Neden Ben Sen Olamıyorum: Rebecca Solnit
Açüklama, kaygı ve gizli Budizm aktivisti ve yazar.
Caitlin D.- Çeviren: Melike Ölker
Rebecca Solnit’in çalışmalarına olan aşkım kentsel nezihleştirmenin San Francisco bölgesinin sakinlerini nasıl etkilediğini anlatan kitabı Hollow City’yi okuduğumda başladı. Bunun ardından Wanderlust: A History of Walking adındaki makalelerini topladığı kitabını, bir doğal afetten sonra toplum inşası hakkındaki kitabını (A Paradise Built in Hell: The Extraordinary Communities That Arise in Disaster) ve bir kadın olmanın zorluklarını incelediği sayısız kısa yazılarını bir çırpıda okudum.
Bu makalelerin biri ve daha sonra aynı isimli feminist yazılarının antolojisinde de yer almış olan Men Explain Things to Me’de, Rebecca artık günlük yaşantılarımızda da duyduğumuz bir kelime türetti: mansplaining (Erkeklerin sizin zaten bildiğiniz herhangi bir şeyi bilmediğinizi var sayarak anlatma ihtiyacı duymalarını tanımlıyor. 5Harflilerde yayınlanan bir yazıda kelimenin Türkçe karşılığı olarak açüklama önerildi.) Kesinlikle Rebecca Solnit’in yerinde olmak isterdim, bu yüzden onunla edebiyat dünyasına girmesinin nedenleri ve onu şu anki gibi dişli olmasını sağlayan günlük alışkanlıkları hakkında konuşmak için telefon görüşmesi yapmaktan büyük onur duydum.
CAITLIN: Yazmaya ne zaman başladınız?
REBECCA SOLNIT: Balerin olmak üzere başladığım kariyerimi arkamda bırakarak altı yaşımdayken profesyonel bir yazar olmak istediğime karar verdim. Kısa bir süre kütüphaneci olmak istemiştim ama sonra birinci sınıftayken bazı insanların tüm gün kitaplarla vakit geçirmediğini fark ettim –birileri onları yazmalıydı.
Büyük hayaller kurmak çok kolaydır ama onları gerçekleştirmek biraz daha alengirlidir. Bazen kardeşlerim yazdıklarımı bulur ve onlarla dalga geçerlerdi ben de bu yüzden evden ayrılana kadar pek fazla yazmadım. Liseye gitmedim çünkü ortaokul gerçekten tam bir ıstıraptı. Küçüktüm, sıskaydım, kötü giyinirdim, kıyafet alacak param yoktu ve sporlarda berbattım yani kusurluydum. Olduğum gibi davrandığım için yıllarca cezalandırılmaya mantıklı bakmıyordum. Alternatif bir ortaokulda iki yıl okuduktan sonra erkenden üniversiteye başladım. Üniversiteden İngilizce’de birinci dereceyle mezun oldum ve şunu fark ettim; artık nasıl okuyacağımı biliyorum ama hâlâ nasıl yazacağımı bilmiyorum. Bu yüzden halk eğitim, tam olarak seni durdurmaya çalışan birilerinden kaçan değil evden ayrılmış biri olarak, benim gibiler için bile oldukça makul fiyatlıyken Berkeley’de gazetecilik okuluna gittim. Evden 17 yaşımdayken ayrıldım. Ailem “Harika, artık büyüdün – kart yollarsın. Biz senin için daha fazla bir şey yapamayız.” dedi.
Bir süre inanılmaz parasızdım. Ama 22 yaşımdayken mezun oldum, ilk editöryel işimi aldım ve ilk iki çalışmamı yayınladım. Bir kız olmakla ilgili şeylerden biri çoğunlukla kimse size hırslı olmanız için cesaret vermiyor. Bazen başarısız olacağın söyleniyor ama başarılı olacağın fikrine –ki erkeklerin çoğu bunu söylüyor- isyan etmekten ziyade buna karşı isyan etmek çok daha eğlenceli. Başarılı olarak baş kaldırmış oldum ve kendim dâhil herkesi şaşırttım. Hiç destek ya da teşvik yoktu – ihtiyacım olduğunda hiçbirine sahip değildim ve şimdi daha fazlasına sahibim. Bunun başka insanlardan gelmesini bekleyemezsiniz. Herkes yarışı kazandıktan sonra galip gelen atın üzerine bahis oynamak ister.
Başka insanların duymaya ihtiyacı olduğu bir bakış açısına ve önemli bir fikre sahip olduğunuzu ne zaman fark ettiniz?
