Mısır’da Ordu ve Ekonomi

Zeinab Abul-Magd/ Çeviri: Biray Anıl Birer

Makarna, soda ve tüp üretimi ve benzinlik hizmetleri ordu sırrı sayılmalı mıdır? Ya da, bu işletmelerle ilgili halk içinde konuşmak vatan hainliği midir? Mısır Silahlı Kuvvetleri’ne göre bu soruların cevabı “Evet”.

Ekonomide ordunun rolü halen Mısır siyasetindeki en büyük tabulardan biri. Son 30 yıldır ordu, büyük ekonomik yatırımlarını gizlemekte ve bu konuda şeffaflıktan kaçınmakta ısrar ediyor. Mısır Silahlı Kuvvetleri, Mısır ekonomisinin büyük bir kısmına sahip; tahminlere göre yüzde 25-40 arasında bir orana. Bu işletmeleri yönetme sorumluluğu ordu generalleri ve albaylarına ait ama onlar bu görev için gerekli deneyime, eğitime ve vasıflara sahip değil.

Ordu yatırımları hükümet adına emlak alım-satımı, domestik temizlik hizmetleri, kafeterya işletmek, benzin istasyonu işletmek, hayvancılık, gıda üretimi ve plastik masa örtüsü üretmek gibi kâr amacı güden pek çok farklı işletmeyi kapsıyor. Bütün bu bilgiler, ilgili şirket ve fabrikaların web sitelerinde mevcut; aynı siteler bu işletmelerin orduya ait olduğunu da açıkça ve gururla yazıyor. Yine de bir sebeple ordu bu işletmelerle ilgili halk içinde konuşmayı yasaklıyor.

Neden Mısır ordusunun bütçesi şeffaflık ve mali sorumluluk kapsamında değil? Sadece milli savunmaya ayrıldığı ve bu yüzden gizli kalması gerektiği için mi? Pek sayılmaz.

Evet, Mısır ordusu bütçesinin bir kısmı silah tedariki ve ortak silah üretimi gibi savunmayla ilgili faaliyetleri kapsıyor. Ama bu faaliyetlerin, ordu bütçesinin “gizli” olarak sınıflandırılan kısmıyla alakası yok, hatta bilgiler devlet kayıtlarında görülebiliyor. Çünkü bütçenin açıklanan kısmı temel olarak Mısır’ın yabancı bir ortakla giriştiği müşterek girişimleri kapsıyor ve o yabancı ortak, vatandaşlarına yasal olarak tüm faaliyetlerini açıklamak zorunda; Mısır gibi ülkelere yapılan askerî yardımlar ve silah anlaşmaları (ya da ortak askeri donanım üretimi) da dâhil. Bu ortak elbette, Dış Askeri Yardım Programı aracılığıyla Mısır ordusuna yıllık 1.3 milyar dolar veren ABD hükümeti. Saymanlık Ofisi, Devlet Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve Millet Meclisi (Kongre) gibi resmi ABD kurumlarının web siteleri ABD’nin Mısır’a yaptığı silah satışı ve Mısır’ın askeri fabrikalarında ABD yardımıyla üretilen askeri donanım konusunda veri sağlıyor.

Ordu bütçesinin gizli tutulan kısmının milli savunmayla değil, askerî olmayan mal ve hizmetlerin üretiminden ordunun sağladığı büyük kârlarla ilgisi var. Diğer bir deyişle: Geçen ay kaç paket makarna ve kaç şişe su satıldığı; orduya ait benzin istasyonu Wataniyya’nın geçen yıl ne kadar kâr ettiği; orduya ait temizlik hizmetleri şirketi Queen’in bu ay kaç eve gittiği ve aynı şirketin kaç kreşle anlaşmalı olduğu; ordunun Doğu Uwaynat’taki yüksek teknolojili mezbahalarında bu yıl kaç kamyon taze et üretildiği, geçen yaz kuzey sahilindeki Sidi Crir tatil köyünde kaç odanın kiraya verildiği, Kuliyyat al-Banat sitelerinden kaç apartmanın kaça satıldığıyla.

