. Batı’daki birinci dalga feminizminin taleplerinin çoğunu (eğitim hakkı, ikinci sınıf görülmeye karşı çıkma, yaşama alanlarının genişletilmesi, ev dışında çalışma yaşamına katılma gibi) özgül koşullarının bilincinde olarak dile getirdiler. Modernleşme sürecinde kendileri hakkında düşünerek yer aldılar. Bu kadınlardan özellikle bir bölümü ‘feminist’ bir dil geliştirdi, kadınların ‘hukuk’unu anmaktan ve aramaktan hiç vazgeçmedi. Osmanlı modernleşmesi sürecinde, özgürlük ve hak arayışlarını erkek destekçilerinin aracılığı olmaksızın kamusal alanda doğrudan dile getiren bu kadınların varlığı sır değilmiş ama 1980’lerin sonuna kadar, bu öncü kadınların varlığından haberimiz yoktu.
Sır değilmiş diyorum çünkü kadın bakış açısıyla Osmanlı toplumuna bakmaya başlayınca bugün artık adlarını, görüşlerini, kısmen hayat hikâyelerini bildiğimiz farklı dinî ve etnik aitliklerden feministleri tanıyabileceğimiz birincil kaynakları (dergi ve gazeteler, romanlar, mektup ve anılar) değerlendirebildik; çokdilli, çokkültürlü Osmanlı toplumunun farklı diller ve alfabelere dayalı kaynaklarına ulaşabilmenin koşulları aynı olmasa da. Bu kaynakların bir bölümü önceden ilgiye değer görülmemiş ya da farklı bakış açılarıyla incelenmişti. Ancak bugün oluşturabildiğimiz kadarıyla bu coğrafyanın kadın tarihi anlatısını mümkün kılacak kadar veri içeriyorlardı. Bu anlamda sır olmayan ama tanımadığımız feministleri keşfetmenin hangi koşullarda mümkün olduğunu, bu keşfin ‘sırrının’ ne olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Niye tanımıyorduk bu kadınları? Yanıtın önemli bir bölümü genel olarak birçok ülkedeki kadınlar için ortak: Toplumsal tarih ayrı ayrı başlıklar altında kadınlara yer verse de tarih deyince hâlâ akla gelen siyasal tarih, yöneticilerin, savaşların, sonuçların, büyük dönüşümlerin tarihiydi. Süreçlere, önemli dönüşümlerin gerisindeki adımlara bu tarih anlatısının içinde yer verilmiyordu. Kısacası geçmişteki belgeleri seçen, yorumlayan anlatıcının erkek egemen bakışı, seçiciliği ve feminist politik bilincin işletilmemesi bu sonucu doğuruyordu. Bilgi üretenlerin, geçmişte herhangi bir anda ya da bizim örneğimizde Osmanlı modernleşmesi gibi önemli toplumsal – siyasal değişimlerin yaşandığı bir dönemde “Bu sırada kadınlar ne yapıyordu?” sorusunu sormayışı, Osmanlı toplumundaki feministleri tanımamız için feminist araştırmacıları / feminist yaklaşımı beklemeyi gerektirdi.
Geleneksel tarihyazımında kadınlara, kadın hareketine genel olarak yer verilmiyor olmasının yanında çok açık ki Türkiye tarihi kurgusu özelinde söylenecekler var. Cumhuriyet’in “kadınlara haklarını verdiği” söylemi, Osmanlı geçmişindeki birikimle bağı açısından resmi tarihe eleştirel bakılırken bile en az sorgulananlardandı. Cumhuriyet ideolojisinin siyasal – toplumsal değişimlerdeki sürekliliği vurgulamayan, kopuşla güçlenmeye çalışan ve ‘ilerici’ her adımı Cumhuriyet’le başlatan söylemi, Cumhuriyet’le kazanılan hakların gerisindeki Osmanlı / İslam kadınından Türk kadınına evrilmiş ve bunu sahiplenmiş kadınlardan da söz etmiyordu. Cumhuriyet’e geçişte kadınların siyasal haklarıyla ilgili taleplerini 1923’te Kadınlar Halk Fırkası’nı, daha sonra Kadınlar Birliği’ni kurarak sürdürmüş ve aslında desteklediği, kurucu öznesi Türklüğe dayalı yeni düzende aktif bir özne olabilecek Nezihe Muhittin bile kadın olarak bu süreçte yer alamadı (i). Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti ideolojisinin ‘temel’ ve varsayılan kimliğiyle Türk veya en azından Türkiyeli olan kadınlar, kendilerinden sonraki birkaç nesille birlikte Osmanlı’daki hemcinslerinin Türk ve Müslüman olmayan önemli bir kesiminin mirasını görme olanağından iyice uzaklaştırılmışlardı.