Önemli bir fikre sahip olmanın ne anlama geldiğini bilmiyorum ve başkalarının benim söylemek zorunda olduğum şeyi duymaları gerektiğini söylemek de benim işim değil. Ben sadece benim için gerçekten önemli olan şeyi söylüyorum –tutkunu olduğum, öfke duyduğum, üzüldüğüm ya da güzel olduğunu düşündüğüm şeyi- ve söylemem gerekenlerin başka insanlar arasında yankı uyandırması bence inanılmaz. Eminim ki zaten anlamışsınızdır, çocukken gerçekten yabancılaştırılmıştım ama Korece ve İsveççe’ye tercüme edilen bu yazılı fikirlere sahip olmak için büyüdüm – ki bu oldukça şaşırtıcıydı çünkü yabancılaşmak, bir bakıma başka insanlarla ortak hiçbir şeyin yokmuş gibi hissetmektir.
Bu tam bir klişe ama kendine dürüst olmak önemli. Bu senin gücünün ortaya çıktığı yerdir. “Tavsiye alma, yeteneklerin üzerinde çalışma” demek değil bu. Sadece tutkunu olduğun, hayatını adayabileceğin bir şeyi bulmak ve onu oradan almak anlamına geliyor. (Bu kısımda kreatif bir kariyer için yeteneğin abartıldığını ve amaç ile fedakarlığın ise hafife alındığını ekleyebilirim.) Bunun nasıl iyi yürütüldüğünü pek bilmiyorum. İnsanların yazdıklarımı okumak istemelerine hâlâ biraz sersem, şaşkın, heyecanlı ve minnettarım. Yaşamak için yaptığım şey bu.
En çok gurur duyduğunuz profesyonel başarılarınız nelerdir?
Odak belirlemeden önce bir sürü şey hakkında yazdım. 2000 yılında yayımladığım yürüyüş hakkında birçok kitabım var. Felaket hakkında yaptığım çalışmadan da gurur duyuyorum. –pek çok insanın aslında felaketlerde nasıl iyi davrandığıyla ilgili- ve Adam Clay Thompson’ın New Orleans’taki Katrina Kasırgasının başlangıcında iktidardaki insanların işledikleri suçlar hakkındaki araştırması gibi teşvik edici çalışmalarla ilgili yaptıklarımdan da gurur duyuyorum. Çok daha gençken yaptığım Western Shoshone’deki hak mücadelesiyle ve Yerli Amerikalıların muazzam anaerkil düzeni ile ilgili çalışmalarımla gurur duyuyorum. Açüklama (mansplaining) kelimesini bulmuş olmamdan ve şu an cinsel şiddet, tecavüz, cinsiyet kimliği ve güç hakkındaki harika, dönüşümsel feminist sohbetlerin bir parçası olmaktan dolayı gurur duyuyorum.
Ortalama bir çalışma gününüzü anlatabilir misiniz?
İnsanlar yazarların her zaman hoş ritüellere sahip olmalarını ister. Uyanıp gün doğumunu izleyen ve ilham gelmesi için mum yakan şair kadınlar olduğunu biliyorum. Benim çay, tost, yoğurt ve benim ya da partnerimin evinde istediğim zaman hazırlayabileyim diye bulunan demlikle birlikte oldukça ritüelleştirilmiş bir kahvaltı düzenim var. Bu sabah bunu yaptım ve sonra kürek çekmeye gittim ve şimdi söyleşi yapıyorum. Başka günler kahvaltıyla birlikte okumaya ve yazmaya başlayabilirdim ya da seyahatte olabilirdim. Çünkü işim gereği yılda 80-100 gün seyahat ediyorum ki bu sanıldığı kadar eğlenceli değil. Bu, ritüeli bölüyor.
Yazmak için çok fazla bölüm var. Araştırıyorsun, özet çıkarıyorsun, bilgi topluyorsun, insanlarla röportaj yapıyorsun ve sonra ilk taslağını oluşturuyorsun. Bu yazının bir kısmı oluyor ama çoğunlukla düşünüyorsun çünkü düşünmeden önce yazarsan, çok fazla anlamsız şeyler çıkarırsın ya da her şeyi dağıtırsın ve sonrasında çılgınlar gibi onu toparlamak zorunda kalırsın. Sonra revize etmeye, düzenlemeye ve kontrol etmeye başlıyorsun. Yazma kısmı sürecin yüzde beşi ya da onu gibi kısmını oluşturur.
