İzmir’de Seçime Giderken
Gülizar Aytekin
Sömürünün objektif birçok yönü alışkanlıkla ilgilidir. Alışkanlıklarınızı değiştirebilirseniz, yeni ve farklı alışkanlıklar edinmemiz daha doğal gelişecektir ki bu büyük bir adımdır. Bulaşıkları yıkar, evi temizler ve bunları yaparken de daha az erkek hissetmezseniz, yeni alışkanlıkların gelişmesine yardım ediyorsunuz demektir…
Cinsiyetçi değilmiş gibi rol yapın ve böyle oynamayı sürdürün. Bunu bir oyun gibi düşünün. Özel düşüncelerinizde dilediğiniz gibi, kadından daha üstün olduğunuzu düşünün. Ancak bu oyunu ne kadar inandırıcı oynarsanız – yani bulaşıkları yıkar, alışverişi yapar, evi temizler ve çocuklarla ilgilenirseniz – örneklemeler yaratıyorsunuz, özellikle maço pozlarındaki birçok erkeğe. Esas sorun ise benim buna inanmamam. Söylediklerinizi yapmayı sürdüreceğinize inanmıyorum. Bulaşıkları yıkamak bir şey, her gün ama her gün çocuk bezi değiştirmek başka bir şey…
Simone de Beauvoir (1)
Parti liderleri yerel seçimlere ilişkin yaptıkları konuşmalarda eksik oldukları konular hakkında vaatlerde bulundular. Bunların en önemlilerinden biri de uygulayamadıkları cinsiyet kotasıydı. Bu yüzden yerel seçimlere az bir zaman kala yerele ilişkin kadın temsili, gündemlerimizin başına taşındı. Cinsiyetler arası eşit temsilin sağlanabilmesi için kadınlardan yana kotada ısrar etmek, adayların belirlenmesinde partiler içinde tartışmalara, uzayan MYK toplantılarına, istifalara, ayak sürümelere ve hatta protestolara neden oldu. Oysa siyasi partilerde azımsanamayacak bir emek sergileyen ve yerelin politikalarında yeterince irade sahibi olamayan kadınlar kotaya ihtiyaç duymakta, temsil imkânını kota sayesinde yakalayabilmektedir.
Yerel seçimlerde kadınlara kota müjdesi veren birkaç parti yine aday belirleme sonrasında görüldüğü üzere sınıfta kaldı. Gündemlerinde eşit temsili sorunsallaştırmış, tüzüklerinde buna çözüm üretmiş gibi görünen partiler aday belirleme aşamasında oy kaygısı ve erkeklerin yükselen itirazlarıyla İzmir’de de eski tutumlarını değiştiremediler. Kadının da siyasette yeri olması gerektiğini söyleyen CHP, AKP ve MHP’nin İzmir’de belediye başkanlığında toplam kadın aday sayısı sadece dört. HDP ise, BDP’nin kota meselesine ilişkin deneyimi ve eş başkanlık sistemi ile cinsiyetler arası eşit temsili sağlamakta. HDP’nin İzmir’de doğrudan kadın belediye başkan adayı on beş, eşbaşkanlık sistemi ile de toplam otuzdur.
CHP’nin yıllardır yerel ve genel seçimlerde İzmir’deki oy düzeyinin yüksekliğinden, burada daha çok CHP üzerinden örnek vermeyi uygun buldum. Hükümetin kadın aleyhine politikalarını sert eleştiren, her fırsatta seçme seçilme hakkını kadınlara kazandıran bir parti olduklarının altını çizen muhalefetin, İzmir’de belediye başkanlığı için kadın aday sayısının düşüklüğünü nasıl yorumlamalıyız? Ana muhalefet parti başkanı bir konuşmasında “Bir diktatör var, kadınların kaç doğum yapacağına o karar veriyor. Ne zaman doğuracaklarına o karar veriyor. Nasıl doğum yapacaklarına o karar veriyor. Hamile kadınların sokağa çıkmamasını öneriyor. …sizin bedeniniz üzerinden siyaset yapanlara ders vermek boynunuzun borcudur…”(2) diyerek iktidarı eleştirmişti. İzmir’de ise bildiğimiz üzere CHP kadrolarında oldukça fazla sayıda kadın yıllardır yer almakta. Tüm bu söylemlere rağmen kadın aday sayısındaki düşüklük (aday adayı kadın sayısının fazla olmasına rağmen) CHP’nin bu meseleyi yeterince sorunsallaştırmamış olması ve kendi içindeki somut cinsiyetçiliği yeterince gündemleştirerek kota meselesini sahiplenmediği anlamına gelir.
Kota sorunsalında esas problemlerin başında parti içinde emek veren kadınların görünmez kılınması, aidiyetin ve oy kaygısının cinsiyet eşitsizliğinin çözümünü engellemesidir. İktidar mekanizmalarının sınırsız güçlendiği, duyguların sömürgeleştiği, sürüklenişin, kayboluşun çağında, asıl sorun politik bir alana girmek değil, burada özne olabilmek (3).
Bunu çözecekmiş gibi söylemlere sahip olmak çözümü mümkün kılmamaktadır. Zor olan kemikleşmiş cinsiyetçi kültürün nasıl alt edileceğidir. Bu yüzden de bağımsız politika yapan kadın örgütlerinin varlığı elzem. Kazanılan hakların elimizden kolaylıkla alındığı, kadınların konumlarının her geçen gün kötüleştiği bu zamanda pratikte sergileyeceğimiz politika büyük önem arz ediyor. Bu yüzden politika yürütülen alanlarda kendi gündemlerimizle var olabilmek, mücadeleyi bu hatta yürütebilmek gerekir. Bunu yaparken de siyaset sahnesinde yer alan ya da almak isteyen kadınların, yereldeki kadın aktivistlerle yan yana gelebilmek, praksisi birlikte inşa edebilmek gibi bir kadın bakış açısı edinmesi gerekir.