Bu makalenin konusu ordunun Mısır ekonomisindeki gizli rolü, yetersiz olduğu ekonomik faaliyetleri nasıl üstlendiği ve milli savunma ve ülkenin sınırlarını korumak gibi temel görevlerinden nasıl uzaklaştığı. Ordu liderlerinden kaçının yolsuzluk ve özel sermayeyle kanunsuz ortaklıklara giriştiği de önemli bir konu. Söz konusu tartışma gizli bilgilere değil; medyadaki, ordunun sahibi olduğu web sitelerindeki ve yayınladıkları reklamlardaki bilgilere dayanmaktadır.

Ordunun ekonomi üzerindeki kontrolü, Mısır’ın eski cumhurbaşkanı Cemal Abdül Nasır’in liderliğinde devlet sosyalizmini tecrübe etmesine yol açan 1952 devrimi/darbesi sonrası başladı. Bu dönem içinde devlet, ulusallaşma programları yoluyla tüm ekonomik varlıkları ve üretim araçlarını elde etti. Ülkenin ekonomik bağımsızlığını geliştirme amacıyla tüketimi kısıtlamak için tasarruf tedbirleri alındı. Mısır’ın, subaylardan oluşan yeni yönetici elit kesimi kendilerini hemen devlet malı işletmelerin yöneticileri ilan etti – hiç kalifiye olmadıkları bir görev. 1964 anayasası “Tüm üretim araçlarını halk denetler” demişti; Mısır’ın asker yöneticileri de halk adına bu denetime sahip çıktı. Kamu sektöründe yolsuzluklar ve yönetim hataları iyice çoğalınca, Nasır’ın projesi ekonomik kalkınma vaadini gerçekleştiremedi. Yetenekleri ve bilgileri askeri faaliyetler ve savaşlarla sınırlı subayların ekonomi ve yönetim araçlarını idare etmek gibi hazır olmadıkları görevlere geldiklerini düşünürsek bu sonuç sürpriz değildi.

1970’lerde, eski cumhurbaşkanı Muhammed Enver Sedat, Batı’yla ekonomik ve stratejik bağlarını kuvvetlendirmek için Mısır’ı sosyalist rotasından çıkarmaya karar verip pazar ekonomisini tekrar devreye soktuğunda ordunun iktidardaki tekeli de sarsılmaya başladı. Sedat, askerî liderlerin kontrolündeki devlet sektörünün bir kısmını özelleştirme adımları attı ve Batılı tüketici mallarının ve hizmetlerinin Mısır pazarına girmesini sağlayacak politikalar izledi. Bu politikalar, çoğu Sedat ve ailesine yakın eş-dost kapitalistlerinden oluşan ve yükselen bir toplulukla nüfuz paylaşmak zorunda kalan askerî liderlerin kısmen ötekileştirilmesine neden oldu.

Askerî liderler için sıkıntı yaratan bu durum, 1979’da İsrail’le imzalanan barış antlaşması sonucu Sedat’ın iktidarında kaybettikleri nüfuzun bir kısmını kazandıkları için çok uzun sürmedi. İsrail’le yaşanan savaş durumu bittikten sonra, Mısırlı liderler binlerce eğitimli subayı kovmanın politik olarak sakıncalı olduğuna karar verdi. Bu yüzden devlet “Milli Hizmetler Projeler Organizasyonu” adında ekonomik bir oluşum kurdu. Bu oluşumun görevi emekli general ve albaylar tarafından yönetilen çeşitli ticari işletmeler açmaktı. Çeşitli ödenekler ve vergi muafiyetleri yoluyla devlet, ordunun sahip olduğu işletmelere kamu veya özel sektörde diğer hiçbir şirketin sahip olmadığı ayrıcalıkları sağladı. Ordunun işletmeleri, devletin hiçbir kurumuna hesap vermek zorunda değildi ve diğer tüm şirketlere uygulanan yasa ve düzenlemelerin üstündeydi.

1992’den sonra, daha sonra görevden alınan cumhurbaşkanı Hüsni Mübarek tam teşekküllü ekonomik liberalleşmeyi geliştirmeye başladığında, özelleştirme programları, ABD baskısı altında – IMF ve Dünya Bankası’nın geliştirdiği projelerin de yasakladığı üzere –ordunun sahip olduğu işletmelerden uzak durdu. Cemal Mübarek’in yönettiği iş adamları kurulu 2004-2001 arasında özelleştirme programlarını arttırdığında bile, ordunun sahibi olduğu işletmelere dokunulmadı. Dahası, yüksek rütbeli subaylar, yolsuzluk dolu özelleştirmelerden, özelleştirilen kamu sektörü işletmelerinde prestijli pozisyonlara getirilmek suretiyle kendi paylarını aldı.