1970’lerden sonra karşımıza çıkan araştırmalarda Osmanlı’nın son döneminde gayrimüslim kadınlar değilse de Müslüman Osmanlı kadınlarının kurdukları derneklerin, kadınlara yönelik yayınların adı hiç anılmamış değildi. Ancak bu kadınların doğrudan kendi sözlerine ulaşmamızı sağlayan birincil kaynaklar gün ışığına çıkarılmamış ve yorumlanmamıştı. Doğrudan kadınların sözlerine ulaşmadığımız, kadın bakışıyla yorumlanmamış bilgiler daha fazlası için beklenti uyandırmamış olmalı. Tam bu aşamada ‘sorgulayıcı’ kadınların araştırmalarında daha geriye gitmemelerine yol açan etken olarak alfabe değişikliğinin, eski harfli / Arap harfli metinlerinin okunamamasının da payı olduğunu söyleyebiliriz. Ama bence asıl etken, bazı ipuçları olduğu halde o dönemde kadınların özneler olarak kamusal alana çıkmış olabileceklerini düşünememek. Ta ki feminist hareketin yol ve ufuk açıcılığı başlayana kadar. Feminist hareketin içinde ve akademide, baskın söylemin dışına çıkıp kadınların izinden gitmek, birincil kaynakların ortaya çıkarıldığı ve yorumlandığı ilk çalışmaları getirdi (ii). Araştırmalar, 2000’lerde Ermeni feministlerinin ve Rum kadın dergilerinin incelenmesiyle genişlemeye devam etti, Çerkez ve Kürt kadınlarının kurduğu kültür dernekleri incelendi (iii). Bu çalışmalarda kadınların yazdıklarına uzun alıntılarla yer verilmesi boşuna değil. Çünkü Osmanlı feministlerinin sözleriyle doğrudan karşılaşmadan varlıkları kavranmayacak gibi görünüyordu; Müslüman kadınlar için farklı, varlıkları silinmiş ‘azınlık’ kadınları için farklı nedenlerle. Aziz Haydar adında eğitimci bir kadının 1914’te “Evet şimdiye kadar ezildik, ezildik, ezildik ve bu ezildiğimizin başlıca sebebi de hep maişetimizin yalnız erkekler tarafından temin olunmasıdır,” dediğini (iv), Hayganuş Mark’ın (v) “Bir kadın olarak yüklendiğim sorumlulukların altına ezilirken, bunun karşılığında bana verilen haklar yok denecek kadar azdı. Feminizmin bir adalet feryadı olduğuna iyiden iyiye inanmıştım. Hakları istememek çocukluk olacaktı, onları kendi ellerimle almalıydım. Temel ilkem bu oldu,” sözlerini okuyunca ancak, anlatılmamış ama yaşanmış olanı kavramanın mümkün olmasından söz ediyorum burada.
Feminist yaklaşımla geçmişte kadınların izinden gitmek, başvurulan yöntemler, anlatının mekânlarını ve odaklarını değiştirdi. Bunun sonucu olarak feminist tarihyazımı, yalnızca incelenen dönemin kamuoyunda tanınmış adlarını görünür kılmadı; derneklerin öne çıkmayan kadınlarını, çeşitli işlevleriyle hayır derneklerini, atılan ‘küçük’ her adımı, yayınlarda bazen bir okur mektubu aracılığıyla ulaşılan ‘ünsüz’ feministleri de anlatıya kattı. Eldeki bütün belgelerin önemsenerek incelenmesi kadınların zihin dünyasını tanımamızı, baskın söylemin ne olduğunun ayırt edilmesini mümkün kılıyor. Çünkü o dönemde hatırı sayılır sayıda kadın, yaklaşımları arasındaki farkları ayırt etmemizi sağlayacak kadar ‘kayıt’ bırakmışlar bize. Böylece yalnızca biyografilerini tamamlamaya çalıştığımız gerçekten parlak, dönemine göre sıra dışı kadınlar anlatılmış olmadı ve birkaç eğitimli, seçkin kadından daha fazlasının tarihin böyle bir anında kendilerini özne olarak görüp mücadele verdiği gerçeği ortaya çıkmış oldu. Osmanlı’da feministleri fark etmeyişimizin bir nedeni de bir kısmının yalnızca feminist değil dönemin politik akımlarıyla ilişkili aydın kadınlar olmalarıydı. Bazıları Osmanlıcı ve sosyalistken, 20. yüzyıl başında çoğu, feminist görüşlerini milliyetçi politikalar içinde sürdürdükleri için feminizmleri gözden kaçırıldı diyebiliriz.