İzmir yerelinden devam edersek İzmir 2010 yılında “kadın dostu kent” unvanını aldı. Kadın dostu kent iddiasında olması gereken, yereldeki kadınların sıkıntılarından, taleplerinden haberdar olmak ve çözüm üretebilmektir. Kadınlar için yaşanabilir kent- kadın dostu kent- eşitlikçi kent bir hayal ürünü değil, cinsiyet eşitlikçi politikaların bir sentezi (4). Bu unvana sahip kentlerin, sığınaklardan tutun da danışma merkezlerine, kreşlerden kent ile ilgili karar aşamalarına katılımına kadar birçok konuda, kent yoksullarının başında gelen kadınlar için yapısal değişikleri hayata geçirmeleri beklenir. 6360 sayılı Kanun’un 17. maddesi “Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 100.000’in üzerindeki belediyeler, kadınlar ve çocuklar için konukevleri açmak zorundadır. Diğer belediyeler de mali durumları ve hizmet önceliklerini değerlendirerek kadınlar ve çocuklar için konukevleri açabilirler” hükmü ile belediyenin görev ve sorumlulukları arasına sığınma evi açmak eklenmiştir (5). Nüfusu dört milyona yaklaşan İzmir’de sığınma evi sayısı sadece altı tanedir. Zira biz İzmir’de yakın zamanda bir belediyenin sığınak açmak için bağış isteyen afişlerini de gördük. Sığınak açmak için bütçe oluşturmayan, çözümü bağış toplamaya bırakan bir kentte kadın dostu kent olmanın iddiası havada kalır (6).
Kent yoksullarının başında yer alan kadınlar, kentin imkânlarından da dışlanıyor. Kentli olmak yerele ilişkin kararlarda yer almak, hizmetlerden yararlanmak, sağlıklı bir çevrede yaşamak, fırsat eşitliği içerisinde eğitime ve gerekli niteliklere sahip olmaksa, kadınların kentlerdeki durumu, neden kent yoksulluğunda başı çektiklerini daha iyi açıklar. Gündelik hayatın devinimini sağlayan kadınlar, kenti kullanmada kısıtlamalarla karşılaşıyorlar. Kadınlar, hastane ve sağlık ocaklarında, pazarlarda, alışveriş merkezlerinde, hanedeki herkes için zaman ve emek harcarlar. Tüm bunlara rağmen bu mekânların hizmetlerini doğru düzgün alamayan yine kadınlardır. Ulaşım, erişim ve hizmet, kadınların mekânın kullanımına ilişkin deneyimlerini göz önüne seriyor. İzmir’de şehir merkezinde artık herkesin arabasının olması gerekiyor. Kadınların ise çoğunlukla arabaları yok ve bilindiği üzere toplu taşıma araçlarını kullanıyorlar. Kaldırımlar gittikçe daralıyor, olanların üzerini ise arabalar işgal etmiş durumda. Kentsel dönüşüm devam ediyor ve merkeze yakın yaşayan insanlar dönüşüm adıyla şehrin periferisine gönderiliyor. Kadınların yaşadıkları mahallelerden şehrin merkezine inmeleri zorlaşıyor. Kadifekale’den kentsel dönüşümle İzmir’in merkeze uzak ve çok katlı TOKİ binalarına mecbur bırakılan Kürt kadınlarının durumu bunu örneklemektedir.
Dünyada ve yaşadığımız ülkede kadınların mülkiyet sahipliğindeki oranları hatırlanacak olursa kota ve kadınlara yönelik diğer pozitif ayrımcılıklar hala önemli bir ihtiyaç. Yerele ilişkin politika üretebilmek, kentli olmak ve kente sahip çıkmak, yurttaş olarak kentin yönetiminde söz sahibi olabilmek kadınlar için, artık tek kişilik alan bırakılan kaldırımlarda akrobasi yapmak kadar çetrefilli. Nasıl ki kaldırımlar gün geçtikçe daralıyorsa siyaset sahnesinde de kadının var oluş olgusu zorlaşıyor. Bunun tek bir nedeni olmadığı gibi, tek bir sonucu da yok.
Dipnotlar
(1) Gerassi’nin 1976 Tarihli Beauvoir Röportajı: 25. Yılında “İkinci Cins”,
http://www.5harfliler.com/gerassinin-1976-tarihli-beauvoir-roportaji-25-…
(2) http://www.haberler.com/kilicdaroglu-turkiye-akp-nin-arka-bahcesi-523192…
(3) Pınar Selek, “Politika Hayatta”, Amargi, Sayı: 11, 2008, ss. 5-7
(4) L.Yıldız Tokman, “Kente Sahip Çıkarak Yerel Siyaseti Dönüştürmek”, Amargi, Sayı:11, 2008, ss. 32-35
(5) Bu eklemenin 2005’te 5393 sayılı Belediyeler Kanunu’nun 14/1-a maddesinde “Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50.000’i geçen belediyeler, kadınlar ve çocuklar için koruma evleri açar.” hükmü ile de getirildiği söylenebilir. ‘Konuk evi’ açma zorunluluğu 6360 sayılı kanunla düzenlenmiştir.
(6) İzmir 2010 yılında BM tarafından “kadın dostu kent” unvanını aldı.
Bu makale Amargi Yerel Seçimler Özel Sayısı’ndan alınmıştır. Derginin tamamı için lütfen tıklayınız.