Çay ve tostun dışında günlük yaşamım tamamen kaotik. Zamanın çoğu kendimi hiçbir şey başaramamış insanlardan biri gibi hissediyorum çünkü onlar gün için bir alanda bin adım ilerleyebilmek yerine elli farklı alanda bir adım ilerliyorlarmış gibiler. Bu yüzden gerçekten başarısız hissediyorum ama bir şekilde işler yoluna giriyor. Ayrıca bir de aktivist bir yaşamım var. 21 Eylül’de New York’ta the People’s Climate March’a katılacağım için çok heyecanlıyım.
Bir de hakkında kimsenin sizi uyarmadığı bir şey var: Eğer başarılı olursan, radyo ve televizyonlarda röportajlar yapman, seminerler vermen, ortalıklarda olman, kitap imzalaman ve daha bunlar gibi bir sürü şey yapman gerekiyor. Pek çok insan yazar olmak ister ama onlar zorunlu olarak yazmak istemezler. Gitar çalmak isteyen insanlar ile rock yıldızı olmak isteyen insanlar arasında her zaman bir fark olduğunu düşünürüm. Rock yıldızları bunu olmak, gitaristler ise bunu yapmak isterler.
İnsanları yabancılaştırmayan ve fikirleri değiştirme gücüne sahip olan açık bir tartışma yürütmek için önerileriniz nelerdir?
Yaklaşık 20 yıl önce ilginç bir deneyim yaşadım. Körfez Savaşı askerlerini hasta eden zehirli bir element olan tükenmiş uranyum üzerinde çalışıyordum. Birlikte çalıştığım bazı harika uzmanları aşırı solcu bir adamın radyo programına götürdüm. İlginçti çünkü uzmanları heveslendiren şey aşktı. Adaleti, insanlığı ve gerçeği umursuyorlardı. Onlarla röportaj yapan adam onların açıklarını aradı. O, bunu sadece Birleşik Devletler hükümetine saldırma şansı olarak görüyordu. Sesi kızgın ve suçlayıcıydı.
Röportajı dinlerken iki şey öğrendim: Onlardan biri duyguların sana değil okuyucuna ya da dinleyicine ait olması gerektiğiydi. Yaratıcı eserlerini tüketecek insanlara ulaşamadan sen tüm duyguları tüketmiş olabilirsin. Ne hakkında konuştuğunun önemi yok, tutkulu olabilirsin, öfkeli olabilirsin ancak kendin onu tamamen tüketmeden okuyucularının ya da dinleyicilerinin o duyguyu hissetmelerine nasıl izin vereceğini bulman gerekiyor. Bir diğeri ise: Seni heveslendiren şeyi bul. Aşk, daha fazla duygu doğurur ve onu çok daha iyi şekillerde yapmaya devam edersin. Seni insanlarla birbirine bağlar. Yazdıklarını okuyacak insanları dâhil eder. – Bir şekilde onları önemsemen gerekir çünkü bir milyon kelimelik bir kitap yazdığında ne kadar tek taraflı görünse de, onlarla diyalog içinde olduğunuzu bilirsiniz.
Muhaliflerin karşısında görüşlerinize nasıl bağlı kalıyorsunuz?
Nefret edicileri kastediyorsun.
Evet!
Facebook’ta aktif olmayı azalttım çünkü o, daha yararlı şeylere harcayabileceğim zamanımın büyük bir kısmını alabiliyor. Sık sık hoş ya da yapıcı olmayan ve sürekli kavga arayan insanlarla temasa geçiyorsun. Özellikle genç insanlar tüm bu saçma saldırılara karşı çok hassaslar. Sosyal medya seni bütün iyi olmayan, tersinden kalkan, seni devirmek isteyen ve olduğun kişiden nefret eden insanlara maruz bırakıyor.
Sosyal medyanın çok farklı bir doğası da olabilirdi. Onu işletenlerin kim olduğu ve neden işlettikleri gerçekten sorulması gereken politik sorulardır. Eğer Twitter açık sözlü radikal feministlere ölüm tehditlerinin gönderildiği en iyi araç olmasaydı, nasıl olurdu? Bilirsiniz, insanlar düşmanca, çirkin ve kötü şeyler söylediklerinde utanç hissetseler, nezaket yüksek standartta olurdu. Eğer onu reklamcıların yarar sağlamasına katkı sağlamaktan ziyade toplumun yararı için kullansak sosyal medya nasıl görünürdü? Ancak sosyal medya iğrençliklerle doldurulmasa bile, telefonunu her üç dakikada bir kontrol etmekten başka yapacak daha önemli şeyler var. Bu; üretkenliğe, derin, güçlü bir benlik duygusuna ya da iç rahatlığına yardımcı değil.