Genel anlamda, Mısır ordusu ABD tarzı neoliberalizme veya serbest piyasa politikalarına güvenmiyor; özellikle de ordunun değerli şirket ve hisselerinin kaybına neden olacak politikalara. Devletin ekonomik rolünü kısıtlamak, özelleştirme ve özel sermayenin güçlendirilmesi korkulan önlemler arasında. Mesela 2008 Wikileaks sızıntılarında, Mısır’daki eski bir ABD büyükelçisi, Mareşal Muhammed Hussein Tantawi Soliman’ın ekonomik liberalleşmeyi, devletin ekonomi üzerindeki kontrolünün altını oyması sebebiyle eleştirdiğini ima etti. Tantawi’nin neoliberal ekonomiye inançsızlığının, genç bir subayken eğitimini aldığı Sovyetler Birliği sosyalist modeline olan bağlılığıyla ilgisi yok. Tantawi’nin aslında en çok korktuğu şey, özelleştirmenin, askeriyenin sahip olduğu dev ekonomik imparatorluğunu yıkma potansiyeli.

Mısır ordu liderleri, işletmelerini Soğuk Savaş döneminden kalma geleneksel Sovyet stiliyle yönetiyor. Ama tüketici olarak, daha “Amerikalılaşmış”, küreselleşme dostu bir yönelim içindeler. Mısır ordu elitleri ve onların Pentagon’daki meslektaşları arasındaki bağların, Mısır ordu liderleri arasındaki “tüketici” eğilimlerini geliştirdiğine şüphe yok. İki ülke arasındaki savunma işbirliği programlarının bir parçası olarak, pek çok Mısırlı subay ABD’ye yıllık seyahatlere çıkıyor ve 1960-1970’lerde katlandıkları Sovyet usulü tasarruf hayatından son derece farklı bir hayat tarzıyla karşılaşıyor. Örneğin geçen kış 18 gün süren ayaklanmada, Tantawi protestocularla buluşmak için Tahrir Meydanı’na meşhur ziyaretini yaparken ABD yapımı lüks bir jeep’le geldi. Bir New York Times makalesine göre, Silahlı Kuvvetler Üst Şurası’nın önde gelen üyelerinden Korgeneral Sami Anan, Amerikan tüketim mallarına olan düşkünlüğüyle tanınıyor. Anan ve ailesinin, Washington DC ziyaretlerinden birinde, Virginia’nın kuzeyindeki Tysons Corner alışveriş merkezinden kot pantolon, kıyafet ve elektronik eşya alışverişi yaptıkları bildirildi. Amerikan tarzı tüketimin genç askerler arasında epey yaygın olduğu, hatta çoğunun üniformalarını Amerikalı üreticilerden aldığı söyleniyor.

Aslında ordu liderleri ülkenin sosyal ve ekonomik gelişimini ilerletebilecek kadar yetenekli yöneticiler olsaydı, daha iyi bir Mısır için ekonomik yatırımlarını ve hisselerini korumaya devam etmeleri mantıklı olabilirdi. Ama gerçekten bu işletmeleri yürütebilecek kapasiteleri var mı? Bir kez daha, hayır. Örneğin, aramızdan pek az kişi, ordunun ürettiği makarna markası “Queen”i biliyordur. Bilenler ise pazardaki en iyi marka olduğunu hiçbir zaman iddia etmemişlerdir. Yine, hiç kimse ordunun benzin istasyonu “Wataniyyah”ın diğer istasyonlara göre daha iyi bir hizmet sunduğunu söyleyemez. Yine kimse “Safi” sodalarının ne kadar iyi olduğundan ve her sofrada bulunması gerektiğinden bahsetmemiştir. Aslında ordu, ürünlerini üstün kalitelerinden dolayı değil, kendi adaletsiz uygulamaları aracılığıyla satabiliyor. Örneğin ordu, gönüllü askerlerini, başka markaların bulunmadığı uzak bölgelerdeki askeriye kantinlerinde satılan ordu üretimi gıda maddelerini almaya zorluyor. Diğer durumlarda ise ordu, sivil dağıtımcılara el altından “yardım” önererek ürünlerini onlara sattırıyor.