Osmanlı toplumundaki feministler unutulacaklarını düşünüyor muydu? Büyük harflerle anılacaklarını ileri sürmeseler de unutulacaklarını düşünmüyorlardı bence. Taleplerini dile getirirken içinde bulundukları özgül koşulların, sınırlarının bilincindeydiler ama doğal haklarının (ruhsal ve zihinsel güçleri açısından erkeklerle eşit kabul edilmeleri, eğitim hakkı, toplumsal yaşamda yer alma taleplerinin) kabul görmesini içtenlikle savunuyor, dünyayı izliyor, kadınlık için önemli bir dönüm noktasında olduklarını düşünüyorlardı. Beyaz Konferansların konuşmacısı Fatma Nesibe Hanım, 1912’de “Dünyanın her köşesine dikkat ediniz, bir inkılâbın bedâyetinde [başlangıcında] bulunuyoruz. Emin olunuz, bu inkılâp, bir erkek ihtilali gibi kanlı ve vahşi olmayacak. Bilakis nezih ve nisbeten sessiz, lakin mutlaka semeredâr [verimli] olacak; buna itikat ediniz, hanımlar!” diyordu. 1909’da “Vatanın hukuku kadınlık hukukundan bin kat mühim ve muhteremdir,” diyen Halide Edip 1913’te verdiği bir konferansta bir tiyatro salonunu dolduran kadınlara “Bugün bu saat ben size böyle hitap ederken, siz beni dinlerken şüphesiz biz de tarih yapıyoruz, demektir,” dediğinde o anı kavrayışı Fatma Nesibe Hanım’dan farklı değildi.
Bugün Osmanlı feministleri hakkında yazarken unutulduklarını söyleyemeyeceğim elbette. Kadınların bireysel ve ortak seslerini, mücadelelerini, kadın hareketinin kırılma noktalarını, kadın olarak aynı taleplerde bulunurken hangi koşullarda birlikte olamadıklarını öğrenebileceğimiz geçmişle bugünü birleştiren bir kadın tarih anlatısı örülüyor. Bu yazının sınırları içinde örnekleyemediğim kadar renkli, sevindirici, üzücü, düşündürücü. Önemli olan kadın olarak geçmişe bakma ihtiyacı duyan kadınların yavaş yavaş örülmekte olan bu kadın tarihi anlatısına ulaşabilmesi, geçmişi tekrar tekrar keşfetmek zorunda kalmaması.
(i) Yaprak Zihnioğlu, “Kadınsız İnkılâp”ta (2003) bu süreci ayrıntılı olarak inceledi.
(ii)“Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikâyesi” (1993, Aynur Demirdirek), “Osmanlı Kadın Hareketi” (1994, Serpil Çakır)
(iii) Lerna Ekmekçioğlu ve Melissa Bilal, 2006’da “Bir Adalet Feryadı Osmanlı’dan Türkiye’ye Beş Ermeni Feminist Yazar” başlıklı kitaplarında 1980’lerin sonunda Müslüman – Türk Osmanlı kadın hareketinin gün ışığına çıkarılmasıyla başlayan kadın tarihyazımına, Osmanlı ve Türk kadınları terimlerinin özdeş kullanımı, kronolojik tespit sorunları ve anlatı örgüsüne dayalı sorunlar başlıkları altında eleştiri getirdiler.
(iv) Aziz Haydar, 1913’te kurulan Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’nin üyesi, Kadınlar Dünyası gazetesinin sürekli yazarıdır.
(v) Hayganuş Mark (1885-1966) mücadelesiyle önemli bir Ermeni feministtir. 1919 – 1933 yılları arasında 14 yıl boyunca çıkardığı Hay Gin (Ermeni Kadını) kadın sorunlarının dile getirildiği önemli bir yayın olmuştur.