Bana açüklamanın yapıldığını fark ettiğim bir konuşmanın içerisindeyim diyelim. Bu duruma en iyi reaksiyon ne olur?
Birisi patronluk tasladığında, aşağıladığında ya da cinsiyetçilik yaptığında, genellikle kibar görünmeye çalışır ve oradan ne kadar hızda kaçabileceğimi düşünürüm. Onları tamamen kafamdan silerim. Eğer birisi bana patronluk taslarsa onlar hakkında “Sen tanımak istediğim biri değilsin, sen alışveriş yapılacak bir insan değilsin, sen beni ele geçirebilecek biri değilsin” diye düşünürüm ve asla onlarla dövüşe girmem. Oradan hemen defolup gitmem gerektiğini hissederim. Bazen radyoda söyleşi yapıyorken ya da bir panel tartışmasındayken, buna değinirim. Günlük yaşamda insanların inançlarını değiştirmek çok zordur –eğer benden çok daha iyi bir tartışmacı değilsen. Bir yazar olarak bunu yapabilirim ama her nasılsa canlı bir konuşmadayken bunu yapamam. Sadece oradan defolup gitmem gerektiğini düşünürüm.
Gençken bilmiş olmayı istediğiniz ama çok sonra öğrendiğiniz bir şeyi söyleyebilir misiniz?
Her şeyde iyi olman gerekmiyor. Kimse değil. Gençken kaygılısındır çünkü birçok basit şeyde bile iyi değilsindir. Ama bir şeyde iyiysek ve o şeyi seviyorsak gerçekten şanslıyızdır. Ben şanslıyım çünkü yazmakta iyiyim. Keşke atletik biri olsaydım; keşke şarkı söyleyebilseydim. Ama delice istemiyorum bunları çünkü güzel olan nokta iyi olduğun şeyi sevmektir. Böyle birçok endişenin gitmesine izin vermektir: Her şeyde iyi miyim? Herkes benim gibi mi? Ben en çok ——?
Uzun bir yolda birçok şey, beklenmedik şekillerde ortaya çıkar. Gençlik ümitsizliklerinin çoğu acı, reddedilme ya da yalnızlık hislerinin yaşamın her anında ortaya çıkacakmış gibi hissedilmelerinden doğar. Yaşlandıkça, kalbin birkaç kez kırılır ve hayatın birkaç kez parçalanır – ve hayatını birkaç kez tekrar ve tekrardan daha iyi olması için inşa edersin. Kötü şeyler olacağı gerçeğine alışırsın ama dirençlisindir. Onlarla başa çıkabilirsin ve bunları yaşayan tek insan sen değilsindir. Bir şeyler iyi ya da kötü değişmeye devam edecek. Yaşamının tamemen harika olması gerçeğine ya da tamamen iğrenç olması fikrine çok fazla bağlı kalmaman gerekiyor. O değişecek. (Bu son kısım gizli Budizm.)
Rookie okuyucularıyla paylaşmak istediğiniz başka bir şey varmı?
Cılız, berbat, yoksul, dışlanmış ve popüler olmayan ergenliğim ve yaşamım, kendim de dâhil olmak üzere kimsenin beklemediği bir şekilde, çok daha iyi bir şeye dönüştü. Hayat adil bir şekilde öngörülemiyor. Amerika’da birbirimize anlattığımız korkunç hikâyeler, yaşamının 15-20 yaşlarında olduğu ilk dönemlerine benzer. Bu noktada, sakin kalmalı, onları sevecek ve cesaretlendirecek insanlar bulmalı ya da yaşamlarımızı nasıl şekillendireceğimizi çözmeliyiz.
Yaşamın nasıl daha ve daha iyi olabileceğine dair bir çalışma üzerindeyim. Hırpalanmış küçük bir çocuktum. Kadınsılık, kadın ve cinsiyetime dair her şeyden nefret edilen gerçek bir şiddet evinde büyüdüm. Şimdi bu güzel Viktoryan dairede yaşıyorum ve hayatımdaki en mükemmel adama ve beni seven insanlara sahibim. Gerçekten heyecan verici bir yaşama sahibim – uğruna yaşamaya değer ilgi çekici şeyler buldum. Harika maceralarım var. 15 ya da 17 yaşındayken ya da bazen 25 bile olabilir bu, hayatın anca başladığını bilmeleri için insanları yüreklendirmek istiyorum – hâlâ temellerini inşa ediyorsunuz.
Kaynak: RookieMag