Ek olarak, “ulusal savunma” amacıyla gerekli gördüğü her türlü toprağa el koymasına izin veren yasa sayesinde ordu, büyük toprak parçalarını kontrol etme faaliyetinden de kâr ediyor. Pratikte ordu liderleri bu yasadan, kamu arazisini ticari yatırımlar için kullanma amacıyla faydalanıyor. “Silahlı Kuvvetler Arazi Projeleri” adındaki bir kuruluş, isminden de anlaşılacağı üzere, Silahlı Kuvvetler tarafından denetlenen arazilerde projeler üretiyor. Bu kuruluşun sahip olduğu araziler arasında, Nasr kentinde şu an toplu konut inşaatlarının sürdüğü araziler var. Ordu kuzey sahilinde, Sidi Crir’de yaptığı gibi, el koyduğu arazileri tatil köyleri ve otel inşa etmek için kullanıyor. Yakın zamandaki gazete ilanları Silahlı Kuvvetler’in son zamanlarda kuzey sahilindeki arazilerin tatil köyü ve konut yapımı için ticari satışıyla ilgilendiğini de gösteriyor.

Dahası, devlete ait ekonomi imparatorluğunun yöneticileri yolsuzlukla ve işçi sınıfına zulmederek yükselirken, ordu liderleri işçileri bastırma ve onların haklarını ihlal etme konusunda kesinlikle suç ortağı haline geldi.

On yıl boyunca bir ordu generali, Milli Demokrat Partisi üyesi ve Meclis üyesi olmak, yolsuzluk ağının bir parçası olmak demek. General Sayeed Mishaal bu profile mükemmelen uyuyor. Askeri Üretim Bakanı olmadan önce Mishaal, Ulusal Hizmet Projeleri Organizasyonu direktörüydü. Bu süre içinde kendisi Demokrat Partisi üyesi ve 2000-2011 yılları arası üç dönem üst üste Kahire’nin Helwan bölgesinin milletvekiliydi. Ordu üretimi şişelenmiş soda markasının ismini kızının adı Safi koymakla övünüyordu. Bakanlığın fonlarını çarçur ettiğine dair Genelkurmay Başsavcısı’na yapılan şikayetler sonucu devrim sonrası görevinden alındı. Mishaal’in Helwan milletvekili seçimlerindeki zaferi, bölgedeki “Askeri Fabrika 99”da çalışan on binlerce kişiyi organize edebilmesinden kaynaklanmıştı. Mishaal seçim kampanyası organizasyonlarında fabrikaya gelir ve işçilerle kutlama yaparak eğlenirdi; zaferinden sonra ise kaybolur ve geri dönmezdi.

“Askeri Fabrika 99” ismi, işçilerin bastırılması ve özellikle fabrikadaki patron-işçi ilişkilerinin geleneksel bir sendika veya devlet yönetmeliklerine bağlı olmaması gerçeğiyle de özdeşleşti. 2010 Ağustos’unda Fabrika 99’un işçileri, arkadaşları patlamada ölünce yoğun protestolara başladı. Kendisi de bir general olan fabrika direktörü test etmek için fabrikaya gaz tüpleri getirtmişti ama işçiler tüpleri kullanmak için yeterince eğitilmemişti. Direktör, birkaç tüp patladığında bir iki kişinin ölmesinin sorun olmayacağını söyledi. Sonra, bir işçi gerçekten ölünce işçiler direktörün odasını bastı, direktörü dövdü ve oturma eylemine başladı. Ardından bu işçilerin liderleri, gaz tüpleri hakkında halka açıklama yaptıkları için “savaş sırrı” ifşa etmekten askeri mahkemede yargılandı.

Bu da bizi ordunun hayvan çiftliklerindeki işçilere kötü muamele edilmesi konusuna getiriyor. Bu işçiler genellikle ücretsiz çalışan yoksul askerler. Tipik hikaye şöyle: Kırsal kesimden ya da yoksul kentlerden gelen bir asker, sabah içtimaları ve yürüyüşlerinde vatansever sloganlar atması ve şarkılar söylemesi için askere alınıyor. Sonra kendini ordunun yüz binlerce dönüme yayılmış hayvan çiftliklerinde ücret almadan çalışırken buluyor ve tüm o sloganları, haysiyetiyle beraber unutuyor. Yumurta toplayıp büyükbaş hayvanlara ve tavuklara bakarken, üstlerinden gelen aşağılamalara boyun eğiyor. Orada, ordunun güya ona aşılamaya çalıştığı milli haysiyetinden eser kalmıyor. Onu alan ve bu göreve atayan liderleri sayesinde hiçbir savaş eğitimi almadığı için, bir savaş çıksa, savaş meydanındaki performansı son derece berbat olurdu.

Ordu propogandacıları, devlet kontrolündeki medya yoluyla Silahlı Kuvvetler bütçesinin mahremiyetini onur meselesi haline getirip korumamız gerektiğini savunuyor. Ama Milli Hizmetler Projeler Organizasyonu’nda zorla çalışan asker işçilerin aynı fikirde olduğunu pek sanmıyorum.

Ordu ve ekonomi arasındaki ilişkiyle ilgili hiçbir tartışma, ordunun çeşitli Mısır valiliklerinin yerel ekonomisi üzerindeki neredeyse mutlak hakimiyetini göz ardı edemez. Kahire dışındaki Mısırlıların güçlü bir askeri yönetim altında yaşadığı hemen herkesçe bilinen bir gerçek. Atanmış yirmi dokuz validen yirmi biri emekli ordu generali. Ek olarak, şehir ve yerel yönetimlerdeki pek çok memuriyet görevi emekli subaylar için ayrılıyor. Bu kişiler her valilikte çok çeşitli sektörleri yönetmekten sorumlu. Uzmanlığı zırhlı tank veya savaş uçağı kullanmaktan öteye gitmeyen ordu generalleri birdenbire Luxor ve Aswan’ın önemli turizm sektörleri, Qena’nın şeker üretim işletmeleri ya da Süveyş’in balıkçılık ve gemicilik sanayii gibi önemli ekonomi faaliyetlerini yönetme görevi üstleniyor.

Ordu generallerinin yerel ekonomileri kötü yönetmesine dair yolsuzluk hikayeleri bitmek bilmiyor. Örneğin, daha önce Silahlı Kuvvetler’de direktör olarak görev yapmış eski Luxor Valisi General Samir Farag yerel bir işadamına pazar rayicinden düşük bir fiyata arazi sattı. Arazi aslında Olimpik oyunlar stadyumu inşa etmek için ayarlanmıştı. Projeye binlerce Mısır sterlini harcanmıştı; arazi caddenin karşısındaki otelin sahibi iş adamına satıldığı için birdenbire inşaat askıya alındı ve harcanan fonlar boşa gitti. Aynı şekilde, Aswan sakinleri de valileri General Mustafa Al-Sayed’in devlet arazileri ve turizm sektörünü içeren yolsuzluklara karıştığını söylüyor. Al-Sayed yakın zamanda en az 10 emekli tuğgenerali, konuyla ilgili vasıf ve deneyime sahip olmamalarına rağmen, taş ocağı ve nehir limanlarının müdürleri olarak atayıp onlara çok yüksek maaş önerdi.

Mısır yerel ekonomilerini yönetenlerin böyle işleri “emeklilik primi” olarak aldığını düşünürsek ülkenin yerel gelişiminin yıllardır durgun ve diğer ülkelerin gerisinde kalmasına şaşmamak gerek.

Yukarıda bahsedilen çıkarlar ve ayrıcalıklar adına ordu liderleri Tahrir, Abbassiya, Maspero, Mohamed Mahmoud, ve Qasr Al-Ayni’de silahsız devrimcileri öldürdü ve öldürmeye devam ediyor.

Devrimi tamamlamak ve Mısırlı göstericilerin zaferi bu ülkede gerçek bir demokratik dönüşümü başlatacaktır. Bu, tam bir mali şeffaflık ve bütçeleri denetime açmak anlamına gelecektir. Devrimi tamamlamak ordunun kurumsal ekonomik ayrıcalıklarını bırakması, ordu liderlerinin de nikah salonu müdürlüğünden ziyade asıl görevlerine, yani ulusal savunma görevlerine dönmesi gerektiği anlamına gelir.

Çeviri: Biray Anıl Birer

Kaynak: Jadaliyya

Yazının tarihi: 23 Aralık 2011

 

Share Button